Bayram bir gönül seferberliği…

Son Nefes, İmandan İhsana Tasavvuf ve Nebiler Silsilesi gibi onlarca kıymetli eseri ilim ve irfan dünyamıza kazandıran Osman Nuri Topbaş Hocaefendi 2011 yılının Ekim ayında İstanbul Gürpınar’da bir sünnet merasimine katılmıştı. Muhterem Hocamızın orada yapmış olduğu konuşmayı kaydettim ve yazıya aktardım. İstifadenize arz ediyorum efendim.

Nesli eğitmenin en önemli vazifemiz olduğunu hatırlatarak sözlerine başlayan Hocamız şunları söyledi: “Toplum ne tarafa meyletmişse gelen nesiller de o tarafa doğru meyleder. Çocuk hayran olduğu kimseleri taklit eder. Ve en çok neyi seyrediyorsa, kalbine o tesir eder. Televizyonda gördüğü menfi filmlerin tesiri altında kalır veya internetin çıkmaz sokaklarında kaybolur. Bunun için en mühim mesele nesli eğitebilmek. Bu konuda anne babalara iş düşüyor, topluma iş düşüyor ve nimet verilen kimselere iş düşüyor. Kendisine lütfedilenleri bu gayede kullanmış mı?”

“Bugün, gayret edenler için çok bereketli bir devirdeyiz, arkada kalanlar ve ferdi yaşayanlar için ise çok mesuliyetli bir devirdeyiz” diyerek sorumluluklarımızın üzerinde duran Hocamız konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bu dünya büyük bir imtihan dershanesi. Ders kitabı Kur’an-ı Kerim. ‘Ya eyyühellezine amenu’ yani ‘Ey iman edenler’ diye başlayan ayetlerle Cenab-ı Allah devamlı talimat veriyor. Haşr Suresi’nde; ‘Ey iman edenler, Allah’tan korkun. Herkes yarın ne hazırladığına baksın’ (ayet 18) buyruluyor. Ayetin devamında; ‘Allah’tan korkun Allah yaptığınızdan haberdardır’ buyruluyor. Bir sonraki ayette; ‘Allah’ı unutan, Allah’ın da kendilerini unutturduğu kişiler gibi olmayın’ buyruluyor. Zahir ve batında zirve olan Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretleri diyor ki: ‘Ben hiçbir amelime güvenmiyorum. Ancak Rabbi’min merhametini umuyorum.’ Kul daima iltica halinde, bir dua halinde olmalı.”

Bayramların içtimai sevinçlerimiz olduğunu ifade eden Hocamız bayramlara dair şunları söyledi: “Bayramlar kardeşliğin toplum planında yaşandığı mübarek vakitlerdir. Rıza-yı ilahiyi tahsil günleridir. Yanık yüreklilere, kimsesizlere, biçarelere cennet serinliği veren mânevî ziyafetlerdir. Bayram bir gönül seferberliğidir. Nefsani hayatın zorlamasıyla bayramları tatil devri gibi anlama temayülü var. Oysa bayramlar içtimai anlamda bir buluşma ve kaynaşma zamanlarıdır. Tek başına Bayram Namazı kılamazsın, tek başına bayramlaşamazsın; bayramlar müşterek sevinçlerdir. Bayramlar Yaratan’dan ötürü yaratılanlara sevgi, şefkat ve merhametle yardım götürme mevsimleridir. Akrabadan başlar, çevreye doğru gider. Mazlumların, kimsesizlerin ve mustariplerin gönlünü almakla bayram ihya edilir. Hazreti Musa aleyhis selam soruyor: ‘Ya Rabbi seni ben nerede arayayım?’ Kendisine; ‘Ya Musa beni kalbi kırıkların, masumların, kimsesizlerin ve gariplerin yanında bulursun’ buyruluyor. Behlül Dânâ Hazretleri; ‘Gerçek bayram yeni giysi giyenlere değil, Allah’ın azabından emin olanlaradır’ der. Esas bayram mü’minlerin takva imtihanından muvaffakiyetle Hakk’ın huzuruna çıktıkları gündür. Esas bayram son nefesin bir şeb-i aruz haline gelebilmesidir.”

