Bir Medine sevdalısı Osman Karabulut hoca

Osman Karabulut Hocaefendi hafız, âlim, salih, zâhid, cömert ve çok mütevazı bir zât idi. 1924 yılında Konya Altınekin ilçesinde dünyaya gelmiş, 2013’de Konya’da vefat etmiştir. Bizim kendisiyle 1979’dan vefatına dek 34 yıllık bir muhabbetimiz oldu. Sohbetlerini çok dinledik. Allah ve Resülü’ne olan muhabbetine ve davasına sahip çıkışına bizzat şahid olduk. Peygamber Efendimiz’e olan aşkı her halinden belli olurdu. “Güzeller güzeli Efendim” diye coşkun bir sel gibi onu yâd eder, salat-ü selâm ile ağlardı.

Hani bir gün İki Cihan Güneşi Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem ashabına; “Dikkat edin! Size en hayırlınızı bildireyim mi?” diye sormuştu ya. Gökte yıldızlar gibi olan Eshab-ı Kiram da: “Evet, Ey Allah’ın Resulü!” demişlerdi. Peygamber Efendimiz: “Sizin en hayırlılarınız, görüldükleri zaman Allah’ı hatırlatan kimselerdir!” (Ahmed, el-Müsned, VI, 409; İbn Mâce, es-Sünen, zühd, 4; el-Beyhakî, Şuab, XIII, 445/10596) buyurmuştu. İşte Osman Karabulut Hocam da bütün Allah dostlarında olduğu gibi görüldüğünde Allah’ı hatırlatırdı.

Tevazu ehli idi

Bizler gençlik çağında olmamıza rağmen, bize büyüklere davrandığı gibi davranırdı. Küçük çocuklara da öyle davranırdı. İlgi gösterir, muhabbet eder, konuşur, harçlık verir ve nasihat ederdi. Kapısı herkese açıktı, hasta bile olsa asla kapanmazdı. Hele sabahın sekizinden, gecenin yirmi dördüne kadar o yaşlı haliyle misafir kabul etmesi, akılların alacağı bir şey değildi. Misafirlerine çok rağbet eder, yemek zamanı mutlaka sofra açılır, onlar müsaade isteyince de dualar ederek dışarıya kadar çıkar ve el sallamak suretiyle uğurlardı.

Pek mahfiyyet sahibi idi, herkes gibiydi. Küçük büyük ona “hocam” diye hitap ederdi. Adeta geride kalmayı tercih ederdi. O müthiş tevazuu gerçekten hayrete şayan idi. Hocaefendi’nin vefası da bambaşka idi. Medine‘den dostlarını arar, gelince de her gittiği eve seccade, tespih, takke ve başörtüsü götürür, göremediklerini arar, mümkünse küçük büyük demeden ziyaretine giderdi. Hafızları ve âlimleri çok severdi ama bu ilgisi aslında Allah’ın her kuluna idi. İnsanlara pek kıymet verirdi.

Sohbetleri asla ihmal etmez ve “Terakki sohbetle olur” derdi. Sohbetlerinde zaman zaman eski günlerden bahseder, çok kıtlık ve acılar çektiklerini dile getirirdi. Ezan-ı Muhammedi’nin aslının yasak olduğu günlerde talebelerin okuduğunu söyler, kendisinin de olmadığı bir vakitte hocasının ezanı aslından okuduğu için, jandarma tarafından götürüldüğünü dile getirirdi. O günlerde dini eğitim ve hayatın çok zor olduğunu, dostlarla bile kaldırımdan kaldırıma selâmlaştıklarını anlatır; “Bu günlerin kıymetini bilelim” derdi.

