Kerime Yenge cömertliğe doymazdı

Annemin babası Hacı Mustafa dedem ile Babamın babası Hacı Ali dedemlere akraba olan Hüseyin Dayı (Ürün) ve eşi Kerime Yenge’yi anlatmadan önce, bu akrabalığın öncelikle dostluk ve arkadaşlıkla başladığını söylemek gerekir. Zira Hüseyin Dayının ailesi Yunak’tan çıkıp Tuz Gölü‘ne giderken, yol üzerinde köyümüz Hacıfakılı ve Çetinkaya yaylasına uğrarlar, dinlenirler, kalırlar, nefeslendikten sonra yollarına devam ederler.

Dedelerim de satmak için yanlarına aldıkları tereyağı ve peynir gibi maddeleri alırlar, Akşehir’e yakın olan Sultandağı’na giderler. Giderlerken de, Hacıfakılı’dan yola çıkan Dedemler, yolda Yunak’a uğrarlar. Oraya yerleşmeden önce kimseleri bulunmadığı için, Hüseyin Dayıların (Ürünlerin) evlerinde kalırlar.

Sultandağı’na götürdüklerini takas yaparak kurutulmuş meyveler (kak), “çir” denilen kurutulmuş erikler satın alıp geri dönerler. Daha sonraları Dedemler, köyden Yunak’a taşınmayı düşünürler. Ancak küçük yerlerin birtakım sıkıntıları olur düşüncesiyle Akşehir’e gitmeye karar verirler.

Ürünler ailesi ise, sevgilerinden dolayı Dedemlerin Akşehir’e taşınmalarını istemezler. Yunak’ta kalmalarını isterler, kendilerine “yabancı” olarak bakılmayacağını ve bunu temin edeceklerine ifade ederler. Nitekim kader onların arzularına göre tecelli eder, bizimkiler de Akşehir yerine Yunak’ta ikamet etmeyi seçerler.

Bunun sonucunda gelişen olaylarla birlikte, hemen Çetinkaya sülalesi ve Ürün ailesi arasındaki ilişki ve dostluk daha da gelişir, akabinde hısımlık olur, nihayetinde iki sülale için yüz yıla yakın bir tarih geride bırakılır.

Üzüldüğün şeye bak

Kerime Yenge’nin kocası Hüseyin Dayı, tarla alacak, ancak bir sıkıntısı var. Parası yanında değil, yakın ilçe Akşehir’de bulunmaktadır. Tarlayı satacak olan kişi, parasını hemen nakit olarak istemektedir. Hüseyin Dayı, Yunak’ın ana caddesinde kafası önde bunları düşünürken, Hacı Mustafa Dedemin veya Hacı Ali Dedem’in manifatura dükkanının önünden geçer. (Zira her ikisinin de manifatura dükkanları var.)

Dedem, ondaki bu mahzun ve buruk hali görünce, hemen seslenir Hüseyin Dayı’ya. O, dükkânın içerisine girdiğinde, Dedem halinin neden düşünceli olduğunu sorar. O da içinde bulunduğu sıkıntılı durumu anlatınca, Dedem bunun için mi üzülüyordun der. Kasasını açar, tarla için gerekli parayı verir, git satın al der. O da tarlayı geciktirmeden hemen satın alır. Bir müddet sonra, Hüseyin Dayı, aldığı ödünç parayı, bekletmeksizin öder. Bu yardımdan dolayı, Dedemlere çok dua eder. Ancak Hüseyin Dayı, Dedem’in kendisine yaptığı iyiliği hayatı boyunca hiç unutmaz. Çocuklarına bu yardımlaşma olayı anlatır. Nesilden nesle bu hadisenin anlatımı devam eder. 

Sütü yoğurdu paylaşır

Esas konumuz eşi Kerime Yenge’ye gelince, onun üç özelliği öne çıkar. Bunlardan birisi, koyunlarını sağmak ve sevmek, diğeri ise, güzel yemek yapmak, üçüncüsü ise sağdığı koyunların sütünden yaptığı yoğurt ve pişirdiği güzel yemekleri insanlara göndermesi veya evinde ikram etmesidir. O, adeta dağda süt sağan genç kız, yani berivandır. Yaptığı yoğurt, tereyağı, baklava ve diğer yemeklere yüreğinin sıcaklığını ve sevgisini koyduğu için, ürettiği her şey tatlı ve lezzetlidir.