Kevser Suresi’nde Rabbimizin namazı ve kurbanı emrettiğini hatırlatan Hocamız sözlerine şöyle devam etti: “Kurban emri Hicret’in ikinci yılında emrolundu. Büyük bir cemaat geldi, Efendimiz; ‘Kurban etlerini saklamayın’ dedi; ‘Üç günden sonra kimsenin evinde kalmasın’ dedi. Sonra kurban etleri bollaştığı zaman Efendimiz; ‘Saklayabilirsiniz’ buyurdu. Buhari’de geçen bir hadis-i şerifte sallellâhü aleyhi ve sellem Efendimiz; “Hazreti Cebrail aleyhis selam bana komşu hakkında o kadar aralıksız tavsiyede bulundu ki komşuyu varis kılacağını zannettim’ buyurmuştur. (Buhari, Edeb 28; Müslim, Birr 140, 2624; Ebu Davud, Edeb 132, 5151; Tirmizi, Birr 28) Bugün de dünya artık birbirine komşu oldu. En uzak yer uçakla yarım gün. Demek ki Allahü âlem bir komşuluk meydana geldi. Kurban Bayramı’nda dünyanın her tarafındaki insanlarla bayramlaşma kurban vesilesiyle oluyor. İnsan vacib kurbanını evinde kesmelidir. Ama bunun dışında sadaka ve nafile kurbanını da bu uzak yerlerdeki kardeşlerimize göndermelidir. Biz onların da duasına muhtacız. Somali’den âlim bir zat gelmişti. ‘İnanın’ dedi; ‘Kurban Bayramı’nı bekleyen çok mağdur insanlar var orada.’”

Abdullah bin Mübarek’in tabiinden bir zat olduğunu söyleyen Hocamız onun Hanefi mezhebindeki sayılı fakihlerden olduğunu ifade ettikten sonra şu menkıbeyi nakletti: “Abdullah bin Mübarek; ‘Hac yaptım’ diyor; ‘Bir yakaza halindeydim yani uyku ile uyanıklık arasında bir haldeydim. Melekler birbiriyle konuşuyordu. Biri diyordu ki, bu sene altı yüz bin kişi hac yaptı, hiçbirinin haccı kabul olmadı. Öbür melek diyordu ki, Şam’da Ali bin Muvaffak isimli bir kişinin ameliyle bütün hacıların ibadeti kabul oldu.’ Abdullah bin Mübarek; ‘Hem hac yapmıyor hem de onun sayesinde huccacın haccı kabul oluyor; bu nasıl bir hadisedir’ diye düşünerek bunu araştırmaya karar veriyor. Şam’a gidiyor, Ali bin Muvaffak’ın kapısını çalıyor. Ali bin Muvaffak; ‘Dünyaca meşhur böyle büyük bir zat benim kapıma gelmiş’ diyerek düşüp bayılıyor. Sonra ayılınca Abdullah bin Mübarek Hazretleri; ‘Siz ne amel işlediniz ki huccacın ibadeti kabul oldu?’ diye soruyor. Ali bin Muvaffak: ‘Hacca gitmek için otuz sene hac parası biriktirdim. Bir gün komşudan bir et kokusu geldi. Gittim; ‘Bizim Hanım hamile bir lokma et bana verebilir misin’ dedim. O da dedi ki; ‘Bu bize helaldir ama size haramdır. Çocuklar günlerdir aç, ben de bir şey bulamadım, bir ölü hayvan bulup ondan kestim bu eti. Biraz daha avutabilirsem çocukları avutacağım, bir helal rızık gelmezse bu eti yedireceğim onlara’ dedi. Ben de otuz sene biriktirdiğim bu parayı o kullara infak ettim. Benim yaptığım bundan başka bir şey yok.”

