Sevdiğim iki arkadaşla bir çay ocağının önünde otururken, tesettürlü bir kardeşimiz geldi, nazikçe bizim oturduğumuz yerden kalkmamızı istedi. Dükkânları karşıdaymış, bizim orada oturmamız dükkânlarına zarar veriyormuş. Hüsn-ü zan etmek ne kadar güzel şey ki hiçbir zaman böyle düşündüğümde zararım olduğunu görmedim. Ben; “Kalkalım,” dedim. Genç bir kardeşimiz biraz kızgın bir halde; “Hayır, kalkmayalım” dedi. Bu kardeşimizi; “Belki buradan kalkmamızda bir hayır vardır” diyerek ikna ettim.
Oturduğumuz yerden kalktıktan sonra, nereye gidelim diye düşünürken, kardeşlerimizden bir tanesi; ”Şu caminin avlusunda oturalım, sakin ortamda sohbet etmiş oluruz” dedi. Caminin önündeki çınar ağacının altında yalnız başına oturan bir beyefendi vardı. Müsaade istedik, çınarın altına biz de oturduk. Meğer beyefendi ile bizim arkadaşlardan birisi tanışıyorlarmış. Derken, hal hatır ettik, biraz sonra sohbeti koyulaştırdık.
Adam dertliymiş
Adamcağız sıkıntı içinde olduğunu söyledi ve “Ağzımdan çıkanların cezasını çekiyorum” diyerek anlatmaya başladı: “Köylü çocuğuyum, dokuz kardeştik, sofrada yemek yerken birbirimizin önünden almaya çalışırdık. Köydeki çalışma çok zordu. Ne yapıp etsem de şu köy hayatından kurtulsam diye düşünüyordum. Canımı dişime taktım, okudum ve öğretmen oldum. Çok dindar birisi değilim ama inançlıyım elhamdülillah. Bir gün ellerimi açtım: ‘Ya Rabbi, senden mal istiyorum, başka bir isteğim yok’ dedim. Bunu söylerken şöyle düşündüm: ‘Evlenmeyi, çocuk yapmayı ben yaparım, yeter ki malım olsun.’
Kısa bir zaman sonra meslektaşım olan bir hanımla evlendim ve güzel bir yuva kurdum. Görev yaptığım ilde helikopterle evine gelen bir zengin vardı, ona çok imrenirdim. Ara sıra şöyle derdim: ‘Allah’ım tüm zenginlikleri şu adama vermişsin, biraz da bana ver.’ Bazı yerlerde arsalarım vardı, onları satıp ticaret yaptım ve gayrimeşru herhangi bir şeye bulaşmadan kısa bir zamanda zengin oldum.
Bir tane oğlum oldu, bütün hedefim evladımı güzel bir şekilde yetiştirmekti. Onun için elimden geleni yapıyordum. Bir ara onu Anadolu İmam Hatip Okulu’na verdim. Az önce de belirttiğim gibi, dindar bir insan olduğumdan değil, sadece o okulların başarısını beğendiğimden, bir de okul müdürü hemşerim idi, onun için belli bir zaman orada okutmayı düşündüm. Birkaç yıl oğlum o okula devam etti, o sıralar İmam Hatiplerin önü kesildi, katsayı sorunu ortaya çıktı, ben de çocuğumu o okuldan aldım, Anadolu Lisesi’ne verdim.
Öyle bir dert ki
Bu arada oğlumun dersleri çok iyiydi. Yaşı 15-16’ya gelince evden hiç dışarı çıkmamaya başladı. Ben ne kadar ısrar ettiysem başarılı olamadım. Kendi halinde evde oturuyordu. Doğrusu beni korkular almıştı. ‘Bu çocuk bir gün barut gibi patlarsa ne yaparım?’ diye düşünüyordum ki tam da dediğim gibi oldu. Kendi kendine konuşmaya ve gülmeye başladı. Şüphelenip doktora götürdüm ama ne fayda ki yıllarım hastanelere, doktorlara gitmekle geçti fakat bir çare bulamadım. Üzüntüden kahroluyorum. Dükkânım var, annesiyle beraber orada duruyor. Kimseye bir zararı yok ama ben şöyle uzaktan ona baktıkça buz gibi eriyorum.”