Kendisine isminden ziyade “Pıti” denilen Kerime Yenge, bu hitaptan dolayı herhangi bir itirazda bulunmaz. Kendisine böyle seslenilmesinin sebebi ise, “çıtı pıtı” sözünden kaynaklanır. Bebek yüzlü, çok güzel, minyon tipli olması, böyle bir yakıştırmaya neden olur. Anlatılanlara göre yüzünde doksan dört yaşında bile hiç buruşukluk olmamış, o masum ve güzel yüzlü varlığını korumuştur. Yüzü ay parçası gibi sağlam, yılların yıpratmasına maruz kalmamıştır.

O, ismiyle uyumlu bir şekilde cömert birisidir. Zira kendinden vermiş ve paylaşmış… Sofrasını, ürettiği sütü, yoğurdu ve yağı tanıdık ve tanımadık herkesle paylaşmış bir hanım derviş gibidir. Yardımda her tarafa eli ulaşan erdemli bir Anadolu kadınıdır. Hem çok temiz, hem de çok cömert bir gönül insanıdır. Çok temiz, hijyene önem veriyor. Çörek, börek, peynir yapıyor, yağ topluyor, hazırlıyor, biriktiriyor. Biriken katıkları da hem ev halkı ile hem de insanlarla paylaşıyor, dağıtıyor, infak ediyor….

Kocasına, ailesine ve çocuklarına çok düşkün olan Kerime Yenge’nin, babasının evinde kalmayan kardeşi Cemal bile onun evinde, yani eniştesinin evinde yaşamayı tercih etmiştir.

Hediyelik patikler

Görümcesi Dudu Yengem ve kocası Hamit Dayım için, onlar evine gelmeden önce hediyesini, çikolatasını hazırlar ve hediye eder. Dudu Yengem, onun için görümcesi olmasına rağmen, ana kız gibi olduklarını anlatır. Gelin ile görümce arasında sıkça karşılaşılan mesafeli tavır, onlar arasında hiç yaşanmaz. Bilakis Dudu Yengem, kendi yengesi Kerime’yi annesi gibi sever, saygı gösterir ve ziyaret eder. Onun anlattığına göre, ölenlerin arkasından kim aklına gelirse, ona dua eder ve hayrına okur. Ağzı dualı, cömert ve çok güzel yemek yapan birisidir Kerime Yenge.

Kerime Yenge, çorap örer, renkli renkli güzel çoraplar örer. Çok güzel olan bu patikleri herkese hediye eder. İnsanlar bu sıcak, samimi ve insanın içini ısıtan patiklere büyük değer verir; ayaklarına geçirmeye ve kullanmaya kıyamaz, değerli ve nadide bir biblo gibi evlerine asarlar.

Patik örüp bunları hediye eden Kerime Yenge, bazılarına da eşarp hediye eder. Bazı zamanlarda gelenlere elbiselik verir.

Sürekli veren, dağıtan, paylaşan ve infak eden bir Osmanlı hanımefendisidir Kerime Yenge. Oğlu İbrahim Ankara’da avukattır. Başkent’ten yüz kutu baklava getirir. Kerime Yenge bunları dağıtır. Bazı zamanlar, o, akrabalar evine gelmeden önce haber alır ve hazırlıklara başlar ve yapacağı ikramları onlar gelinceye kadar yetiştirir. Onlara birbirinden güzel ve lezzetli yemekler hazırlar.

Bildiği bilmediği, tanıdığı tanımadığı kimselere para verir. Borç isteyenlere ödünç para verir. İnsanları rencide etmemek için parayı gizli olarak verir, yardımda bulunur. Oğlu Mustafa, bu durumu şu sözlerle aktarmaktadır: “Annem bizden habersiz çok insana para verir, yardımda bulunurdu.”

Koyunlarını çok severdi

Kerime Yenge 94 yaşında koranadan dolayı hayatını kaybetmeden bir yıl öncesine kadar, daha doğrusu rahatsız olmadan öncesine kadar çocukları gibi, aileden birisi gibi çok sevdiği koyunlarına bakar, onları sever ve sütlerine sağardı.

Koyunlarını sevgiyle sağan Kerime Yenge, doktorunun; “Yirmi kadar hayvanı sağması yeterlidir” sözlerine aldırmadan yine de, oğlu Mustafa’nın anlattığına göre, doksan üç yaşında kırk adet koyunu teker teker sütünü sağmayı sürdürür.