“Nefsin mayasında faniliğe isyan var. Enaniyet her yerde bizi yokluyor” diyerek nefsin hilelerine de değinen Hocamız konuşmasının devamında şunları söyledi: “Dindar insanları da yokluyor. Nefsani hayat kibir veriyor. Fücurun fârik vasfı benlik, takvanın fârik vasfı hiçlik. Ahmed Er Rufai Hazretleri der ki: ‘Şu üç sıfatla muttasıf olanlar Hak dostu olamaz.’ Kim bu üç sıfatla muttasıf olanlar? 1. Ahmak; yani nefsani arzunun tahakkümü altında yaşıyor, önüne perde çekilmiş. Ahmağın durumu bu! 2. Cimri; yani kendisine ahiret sermayesi olarak verilmiş malın kendisinin olduğunu zanneden kişi. 3. Kibirli; yani Cenab-ı Allah’ın kibriya sıfatına ortaklık yapmaya kalkıyor. Cenab-ı Allah’a teşekkür edeceğine, Sen Yarabbi diyeceğine ben diyor.”

Helal lokmanın önemine değinen Hocamız konuyla ilgili şöyle bir hassasiyetten bahsetti: “Şah-ı Nakşibend’e bir talebesi kendisinde takva halinin kaybolduğunu söyledi. O da dedi ki: ‘Yediğin lokmanın helalden olup olmadığını araştır.’ Talebesi, araştırınca yediği yemeği pişirdiği ocakta helalliğinden şüphe ettiği bir parça odun yakmış olduğunu anladı. Bahaeddin Nakşibend çoğu zaman yemek pişirme ve sofra hizmetlerinde bizzat çalışırlardı. Yemek yerken uyanık olmak ve kalp huzurunu sağlayabilmek için dervişlere devamlı tavsiyelerde bulunurdu. Tefekkürle yemek yeme konusunda çok hassas davranırlardı. Müridleri ile yemek yediği vakit onlardan biri bir lokmayı ağzına gafletle götürse onu yumuşak bir üslupla ikaz ederdi. Bir lokmayı bile gafletle yemelerine gönlü razı olmazdı. Rızık hem helal olacak hem de bir tefekkür hali ile yenecek. Bir yemek öfkeyle veya gönülsüz olarak pişirilmişse onu yemezler, talebelerinin yemesine de razı olmazlardı; ‘Bu yemekte zulümat/ karanlıklar var bizim ondan yememiz münasip değildir’ derlerdi. Bir gün bir şehre gitti. Bir derviş yemek ikram etti; ‘Bu yemekten yememiz münasip değildir. Hamuru yoğuran ve bunu pişiren kişi öfkeli ve gafil idi’ dedi. Eğer bir kepçeyi öfkeli ve gönülsüz olarak bir çömleğe soksalar Hâce Hazretleri o yemeği de yemezlerdi. ‘Öfke, gaflet, gönülsüzlük ve zorla yapılan işte hayır ve bereket yoktur. O işe nefsin hevâsı ve şeytan karışmıştır’ buyururlardı.

Yine bunun bir misali: Şah Nakşibend Hazretleri bir defasında abdest için ısıtılan suyu malayani sözlerle ocağa koyan müridlerine şu nasihatte bulunmuştur: ‘Gafletle pişirilen yemekten yiyen ve gafletle ısıtılan suyla abdest alan kimsenin gönlüne zulümat ve gaflet gelir.’ Yükseldikçe hassaslık da artıyor.”

Muhterem Osman Nuri Topbaş Hocamızın bilhassa son aktardığı gafletle pişen veya hazırlanan yemeklerin insana iyi gelmeyeceğine dair sözlerini ilgiyle dinledim. Bundan anladığım sıkıntı ve stresle pişen, gafletle hazırlanan, besmele uğramayan yemeklerin insana menfi tesirler edebileceğidir. İnşallah Allah Teâlâ lütfuyla bizlerin de seviyesini yükseltir de benzeri hassasiyetleri kavrayan ve kazananlardan oluruz. Her ne kadar bu düzeyde olmasak da en azından çarşılarda, pazarlarda rastgele kimselerin pişirdiği yiyeceklerden uzak durmaya çalışabiliriz.

Bu güzel sohbeti sizlere aktarmakla sizleri çağımızda kurulan bir irfan sofrasına götürmüş oldum. Şimdi de sizleri Rufai dervişlerinin irfan sofrasına götüreceğim. Buyurunuz.

Aydın Başar, İrfan Yolculuğu, Asalet Yayınları, İstanbul, 2020, 24-28

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Selât-ü selam hassasiyeti…

Yüce Allah, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in kendi katındaki değerinden dolayı ona salat-ü selam …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.