Buhara ve Semerkant gezimizden notlar…

2024’ün son çeyreğini yaşadığımız şu günlerde Özbekistan’ın Buhara ve Semerkant şehirlerini ziyaret ettik. Hazar denizini geçip, uzun bir çölü aşınca bir akşamüzeri Buhara’ya vasıl olduk. Geniş bir ovanın üzerine kurulmuş yatay mimaride bir şehir. Tarihi dokusunu korumuş müstesna bir yer. Yeni evler de kısmen eskiye uygun yapılmış.

Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin kabrine yakın bir otele yerleşince namaz için o külliye içindeki camiye gidip geldik. Bize karşı samimi sevecen davranışlı güzel insanlar gördük. Özbek rehberimiz; “Ata yurdunuza hoş geldiniz” diyerek bizi karşıladı. Yıllardır terk ettiğimiz bir sıla-i rahimin ihyasıydı yaptığımız.

Buhari türbesi

Bu ziyaret ile ilgili bir takım tespit ve değerlendirmelere geçmeden önce İmam Buhari’nin kabrini ziyarete giderken oralı birinden dinlediğimiz garip ve hüzün veren bir olayı nakletmek istiyorum. Endonezya Cumhurbaşkanı ülkeyi ziyarete gelince Buhari’nin kabrini ziyaret etmek istemiş. Kabrin etrafı pek bakımlı olmadığı için Özbek yetkililer gece ziyaretini teklif etmişler. Misafir Cumhurbaşkanı gündüz ziyareti için ısrar edince çaresiz razı olmuşlar ve onu götürmüşler.

Misafir Cumhurbaşkanı oradaki bakımsız manzarayı görünce çok üzülmüş ve Özbekistan Cumhurbaşkanına “Siz de uygun görürseniz, Buhari’nin kabrini Endonezya’ya nakledelim size de bunun karşılığında kabrin bulunduğu taşın, toprağın ağırlığınca altın verelim” demiş. Özbekistan Cumhurbaşkanı; “Burayı derhal imar edeceğiz, çok yakında size burayla ilgili projemizi takdim ederiz” demiş ve teklifi kabul etmemiş.

Biz gidince içinde üç bin kişilik caminin de ve üniversite binalarının da olduğu külliye yapımı devam ettiği için içeriye giremedik. Büyük bir İslami İlimler Üniversitesi kuruluş aşamasındaydı. Büyük âlim bir ülkenin ihyasına nasıl vesile oluyor; yerinde görmek nasip oldu. Bir aziz misafirin sözü ne kadar tesir etmiş ve nelerin değişmesine vesile olmuş elhamdülillah.

Bazı ziyaretler

Bizi bu gezimizde en çok mesrur eden de velilerin ve âlimlerin kabirlerini ziyaret etmemiz oldu. Rabbim yolunda vuslata erdiren sayısız bahaneler, sayısız vesileler vardır. İşte o yollardan birisi de Nakşibendi yoludur. Ata topraklarında Nakşibendi piranının kabirlerini ziyaret edilip Fatihalar, Yasinler okumak, dualar eşliğinde onların hayat ve mücadelesinden bahisler dinlemek, onların güzel hatıralarını yâd etmek ne güzel bir manevi rızık oldu.  

Ondan fazla Allah dostunu ziyaret ettik. Hepsinin de kabrinin olduğu yerlerde, geniş bahçeler, cami ve türbeler vardı. Uzun bir yoldan türbelere veya camilere girerken, sağda solda mermer levhalara kazınmış ayet, hadis ve oradaki pirlerin sözleri sizi karşılıyor. Kubbeleri ise genelde Ravza-i Mutahhara’daki Yeşil Kubbe’yi çağrıştıran mimaride yapılmış. Adeta Mescid-i Nebevi’nin bir şubesi gibi sizi karşılıyor.

Devlet çok güzel bir çalışmayla değerlerini ihya etmeyi başarmış. Bunu belki turistik ve tanıtım amacıyla yapmış da olabilir. Çünkü nüfusa göre yeni yapılmış camiler az ve biz de rastlamadık. Ne yazık ki namaz vakitlerinde şehrin sokaklarından yankılanan ezan sesi duyamadık. Ses caminin içinde ve teras kısmında yerleştirilen küçük hoparlörlerden gelen miktarda olduğu için caminin çok yakınında ancak duyulabiliyor. Bizdeki gibi çok şerefeli yüksek minareler zaten hiç yok. Bol kubbe ve ancak caminin yanında geniş çaplı kot minareler sizi karşılıyor.