Böyle konuşurken bana; “İşte şu giden benim oğlum” dedi ve eliyle gösterdi. 1,80 boylarında, yakışıklı, gerçekten yiğit bir delikanlıydı. “Şimdi gidiyor, sadece midesini düşünüyor, ona baktıkça hayat bana zindan oluyor.” Öğretmen arkadaş konuşurken hem çok üzüldüm hem de bu sahneyi bize hazırlayan Allah celle celaluh’tan gönülden yardım istedim. “Demek ki bizim az önce oturduğumuz yerden kalkmamızda bir hayır varmış,” dedim. Arkadaştan birkaç kelam etmek için müsaade isteyerek söze başladım:
“Önce şunu aklımızdan çıkarmamalıyız ki dünya denen bu kısacık ömürde dertsiz kul yoktur ama herkes kendi derdine büyük dert der, imtihanın bir sırrı olsa gerek. Birkaç gün önce Devlet Hastanesi’ne gitmiştim, bir vatandaşın kucağında iki çocuk gördüm. Çocuklarını kucağından indirmiyordu. Birisinin ağzını temizlerken diğeri ağlayıp duruyordu. Biraz onu seyrettim…
‘Allah Teâlâ yardımcın olsun, bu çocuklar kaç yaşında?’ diye sorduğumda, meğer adamcağız da konuşacak birini arıyormuş: ‘Benim çilem sadece bunlar değil, iki tane de aynen böyle evde var, onlara da annesi bakıyor. Bunlar beş taneydi, geçenlerde birisi vefat etti. Allah’a yalvarıyorum, benim imtihanımı kolay etsin, diye. İnşallah sabrım bitip de isyana düşmem. Bu çocuklara bakmak ne ki ya isyankâr bir kul olarak bu yalan dünyadan gidersem benim halim ne olur!’ dedi ve gözlerinin yaşlarını silmeye çalıştı.”
Birkaç tavsiye
Bunları anlattıktan sonra öğretmen arkadaşa: “Biraz da bu insanın halini düşünün, sizin halinizle onunki arasında ne kadar fark var. Allah celle celaluh beterin beterinden saklasın” dedim ve ekledim: “Hem insan vücudu çok tahammüllü değildir, biraz daha kendinizi üzerseniz Allah korusun, siz de dengenizi bozarsınız,” O ara söze katıldı: “Zaten dengem bozuldu.”
“Bu haliniz çok iyi. Belki gelecek günleriniz daha kötü olabilir, aman Allah korusun, elden ayaktan olur, hastane kapılarında ziyaretçi bekler durursunuz. Biraz metanetli olun. Eğer kabul buyurursanız size birkaç tavsiyem olacak” deyince; “Buyurun,” dedi. Ben de şu tavsiyeleri sıraladım:
1- En kısa zamanda eşiniz ve oğlunuzla birlikte umreye gidin. Unutmayın, her derdin bir çaresi vardır. Ben inanıyorum ki Medine’ye vardığınızda çok rahatlayacaksınız. Ümitleriniz, hayalleriniz yeniden filizlenecek, şâfî olan Allah’ın “sevgilim” dediği o güzel insan Hazreti Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem’in diyarı, belki sizin gibi nice hasta gönüllere çare olmuştur.
2- Hemen Kur’ân-ı Kerîm okumayı öğrenin. Sakın “yaşım geçti” falan demeyin, o her yaştaki insanın kolayca öğreneceği bir kolaylıktadır.
3- Namazlarınızı sakın kazaya bırakmayın. Kısa zamanda oğlunuz iyi olmasa bile sizin bu gibi olaylara bakışınız değişecek ve sabırla imtihanı kazanma yoluna gideceksiniz.
Duaya dikkat
Ben böyle söylerken öğretmen bey tekrar en başta söylediği sözleri hatırlatarak: “Ben hata yaptım, hiç Allah’tan öyle istekte bulunmak olur muydu? Ben kimim ki sen bana mal ver ben çocuk yaparım diyeyim!” dedi. “Her insan hata yapar, önemli olan hatadan vazgeçip de yeni hatalar yapmamaktır,” diye arkadaşı teskin etmeye çalıştım. Onunla konuşurken aklıma çok şey geldi ama hepsini bir arada konuşmak istemedim.