Hafızlığını çok zor ve yokluk zamanlarda Çimili Hakkı Efendi‘de ikmal etmiş, Arapça ve diğer ilimleri de Hacıveyiszade ve Ali İhsan Efendi‘de okumuştur. Bu arada orta okulu bitirmiştir. O günleri anlatırken, geceleri derse gittiklerini ve hafızlığını da bağ aralarında yaptıklarını söylerdi. Harçlık vermek için Hacıveyiszade Hocaefendi’nin rüyalarına girip, kendilerini çağırdığını da haber verirdi.

Medine’ye hicret

Hayatı çilelerle dolu olan Hocamız, 1980 yılında manevi bir işartle, Medine-i Münevvere‘ye hicret etti. Oturum için de yine manevi bir işaretle bir esnafı bulurlar ve onun yardımı ile bu mesele de çözülüverir. Hocamız 1980’den 1992’ye kadar Medine‘den Konya‘ya hiç gelmemişti ama bize Hicaz kısmet oldukça, Resulullah’ın kurbunda görüşürdük. Bizi evine götürüp ikram eder, ziyaret yerlerini –bilhassa Cennetü’l Bakî‘i– karış karış gezdirirdi. Ziyaretlerde sanki, kabir ehli o mübarek zatlarla konuşur gibi manevi bir aleme dalar ve herkes kendinden geçmiş vaziyette, bu manaya kendisini kaptırırdı.

Ayrı kaldığımız dönemlerde ise bizlere mektupları hiç kesilmezdi. Şiir şeklinde aşk ve muhabbetle yazardı. Sözleri o kadar hoş olurdu ki sanki ilm-i ledün pınarlarından süzülürdü. Şairliğinin yanı sıra aynı zamanda yazar idi. “İslâm’da Evlilik ve Mahremiyetleri” adlı hacimli kitabı Türkiye’de sahasında ilk olması hasebiyle, çok tutulmuş ve yüzbinlerce basılmıştır. Bu eser eski yıllarda gelin ve damatlara verilen en güzel hediye idi ki, pek çok evde mevcuttur. Kitaptaki bu bu bereketin mürşidi Mahmud Sami Ramazanoğlu Hazretlerinin özel duası olduğunu söylerdi.

Bütün Allah dostlarına muhabbeti vardı. Sohbetlerinde onların güzel hallerinden, menkıbelerinden ve hikmetli sözlerinden bahsederdi. Sanki onlarla yaşar gibi bir hali vardı. Allah dostlarına düşkünlüğü sebebiyle, Hazreti Mevlana, Şems-i Tebrizi, Arifler Sultanı Mahmud Sami Ramazanoğlu Efendi, Ladikli Hacı Ahmed Ağa ve Es’ad Erbili gibi büyüklerin hayat hikayelerini kaleme aldı. Bütün eserlerinin sayısı elliye yakındır.

Mürşidi ile buluşması

Hacıveyiszade Efendi gibi güzel zatların dualarını alınca gönlüne de aşk ateşi erken yaşlarda düşmüştü. Henüz 16 yaşında iken Mahmud Sami Ramazanoğlu Efendi Hazretlerinin muhabbetinin gönlüne düştüğünü, Adana‘da olduğunu işittiği için tek başına trene binerek gittiğini ve mübarek zatın kendisini karşılamaya Yunus Efendi’yi gönderdiğini şöyle anlatırdı:

“Adana’ya indim ve bir otelde kaldım. Sabah namazdan sonra çıkıp bir yöne doğru gittim. Baktım ki bir köprü ve üzerinde bir zat suyun akışına bakmakta. Selâm verdim. Selâmımı aldı. ‘Konya’dan mı geliyorsun?’, dedi. ‘Evet’ dedim. ‘Hafız mısın?’, dedi. -Evet dedim. ‘Adın Osman mı?’, dedi. ‘Evet’ dedim. Düş peşime diyerek beni Efendi Hazretlerine götürdü. Gerçekten çok şaşırmıştım.”

