Yüksek İslam Enstitüsü’ne kaydımızı yaptırmıştık ve Kaynarca’da babamla birlikte köylümüz Hacı Ahmet Ok Abi’nin evinde misafir kalıyorduk. Rahmetli Ahmet Ağabey’in mangal gibi yüreği, korkusuz, gözünü budaktan sakınmayan bir karakteri vardı. Aynı zamanda da merhametli, çok müthiş hayırsever, bir gariban ya da mazlum gördüğünde içlenip, duygulanıp, ağlayacak kadar da gönlü yumuşak bir kişiliğe sahipti.
Hacı Ahmet Abi babamda yanımda olduğu halde bana şöyle bir teklifte bulundu: “Rüstem oğlum sana şöyle bir şey söylemek isterim. Benim üst katımdaki daire kardeşime ait, fakat kardeşim ailesiyle birlikte Almanya’da işçi olarak çalışıyor, burası boş duruyor. Kardeşimin eşyalarını odalardan birisine koyar kapısını kapatırız, evin diğer bölümleri sana yeter. Orada yatar, kalkar, kalırsın. Senden ücret talep etmem, bana dua edersin. Okul bitinceye kadar da orada kalmaya sana müsaade ediyorum” dedi. “Babamla siz kendi aranızda görüşün bir karara varın, ben vereceğiniz karara razıyım Hacı Abi” dedim. Neticede orada oturmaya başladım.
İlk görüşüm
“Ahmet Abi bizim köylümüzdür” demiştim daha önce. Babası merhum Hacı Mustafa Amca köyümüzde küçük bir bakkal işletirdi. Hepsi rahmetli oldular, Allah Teâlâ rahmet eylesin. Ahmet Abi babama ve amcamlara “dayı” derdi hitap ederken… Merak ederdim meğer benim büyük dedelerimin kız kardeşlerini onların dedeleri alarak evlenmiş, akraba olmuşuz, onun için saygıdan dolayı bizimkilere hep dayı diye hitap ediyorlarmış.
Köyümüzde çok sayıda bakkal olduğundan, rahmetli Mustafa Amca köydeki bakkalı devredip Güce dediğimiz 5 km ilerdeki bir beldeden bir dükkân satın almış ve oraya taşınmıştı. İlkokulu bitirip 1969’da köyümüze araba yolu geldikten sonra, annem Güceli olduğundan, dayılarım, kuzenlerim, anneannem de Güce’de olduğundan onları özler, bazen kaçamak yaparak Güce‘ye giderdim.
Ahmet Abi’yi ilk defa bir yaz günü Güce‘ye gittiğimde babasının dükkânında gördüm ve tanıdım. Boylu poslu, başında fötr bir şapka, faulleri ile bıyıkları birleşmiş, haşmetli görünüşlü bir insandı. Kapıda kocaman bir motosiklet duruyordu, hayatımda ilk defa motosiklet görüyordum, meğer bu motor Ahmet Abi’ye aitmiş. Ahmet Abi o motorla Almanya’dan yola çıkıyor, binlerce km yol kat ederek taa memleketi Güce’ye kadar geliyormuş. 1970’lerde yollar bugünkü gibi değildi, tabi ki daha bozuktu, daha namüsaitti. Buna rağmen Ahmet Abi bu kadar yolu motosikletle gelme cesaretini gösteren nadir, cesaretli bir insandır.
Polisiye bir hayat
Ahmet Abi’yle İstanbul’da 1981’de tekrar yollarımız kesişmeden önce, adı Almanya’da yaralamalı bir suça karışıyor ve kırmızı bültenle yurt dışı edilmek üzere polis tarafından aranmaya başlanıyor. İnşaatta çalışan Ahmet Abi’nin yanı başında bir çanta radyosu var; radyodan haberleri dinliyor, çünkü her an kendisiyle ilgili bir anons duymayı bekliyor.
Yine bir gün inşaatta çalışırken radyodan arandığı anonsunu duyar duymaz, belindeki keser torbasını dahi çözmeden ailesine ve yakınlarına haber vermeden apar topar doğruca havaalanına koşuyor. Artık kimlik mi değiştiriyor bir arkadaşıyla; ya da nasıl yapıyor tam orayı hatırlayamıyorum; yabancı bir hava yollarının uçağına binerek Almanya’yı terk etmeyi başarıyor. Anlattıklarım polisiye film senaryoları gibi değil mi?
Kaynarca’da oturduğu evin arsasını satın alıyor. Fakat Almanya’dan kaçtığı anlaşılınca, Türk polisi ile İnterpol aracılığıyla Almanya’daki İnterpol’ün irtibat kurup arandığını bildiğinden, arsayı bir süre atıl bırakarak Bursa Karacabey’deki bacanağı ve baldızına sığınıyor. Anlattığım bu polisiye roman gibi olayları Ahmet Abi rahmetli olmadan önce bizzat kendisinden dinlemiştim. Aklımda kaldığı kadarıyla sizlerin de okuyup, ibret alması için nakletmeye çalışıyorum.