Kendi söylediğine göre, gençlik yıllarında üç yüz dört yüz koyun sağarmış. O koyunları sağmayı bir meşakkat olarak görmüyor. Üşenmiyor, tembellik yapmıyor. Koyunlarını sevdiği için sağma işini de büyük bir zevkle yapıyor. Bu sevgi, koyunlarına isimler koyma derecesine kadar ileri giden bir sevgi oluyor.

Kolları çöp gibi incecik kalmasına rağmen, koyunlarını sağmak, onda bir güzellik anı, bir hobi, ruhunu okşayan bir zevk hali olarak sürekli devam etti. Kolları çok incelmiş ve cılızlaşmıştı yine de Kerime Yenge, kendisini hayata bağlayan koyunlarıyla olan bağını hiç koparmadı.

Kendisine; “Yaşın ilerledi artık, koyunları sağmayı bırak” denildiğinde, koyun sağarken kendisini on beşlik genç kız gibi hissettiğini söylerdi. Vefat edince, oğlu Mustafa’nın anlattığına göre, onlara bakacak ve en önemlisi sağacak kimse olmadığı için, Kerime Yenge’nin koyunları mahzun kaldı ve onlar için satılmaktan başka çare yoktu.

Koyunlarını sağarken, Kerime Yenge’nin onlara gösterdiği sevgi ve yumuşak dokunuş, bu verimli ve bereketli hayvanlarda mutlaka yakınlaşmayla karşılık buluyordu. Hayvanlarıyla ilgilenirken, yakınlarının; “Sen koyun sağarken öleceksin” diye takılmalarına aldırmazdı.

Koyun sağan köylü kızı berivan gibi, onların sağılma anlarını asla geciktirmez. Eve kim gelirse gelsin. Misafir geldiğinde; “Bana bir müsaade edin, koyunlarımı sağıp geleyim” diyerek izin ister. Bir çırpıda gidip koyunlarını sağıp gelirdi. 

Koyunlarından süt sağıp, o bereketli sütleri yoğurt, peynir ve yağ yapıp dağıtmak, infak etmek, kısacası paylaşmak onda büyük manevi bir haz meydana getirir. Elindekini, sahip olduklarını paylaştıkça sevinir, mutlu olur. Peygamber Efendimize özgü bir hal üzere biriktirme ve toplama işine girmez. Adeta bu bereketli ürünleri (gerçek) sahiplerine ulaştırır. Onların sahibi kendisi değilmiş gibi, Peygamber Efendimizi hatırlatan nebevî bir tavırla infak eder, verir, dağıtır, paylaşır. Sağ elinin verdiğini sol elini görmez. Kocası ve çocukları bile bazen dağıttığını görmezler, hissetmezler…

İnfaka doymaz

Çiçek Derman’a Ait Güzel Bir Eser

Kerime Anne’nin amacı, ihtiyacı olsun veya olmasın insanları sevindirmek, onların rızıklarına vesile olmak, sevgiyle sağdığı sütleri, aşkla yaptığı yün çorapları vermek. İmanla yaptığı yoğurtlar, sevgiyle ördüğü yün çoraplar, insanların yüreklerine dokunuyor. Hiçbir karşılık beklemeden, çıkar ve menfaat hesabına girmeden, Kerime Yenge bunları Allah için, Allah’ın rızası için, Allah’ın kullarına ulaştırıyordu.

Vermede ve infak etmede, kendisiyle yarışıyor. Yaptığı katıklar, ördüğü patikler, verdiği hediyeler, kendi evinde kaldığı sürece sanki ona yük oluyor. Peygamber Efendimiz’in evinde ihtiyaç duyduğu bir şey bile varsa, rahatsız olduğu gibi, Kerime Annemiz de, toplamıyor, biriktirmiyor, dağıtıyor, veriyor, infak ediyor. Bunu yaparken, gönülden ve kalpten yapıyor. Geriye dönüp bakmıyor. Yaptıklarının ve verdiklerinin hesabını tutmuyor. Not etmiyor, karşılığını beklemiyor, başa kakmıyor.

Biliyor ki, Kerime Yenge, Allah’ın rızası için verilenin hesabı ve karşılığı asla olmaz. Hâsılı, o verdiklerini ve verdiği kimseleri de hemen unutuyor. Yeni vereceği kimseleri arıyor, onlara hazırlık yapıyor, kendinden veriyor. Emeğini, çabasını, yüce gönüllü bir duyguyla asaletle Allah’ın rızası yolunda veriyor. Verdikleri, onu tüketmiyor, daha da infak etmeye yöneltiyor.