O günden sonra artık ummana kavuşmanın bereketiyle daima coşar ve ağlar. Sohbetlere koşar, aşk ve muhabbet ehli ve Mahmud Sami Ramazanoğlu Hazretlerinin halifesi Dişçi Mehmet Efendi ile eşsiz alemlere dalar. Nitekim Allah dostları birer operasyon adamlarıdır. Kalplerde sessiz sedasız operasyon yaparak o kalpleri Mevla’ya bağlarlar. Onların sözlerinde çok tesirler vardır. İşte Osman Hocam da manevi aşıdan sonra bambaşka bir hale girmiştir.

Bir de şöyle bir hatırasını anlatırdı. Askere gider ve acemi birliğinde kura çekileceği zaman, Allah’a nice dualar eder. “Ya Rabbi, bana Adana‘yı lütfeyle” diye. Ne yazık ki kurası başka bir ile çıkar. Buna çok üzülür. Onun bu haline şahid olan bir komutan; “Evlâdım, niye üzüldün?” diye sorar. O da; “Komutanım ben Adana’yı istiyordum” der. Komutan Adana’ya çıkan erlere sorar, içlerinden birisi gönüllü olarak yer değişmek isteyince arzusu hayata geçer. Bunu Sami Efendi Hazretlerinin bir kerameti olarak görür ve anlatırdı.

Adana’da askerlik şubesinde öğleye kadar yazıcı olarak görev yapar ve sonra devlethaneye hizmete koşar. Cenabı Hakk’ın lûtfu ile komutanı müsâde eder ve dört ay bizzat Efendi Hazretleri’nin hizmetinde bulunur. Ayrıca; “Adana’da kaldığım 20 ay içerisinde pek çok defa Efendi Hazretleri’nin ziyaretiyle şerefyâb oldum. Efendi Hazretleri’nin her hali Sünnet-i Seniyye üzerineydi” derdi.

Ladikli Ahmet Ağa

1952 yılında Şems-i Tebrizi Camii‘nde görev alır. Bu arada Ladikli Hacı Ahmed Ağa’nın en yakınlarından birisi olur. Ahmed Ağa kendisine; “Hafızım” diye hitap eder. Bu görevi alınca mübarek; “Hafızım görev aldığın camide kim var biliyor musun?” der. O da; “Efendim bir şeyler duyuyorum ama tam bilmiyorum” der. Ahmed Ağa, Şems-i Tebrizi Hazretlerinin atıldığı kuyunun orada olduğunu anlatır ve “Falan yerde kapağı var, üzeri örtülü, orayı bul ve kimse yokken mübarekten müsaade alarak aşağı in” der. O da denileni yapar ve kabri görür.

Daha sonraları bu camiye Hızır aleyhis selam’ın geldiğini de anlatırdı. Zaten Tahir Büyükkörükçü Hocaefendi ve Hasan Hüseyin Varol Hocaefendi ile Hızır Dostu Hacı Ahmed Ağa‘ya çok gittiklerini ve orada sabahladıklarını, hatta Hacı Ahmed Ağa’nın tayy-i mekân yaptığına dair hatıralarını da anlatırdı. Hocaefendi, Ladikli Hacı Ahmed Ağa ile birlikte hacca da gitmişti ki, hatıralarında bizlere çok hayret verici şeyler de anlatırdı. Zaten 33 yıl Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e mücavir olması hasebiyle, Türkiye ve dünyadan pek çok alim ve arif kişileri hürmet ve muhabbetle anlatırdı.

Ladikli Hacı Ahmed Hüdai Hazretleri vefatından bir kaç gün önce bir yakınına şöyle vasiyet eder: “Ben Rabbime kavuşacağım. Haklarınızı helal edin. Vaktim yaklaştı. Bir gün cenazemi bekletin. Konya dışından gelecekler var. Mahmud Sami Efendi de gelecek inşaallah. Cenazemi Hafız Osman Efendi yıkasın ve namazımı da o kıldırsın.” Cenaze bir gün bekletilir, başta Mahmud Sami Ramazanoğlu Hazretleri olmak üzere pek çok alim ve salih insan cenazeye katılırlar. Osman Karabulut Hocaefendi de vasiyeti yerine getirir ve namazı kıldırır.