İtikatta mezhep imamımız Muhammed Maturidi Hazretlerini de ziyaret etmek nasip oldu. Kabrin bulunduğu türbe binası çok geniş, yanında camisi ve diğer müştemilatı özenle restore edilmiş. Sonrasında sahabe-i kiramdan Kusem bin Abbas radıyellahu anh’ı ziyaret ettik. İki Cihan Güneşi Resulullah sallelahu aleyhi ve sellem vafat edince, yıkanırken suyunu koyan ve kabre indirip ona son dokunan sahabi imiş. Nasıl bir iman, nasıl bir dert, nasıl bir aşk ki Medine’den ta Semerkant’a gelip, cihad edip şehid oluyor.

Bazı gözlemler

Rehberden öğrendiğimize göre, ülke dünyada yedinci sırada pamuk ihracatçısı ve altın madenciliğinde de ön sıralarda imiş. Yeni yeni sanayi gelişiyorken bir Amerikan şirketi üzerinde haç işareti olan otomobil fabrikasını buraya kurmuş. Bu yüzden en fazla o arabaları gördük. Nüfusu 35 milyon olan ülkenin büyük kesimi tarım ve hayvancılıkla uğraşıyor ve gelir seviyesi düşük, paraları çok değersiz. Bir ekmek dört bin som. Halkın yüzde doksandan fazlası Müslüman, gerisi gayrimüslim. Rejim laik demokratik cumhuriyet. Yetmiş senelik kominizim ve ateizm ülkeye çok büyük hasar vermiş.

Medreselerin olduğunu duyduk ama ziyaret programa alınmadığı için görme imkânımız olmadı. Okul bahçelerinde tesettürlü kızlar yoktu. Kadınlarda başı örtülü, erkeklerde sakalı pek göremedik. Bizde geride kalan 28 Şubat kışının henüz orada bahara dönüşmemiş olduğunu müşahede ettik. Yine de eskiye göre yeni yönetimin haklara daha saygılı olduğu söyleniyor.

Bütün gelişmemiş ülkelerde olduğu gibi, oranın da Yahudilerin tarlası gibi olduğunu, ticari hayatta Yahudilerin çok etkin olduğunu duyduk. Bu yüzden otel ve lokanta seçerken dikkat etmek gerekiyor. İçkili ve harama bulaşmamış olması tercih edilmeli. Bizi götüren tur şirketinin bu konuda fazla hassas olmadığını teessürle öğrenmiş olduk. Oysa dini referans alan bir cemaate bağlıydılar.

Üstelik rehberimiz tarikat pirlerini anlatmak ve dualar etmekle görevli, mektep medrese görmüş medyatik biri olmasına rağmen bu hassasiyetlerimizi gözetmedi. Zaten dört günlük birlikteliğimizde tanışma fırsatımız da olmadı. Tanışmak için birkaç teşebbüsüm olsa da akim kaldı. Maelesef doksan kişilik gurupta tanışmaya yönelik bir fasıl yoktu. Oysa Hucurat Suresi 13. ayette mealen; “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır” ikazı ve irşadı varken.

Böyle yerlerde soğukluk yerine samimiyet, ruhsuz anlatımlar yerine sıcak ve samimi anlatımlar olsa ne güzel olurdu. Bir önceki sömestr umresinde bize rehberlik yapan Ramazan Kayan Hoca ne kadar mütevazı, ne kadar cana yakın biriydi. Sohbeti de muhabbeti de insanı asr-ı saadete götürüyordu. Bir sabah kahvaltısında sırf bize ikram olsun diye hayli uzaktaki bir fırından sıcacık tandır ekmeği getirmesi, takdim etmesi gönül dünyamızın fethine yetti de arttı bile. Bir arkadaşın paylaştığı hayli manidar bir sözü naklederek sözü bitiriyorum: “Bize samimiyet lazım samimi niyet. Dili süslü, yüreği paslı insanlar değil.”

Recep Uzun/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Hayata farklı açılardan bak…

Bir olayı veya bir nesneyi ya da bir olguyu analiz ederken herkes bulunduğu pencereden, kendi …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.