Ev yaptırmış
70’li yılların ortasında Ahmet Abi Karacabey’den kılık değiştirerek polislere, etrafına çok dikkat ederek feribotla Kaynarca’da satın aldığı arsaya ara sıra gelip üzerine inşaat yapmaya başlıyor. Rahmetlinin bana anlattığına göre polis inşaatta çalıştığını haber almış, inşaatını birkaç kez basmış. Ahmet Abi hemen bunu fark eder etmez, inşaatın arka tarafından atlayarak yakalanmadan kaçıp yine izini kaybettirmiş. Bütün zorluklara rağmen azmetmiş, üstesinden gelmiş ve bodrum dâhil sanıyorum altı katlı binayı şu an olduğu yere yapmayı başarmış.
Binanın en alt katı, bodrum, giriş katı, dükkân, dükkânın üstünde merhum Timurtaş Uçar Hoca’nın kayınpederi ailesiyle oturuyor. Onun bir üstünde Hacı Ahmet Abim (merhum) oğulları eşi ve torunları ile beraber oturuyordu. Ahmet Abi’nin üst katında da ben deniz oturuyordum. Benim de üst katımda Mardinli bir çocuklu bir aile oturuyordu. En üst çekme katta ise Trabzonlu meşhur kung fu hocası Yılmaz Aydın Beyefendi oturuyordu.
Apartman çok güzel bir yere kondurulmuştu. Karşımızda Marmara denizi ve Pendik- Kaynarca Tersanesi’nin vinçleri gözüküyordu. Ayrıca bina önünde ağaçlar, çimenler mevcuttu yani piknik yapılabilecek, insanı bakınca rahatlatacak bir görünümü vardı.
Ayşe Abla tertipliydi
Ahmet Abi’nin eşi merhum Ayşe Abla çok naif, çok akıllı, çok evcimik, çocuklarına, eşine çok düşkün bir hanımefendiydi. Rahmetli çok prensipli bir insandı. Keçilerini otlattıktan sonra onları sular, bodrumdaki özel kafeslerine koyduktan sonra, tekrar sütlerini sağar, sabahleyin kahvaltıda sanıyorum onların sütünü, peynirini, yağını yerlerdi. Ayşe Abla çok çalışkan bir insandı.
Ayşe Abla’nın imrenilecek yönlerinden birisi de yemeklerini saatinde vakitlice hazırlamasıydı. O evde yemeklerin belli bir vakti olurdu. Ayrıca namazları da hiç geçirmeden ezan okunur okunmaz vaktinde kılardı. Eşi gibi Ayşe Abla’nın da gözü pekti. Az konuşan, fakat adaletli, hakkını da kimseye yedirmeyen, hakkını müdafaa eden, çocuklarına nasihat eden, torunlarını çok seven bir kişiliği vardı. Allah gani gani hepsine rahmet eylesin, mekânları cennet olsun. Rabbim taksiratlarını bağışlasın.
Ben öğrenciyken tabii üst katta yalnız oturuyordum. Ayşe Ablam ara sıra zile basar, benim evi teftiş etmeye gelirdi. Etrafın çok düzgün, eşyaların düzeltilmiş olduğunu görünce; “Aferin evladım, işte hep böyle olmalı, sen böyle düzgün yaşarsan yarın evlendiğinde eşine de çok bir iş kalmaz” diyerek latife ederdi.
Ailenin diğer fertleri
Ayşe ablanın oturduğu evde büyük oğlu Metin, bir de küçük oğlu Beytullah vardı. Metin kardeşimiz evliydi, dört tane Allah bağışlasın çocukları var idi. Birisi kız, üçü erkekti. Yavuz çocukların üç numarasıydı sanıyorum. Metin kardeşim ve küçük kardeşi Beytullah uzak doğu sporları ile ilgilenirlerdi ve Yılmaz Aydın’ın gözde öğrencileriydi. Çocuklukları Almanya’da geçmişti. Çok güzel Almanca konuşurlardı. Ayşe Abla da hakeza öyleydi. Bazen kendi aralarında Almanca konuştuklarına şahit olurdum.
Ayşe Abla’nın gelinin ismi de Ayşe’ydi. O evde çok güzel köy yemekleri yapılırdı. Bazen beni de davet ederlerdi; hep beraber yerdik, çok hoşuma giderdi. Ahmet Abi’nin kocaman büyükçe bir odası vardı; orayı mescid olarak düzenlemişti. Mescidin bir tane kıbleye karşı mihrabı, abdest almak için oturaklı bir musluğu, çok güzel kitapları olan bir kütüphanesi vardı. İçinde cübbesi, sarığı hepsi mevcuttu. Ahmet Abi aile efradına imam olur hep beraber namaz kılarlardı. Müsait olduğum zamanlar bazen, ben de inerdim. Orada bazen de saatlerce oturup sohbet ettiğimiz olurdu.
Hacı Ahmet Ok Abi eşi Ayşe Teyze ve meşhur vaiz Timurtaş Uçar Hocaefendi; hepsi de rahmetli oldular. Rabbim taksiratlarını bağışlasın. Mekânları cennet olsun. Bütün ölmüşlerimize de rahmet ile muamele eylesin.
Rüstem Kılıç/ İrfanDunyamiz.com
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.