O gün Ladik tarihi bir gün yaşar ve sağlığında Hacı Ahmed Hüdai Hazretlerine “Çoban Ahmed” diyerek değer vermeyenler, şaşırır kalır. Allah’ım bu nasıl bir kalabalıktır böyle. Evliyalar, salih kişiler, güzel mü’minler hep oradadır. Osman Karabulut Hocamız, Hacı Ahmed Ağa’nın vefatından sonra da yakınlarıyla irtibatını hiç kesmedi. Son zamanlarına dek onların yakın bir dostu olarak her yıl defalarca beraber oldu. Bizler de bu muhabbetten çok istifade ettik. Onunla geçirdiğimizi bu güzel anları Allah’ın bir lütfu bildik.

Vuslat gecesi

Her güzel şey gibi o günler de geldi geçti. Hiç beklemediğimiz bir zamanda Hocamızın vefat haberini aldık. Vefatından bir gün önce beraber idik. gayet sağlıklı, neşeli ve muhabbetli idi. Ertesi gün perşembeydi ki, Medine-i Münevvere’den yakın zamanda geldiği bir dönem olduğu için pek çok misafir gelmişti. Son yıllarda zaten 6 ay Medine’de 6 ay da Konya’da kalıyor idi. O gün ziyaretine gelen iki kardeşten büyüğü müsaade alıp çıkınca diğer kardeşine; “Sanki hocam bir yolcu gibi bizimle vedalaştı. Bugün bizlere bakışları bile çok farklıydı” demiş. Zaten bir ara Hocamız; “Biz hazırlandık. Mevlâ’mız çağırırsa vuslata hazırız” gibi bir söz de söylemiş.

O gece zikir ve sohbet için büyük bir grup gelmiş. Saat 24.00 e kadar sohbet, zikir ve muhabbetle coşkun bir sel misali ağlaşmışlar. Cuma sabahına doğru Hocamız Rabbine mülâki olmuş. Sabah bize haber gelince hemen koştuk ve mübarek alnından öptük. Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelecek misafirler için cenaze merasimini ertesi güne bıraktık. Gasli ve namazı da bize nasip oldu. Vefat günü adeta düğün günü idi. Konya sofrası hazırlandı ve ikramlar yapıldı kapısının önünde… Aile fertlerine hiç yük olunmadı. Demek ki, Allah dostlarının Yüce Dost’a kavuşması böyle oluyormuş. O gün herkeste açıkça müşahede edilen bir muhabbetullah hali vardı.

Osman Karabulut Hocamız “Üçler” adıyla maruf pek çok alim ve arif kişilerin medfun bulunduğu kabristana defnedildi. Yanı başında Hocası Hacıveyisade ve dostlarından Tahir Büyükkörükçü Hocaefendi vardır. Karşılarında ise Mevlana Hazretlerinin türbesi bulunmaktadır. Rabbimiz kendisinden razı olsun ve sonsuz rahmet eylesin. Üzerimizde çok hakları var. 70 yılı aşkın bir hizmet ve mücadele hayatı asla yazılara dökülemez. Onun için Mevla bu yazımızı eksikleri ile kabul eylesin. Hocamıza ve tüm geçmişlerinize Fatihalara vesile olsun.

Muzaffer Dereli/ İrfanDunyamiz.com

İLGİLİ YAZILAR

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir yorum

  1. 1987 yılında umre ziyaretimiz de cennet ül bakiyi gezdirip Sami Efendinin kabrini gösterdi. Akşam la yatsı arası çok feyizli bir sohbet yaptı. Yahtalılı bir genç hafiz ilahi okudu. Bir kulu hor görme sakın. Belki olur senden yakın… Evet Ruhu şad mekanı cennet olsun.. Recep Uzun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.