Eve geleni dolu bir şekilde geri gönderir. Kimseyi boş göndermeyen Kerime Yenge’nin okuma yazması yoktur. Ancak o, cahil bir kadın değil, ârif bir hanımefendidir.

Çok güzel baklava yapar, kuzu kapama, kuşbaşı et yapar, Kerime Yenge. Yaptıkları çok beğenilir, herkes tarafından konuşulur. İlçede onun hazırladığı baklava ve yoğurdunun girmediği ev yok gibidir. Kocası, Yunak’taki cezaevinde kalan mahkumlara götürüp ikram etmek için, Kerime Yenge’ye yoğurt ve baklava yapmasını ister. Bu ismi gibi cömert kadın, hiç tereddüt etmeden büyük aşkla hemen mahkumlar için baklava yapar, yoğurt mayalar.

Hüseyin Dayı da çok cömertti

Kerime Yenge; “Ben dağıtıyorum, sağa sola infakta bulunuyorum” diye kocasına söyleyince, yani; “Rızan var mı?” deyince, Hüseyin Dayı da ona şöyle cevap verir: “Ben Allah’a dualarımda şunlar için yalvarıyorum: Bana çok mal ve mülk ver ki, hayır hasenat yapayım, dağıtayım, eşimle dostlarımla ve akrabalarımla beraber yiyeyim.”

Kocası Hüseyin Dayı da ondan farklı değildir. Hüseyin Dayı, eşi Kerime Yenge’den geri kalmayarak, dışarıda birisinin koluna girer, onu alır eve getirir. Ona yemek yedirmek ister, evinde ne varsa sofraya koyar ve eve gelen kimsesiz misafirlere ikram eder. Bundan dolayı çok büyük bir zevk alır, mutlu olur. Misafirden dolayı çok memnun olur. İnsanlara ikram etmeyi çok sever. Onun da tabiatı bu hal üzerinedir.

Kasım Koç diye bir derbeder, gariban vardır. Bir gün bu gariban, kimsesiz gencin annesi vefat eder. Ancak onun kefen alacak parası yoktur. Hüseyin Dayı, haberi alınca hemen gider ve kefen alır getirir.

Hüseyin Dayı, komşusu İbrahim hastalandığı zaman ne götürelim diye Kerime Yenge’ye sorar. Evde ne var diye sorduğunda, Kerime Yenge, hediye ve ikram için; “Evde götürmeye uygun bir şey yok” der. Sonra aklına gelir; “Bir teneke tepsi içinde helva var” der. Eskiden helva kalıpları tek parça şeklinde çapı kırk elli cm. olan tenekeden yapılmış tepsi içinde satılırdı. Kerime Yenge, tepsiyi alır, helva kalıbını ortasından ikiye böler. Yarısını hasta ziyaretine götürür, yarısı da evde kendileri için kalır. Aslında Hüseyin Dayı ve Kerime Yenge, hayatları boyunca yaptıkları gibi, gönüllerini, kalplerini, yüreklerini ikiye bölüp, yarısını hediye ediyorlar.

Bu güzel aile, yakın köylerden ilçenin pazarının olduğu pazartesi günü gelenleri de misafir eder, yemek yedirir, kalmalarına yardımcı olurlar. Yunak’a yakın olan köyden merkepleriyle gelen bu kimselere Hüseyin Dayı ve Kerime Yenge büyük izzet ve ikramda bulunurlar. Hatta, Kerime Yenge, bunların merkeplerini bile doyurur, sularını verir. Başlarına arpa ve saman torbasını takar, su ihtiyaçlarını karşılar.

Ne büyük asalet, tanıdığı tanımadığı insanları misafir etmek, karınlarını doyurmak, bir de; “Hayvanlara bakılmamış ve ilgilenilmemiş” denmesin diye onların yemlerini ve sularını vermek, hangi ahlâk kitabında bunları bulabiliriz.

İşte İslâm medeniyetinin ruhu, onun temsilcilerine böyle işlemiştir. Bu öyle bir mühürdür ki, ülkemiz insanları, şimdi bu güzel infak ve paylaşma özelliklerini bütün dünyaya karşı yerine getirmektedirler.

Hüseyin dayı erdemlidir

Hüseyin Dayı, sahip olduğu özellikler ve hasletlerle tam bir erdem abidesidir. Yoldaki taşları alır, kaldırır, araçlara zarar vermesin diye. Bunu sadece kendisi yapmaz, yanındaki çocuklarına ve yiyenlerine de yaptırır.