Hazreti Eyüp aleyhis selam’ın hayatını okumuş olsak herhalde bizim dertlerimizi gözümüzde büyütmeyiz. Zenginken elinden önce malı, daha sonra gücü-kuvveti gitmiş ve eşi ona bu yaşlı haliyle bakmaktan aciz duruma gelmiş. Yıllar sonra Allah celle celaluh, ayağının altından çıkardığı su ile onu tekrar sıhhatli haline çevirmiş.
Tarih böyle ilginç sahnelerle doludur. Bazen bunları anlatırken itiraz edip “Efendim aynı olaylar şimdi niye olmuyor?” diyenler çıkıyor. Aslında tarih her zaman tekrar ediyor da insan gaflet içinde olduğundan olayların tahlilini yapamıyor. Bir zamanlar böceklerle, sellerle, rüzgârlarla çeşitli çeşitli felaketler olmuş. Nemrut gibi bir zalim, bir sinekle ölmüş. Aslında aynısı şimdi de var. Son zamanlarda kene diye bir şey çıktı. Daha dünyanın hiçbir yerinde keneden kurtulma ilacı üretilemedi. Belki ileriki yıllarda ona da çare bulunur fakat o zaman da başka şeyler çıkar.
Mülkün sahibi olan Allah celle celaluh insanlığı acze düşürerek; “Sizin ilminiz, malınız, makamınız, aslında çok basit de siz farkında değilsiniz, asıl güç imandadır” demek istiyor. Bunu böyle anlarsak varlıklı olunca malın sahibi olduğumuzu düşünüp o malı sahiplenmeyiz; biliriz ki malın sahibi Allah Teâlâ’dır. Kul ise sadece nöbetçidir.
Sonuç ne oldu?
Evet, öğretmen arkadaş bizi nerelere götürdü. Ayrılırken arkadaşlara: “Bizim yazdığımız kitaplardan bu arkadaşımıza verelim, belki faydalı olur” dedim. “Siz kitap da yazıyor musunuz?” dedi. “Evet, bazen bir şeyler karalamaya çalışıyorum. Allah Teâlâ’nın bana ikram edip verdiği şeylerin karşılığını da kullardan beklememek için de bol bol dua ediyorum.”
Bu yazıyı okuyan kardeşlerimin aklına hemen şöyle bir soru gelecektir: “Peki, sonuç ne oldu?” Sonucu bir anda beklemek yanlış olur. Bir ağaç dikiyorsunuz da yıllarca emek verdikten sonra onun meyvelerini alıyorsunuz. Hani anlatırlar, 90 yaşında bir amca bir gün bir meyve ağacı dikerken, devlet erkânından birisi: “Amca bu yaşlı halinde ne yapıyorsun? O ağacın meyvesini ne zaman alacağını hesap ettin mi?” diye sormuş. İşte bu soruya yaşlı amca: “Bizim yediğimiz meyvelerin ağaçlarını biz dikmedik, bizden öncekiler dikmişler. Bizim diktiğimiz ağaçların meyvelerini de bizden sonrakiler yer” karşılığını vermiş.
Aynen bu misal gibi biz görmesek bile ümit ediyorum ki bir gün öğretmen kardeşime Allah’ın yardımı ulaşır ve o sıkıntılardan kurtulur. Bütün darda kalanlara Allah celle celaluh acilen şifalar versin. Bizlere düşen en önemli görev bol bol dua etmektir. Günahsız ağızların duası kabul olur, yani birbirimize ettiğimiz duaları Allah celle celaluh boşa çevirmez. Yeter ki dua ederken ne istediğimizi ve kimden istediğimizi iyi bilelim.
Unutmayalım ki Rabbimizden ümit kesilmez. Ayet-i kerimede ne güzel buyuruluyor: “Kullarım, beni senden sorarlarsa, bilsinler ki gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O halde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” {Bakara,186}
Geylani Akan/ İrfanDunaymiz.com
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.