Hüseyin Dayı, hiç kin gütmeyen, insanlarla çok iyi geçinen nadir erdemli insanlardan biridir. Kimseyle kavga etmez. Tartıştığı kimselere bile, ertesi gün gider, barışır, gönlünü alır. Hiçbir şey olmamış gibi, ilişkisini yine aynı sıcaklıkla sürdürür.

Hüseyin Dayı’nın bu tür özelliklerinin yanında akrabayı ziyaret de bulunmaktaydı. Hatta vefat etmeden bir gün önce bütün akrabalarını ziyaret eder, görüşür. Bu ziyaretler, adeta ertesi gün Cuma vakitlerinde hayatını kaybetmeden önceki veda görüşmeleridir.

Anlatıldığı üzere, İlçenin savcısı atanır. Savcının makamına giden Hüseyin Dayı, ona hoş geldin der. Bundan iki üç hafta sonra vefat eder. Cami adliyenin bitişinde olduğu için savcı, ölen kimsenin kim olduğunu sorduğunda iki üç hafta önce kendisine hayırlı olsuna gelen Hüseyin Dayı olduğunu ifade ederler. Hayatında kimsenin cenazesine gitmediğini söyleyen savcı, yeni tanıştığı Hüseyin Dayı’nın cenaze namazına katılır.

Hüseyin Dayı’nın ölüm yıldönümünde, her yıl evlere tavuk ve diğer yiyecekler gönderir eşi Kerime Yenge… Oğlu İbrahim’in Ankara’dan kutularla getirdiği baklavaları evlere dağıtır. Ve o gün gelen herkese bir hediye vermek, Kerime Yenge’nin değişmez adeti olmuştur.

2020 yılının son ayında vefat eden Kerime Yenge’nin ardından çocukları, artık bu güzel anne ve güzel babanın adetlerini devam ettirmek mirasıyla baş başa kalmışlardır. Erdem timsali bu ebeveynler Kerime Yenge ve Hüseyin Dayı’nın mekanları cennet-i âlâ olsun. Ruhları şâd olsun, bu güzel insanların…

Kocasına çok hürmetlidir

Kerime Yenge, evin reisi Hüseyin Dayı’ya çok hürmet eder ve onu sever. Ona karşı asla bir kusur işlememeye çalışır. Genç kızlara ve etrafındaki kadınlara da; “Siz kocalarınızla kalacağınız için, onlarla iyi geçinin” diye tembihte bulunur. “Kocanıza sıkıntı vermeyin. Geçinin, sonunda kocanızla (baş başa) kalacaksınız” diye sıklıkla nasihatte bulunur. Kadın hakları adı altında evlerin ve ailelerin dağılmasına hiç iyi gözle bakmayan Kerime Yenge, boşanmalar, kocanın evden uzaklaştırılması gibi olaylara kızar ve tepki gösterir.

Kerime Yenge, gelinlerine, kızına, torunlarına, akrabalarına ve komşularına şu sözleri tekrar tekrar ifade eder: “En iyi olan, kocadır. Siz kocanızın kıymetini bilin” der. Kadın hakları adı altında ortaya çıkan bir takım insan ve gurupları hayırlı yapılar olarak görmez. Onların aileyi parçalayıcı ve yıkıcı yönlerini eleştirir.

O gününün şartlarında okula gidemeyen Kerime Yenge, haberleri iyi takip eder, kulakları iyi duymadığı zamanla ajanslarda ne var diye çocuklarına, yiyenlerine anlattırır.

Dizileri izler, üç dört dizi takip eder, Kerime Yenge. Sosyal konuları takip eder, kadın programlarını ve gündemi de takip eder. Sonlarında kendine göre bir değerlendirme yapar, sonuç çıkarır. Oğlu Mustafa’nın ifadesiyle, “Kafası zehir gibiydi, okumuş olsaydı, üniversite okurdu.” Dönemin şartları altında okutulmamış.

Annesini anlatırken oğlu Mustafa, ona; “Okumuş olsaydın, sen kesinlikle kendini insanlığa vakfederdin” dediğinde güldüğünü anlatmaktadır. O, bununla birlikte adaletli ve hakkaniyetli tavrına dikkat çekmek için böyle söylediğini aktarmaktadır.

Duaları iyi bilen Kerime Yenge, namazını asla terk etmez. Kalp rahatsızlığı geçirdiği zaman, seksen dört yaşına kadar oruçlarını tutar.

Son günleri

Kerime Yenge, ölmeden önce hastanedeyken yiğeni; “Muhammed Ali beni eve götür evde öleyim” diye istekte bulunur. Ancak yoğun bakımda iken koronodan vefat eder. Konya’da hastaneye götürüldüğünde organlarının iflas ettiğini söylerler.  Çoklu organ yetmezliği sebebiyle hayatını kaybeder.

Herkes için bir şeyler yapıp hediye eden Kerime Yenge, Doktoru Erdal Bey’in eşi Sibel Hanım için bir şey yapmadım, diye hayıflanır. Bunun üzerine ona bir patik yapmaya başlar. Patiklerinin birisini yapar, diğerini hastalıkla birlikte bitiremez. Vefat ettiğinde şişleri başlanmış bir patiğin üzerinde durmaktadır.

Hastalığında, muayene için Doktora götürüldüğünde, Dr. Erdal Bey, yakın zamanda hayata veda edeceğini hüzünlenerek ağlamaklı bir ses tonuyla oğlu Mustafa’ya gerçek durumu ifade etti. Doktor Erdal, “Her an kaybedebiliriz” diyerek adeta yakın bir akrabasının son günlerini haber verir. Soğukkanlı olarak bilinen Doktorun bunu söylerken hüzünlenmesi, muhtemelen Kerime Yenge’nin tanıştığı her insana gösterdiği saygıyla birlikte kurduğu o samimiyetin göstergesiydi. Evlere nadir giden Doktor Erdal’ın fazla hareket edemeyen Kerime Yenge için yanına muayeneye gitmesi de bu hürmetin bir başka ifadesiydi.

Kerime Yenge, vefat ettiğinde kendisini tanıyanlar çok üzüldüler. Tanıdıkları, onun vefat haberini aldığında üzüntülerini gösterdiler.

Yunak ilçesinin en büyük camisi olan Çarşı Camii’nin imamı Lokman Hoca, Kerime Yenge’nın cenaze namazını kıldırır. Namazdan ve definden sonra, “Bu mevta beni çok etkiledi, kimdir bu kadın?” diye birkaç kişiye sorar. “Çok cenaze namazı kıldırırız, ancak nadir olsa da bazı cenazeler bizi etkiler, içimize farklı duygular doğar” der. İşte Kerime Yenge’nin bir ömür (yaklaşık bir asır) insanlara hizmet eden yorgun bedeni, kendisinin veda namazını kıldıran hocayı da tesiri altında bırakır.

Vasiyet etmişti

Vefat etmeden önce, vasiyet eder. Kocasının kabrinin yanına defnedilmesini ister. Hayatı boyunca beyine saygı, sevgi ve hürmetten hiç kusur etmeyen Kerime Yenge, kocasından da aynı karşılığı görür. Onun için Bey’inin yani Hüseyin Dayı’nın yanına defnedilmeyi arzular.

Ancak mezar yerinin dar olması, kazacak aracın girmesini engeller. En yakın bir yerde yiyenleri Hüseyin, Hasan ve Ömer elleriyle kazma-kürekle onun kabrini kazar. Nihayetinde Kerime Yenge sevgili hayat arkadaşının yanına biraz mesafeli defnedilerek ebedî hayata doğru seyahatine başlar. Allah inşallah bu iki güzel insanı dünyada buluşturduğu gibi, öte dünyada da buluştursun…

Prof. Dr. Bayram Ali Çetinkaya/ İrfanDunyamiz.com

Yayın Yönetmeni Notu: Bugün insanlık olarak egoizmin, bencilliğin, çıkarcılığın, menfaatçiliğin ve bizi insanlıktan uzaklaştıran her türlü kötü duyguların girdabından kendimizi kurtarmak istiyorsak, bir boyacı sandığı ile ailesini geçindiren İsmail Amca ve koyunlarını sağıp sütünü hediye eden Kerime Yenge gibi şahsiyetlerin güzel, samimi ve sade hayatlarını okumalı ve onlardan ilham almalıyız. Bizi yeniden diriltecek olan ruh bu ruhtur. Bu duygularla İrfanDunyamiz.com olarak güzel sade hayatları sizlerle buluşturma gayretindeyiz. Bizleri bu güzel insanların dünyasıyla tanıştıran İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Muhterem Prof. Dr. Bayram Ali Çetinkaya Hocamıza teşekkür ederiz.

Şunlara Gözat

Halil Atalay hoca yüreklere dokunmuştu…

1959 yılı Ramazan ayının Kadir gecesinde Eskişehir’in Mihalıççık ilçesi Çalkaya köyünde doğdu. İlkokulu Çalkaya Köyü …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.