İslâm; Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’le bildirilen emir ve yasakların tamamıdır. Bu nedenle Müslüman olabilmek için Kur’an’ın ve Sünnet’in muhteviyatına iman edip gereğince amel etmek gerekir. Yüce Allah bu durumu: “Ey iman edenler! Allah’ın ve Resulünün önüne geçmeyin…”1 Ve “Ey iman edenler! (Hayatınızın her anında ve tüm davranışlarınızda ilahi hükümler arasında bir ayrım yapmadan ve hiçbirini dışta bırakmadan) her şeyinizle İslam’a giriniz…”2 diyerek bizleri imanda bütünlüğe çağırmıştır.
Bu ve benzeri birçok ayet-i kerime İslâm’ın bir bütün olduğunu; İslâm’ın hükümlerinin bir tecezzi kabul etmeyeceğini ortaya koymaktadır. Zira din bir bütündür; bir kısmını inkâr eden tamamını inkâr etmiş sayılır. Tersi bir durum vaki olursa; din parçalanırsa, irtidat dediğimiz “dinden dönme” ortaya çıkar.
Allah katında geçerli tek din İslâm olduğundan dolayı irtidat sadece İslâm’dan dönme ile ilgili bir durumdur. Yüce Allah’ın nazarında tek hak dinin İslâm oluşuyla ilgili ayetler gayet açıktır: “Allah katında tek (hak) din İslâm’dır.”3 Ve “İslâm’ın dışındaki hiçbir din Allah katında geçerli değildir; sahibinden kabul edilmeyecektir. (İslâm’dan başka bir dine iman edenler) ahirette hüsrana uğrayacaklardır.”4
Bu durumda Allah’ın makbul saydığı tek din İslâm’dır. İslâm’dan başka hiçbir din, Allah yanında hiçbir değer ifade etmez.5 Hatta bazı müfessirler “Allah katında tek din İslâm’dır” ayetinin İslâm’ı terk eden Yahudiler ve Hıristiyanlar hakkında indiğini söylemişlerdir.6 Nitekim Hristiyanlıkla ilgili bir soruya Peygamber Efendimiz: “Ne kendilerinde, ne de dinlerinde bir hayır yoktur” buyurmak suretiyle onların haktan uzak olduklarına dikkat çekmiştir.7
Hak din bir tane
Hazreti Ali’ye de (Ö.40/660) Yahudi veya Hıristiyan iken zındıklaşan biri hakkında soru sorduklarında: ”Bırakın onu, sapık bir dinden bir başka sapıklığa girmiştir”8 diyerek İslâm’ın dışındaki dinler için bir irtidatın olmadığına işaret etmiştir. Çünkü onların hiçbirisi hak din değildir. Bu açıklamaları yapmamızdaki sebep, halkı Müslüman ülkelerdeki misyonerlerin veya misyonerlere hizmet eden kurum ve kuruluşların “üç semavi din (!)“ “ilahi dinler” “İbrahîmî dinler” gibi yanlış söylemleri ve sapkın düşünceleri öne çıkararak İslam Dini ile tahrif olmuş dinleri aynı değerde kabul etmelerinden kaynaklanmaktadır.
Bu düşünceleri savunanlar sempozyumlar düzenlediler, ortaklarıyla; kurdukları komisyonlarla kitaplar yazdılar, cennetin Müslümanların tekellerinde olmadıklarını ilan ederek kâfirlerin de cennetlik olabileceklerini iddia ettiler, “Abant konsüllerinde” parçacıl ve usulsüz yaklaşımlarla ayetlerle istişhad ederek Yahudi ve Hristiyanları cehennemden kurtardılar (!)
Bu fikirleri savunan zevata çeşitli ilmi cevaplar verilmesine rağmen, Kur’an-ı Kerim’in muhkem naslarını hiçe saymanın itikadi sonuçlarıyla alakalı hiçbir şey söylenmedi. Hep hakkı inkâr etmenin sonuçlarını yazdık ama batıla hak demenin iman bakımından neticesini konuşmadık ve yazmadık. Küfrü terennüm eden düşüncelerin sonucunu “yersiz tekfir” olarak değerlendirince birileri batılı daha da cesaretli savunmaya başladı. Neticede bu fasit düşünce ne kadar kişinin imanına mâl oldu bilmiyoruz. İstikamet ehli ilim adamları niçin bu konularda suskun kaldılar anlamakta zorlanıyoruz.
İrtidat nedir?
Bu girişten sonra irtidatı şöyle tanımlayabiliriz: İslâm Dininin iki şehadetini; Allah’ın varlık ve birliğini, Peygamberimizin risaletini tasdik ve ikrardan; İslâm’ın hükümlerine daimi olarak bağlanmayı kabulden sonra söz veya davranışlarla İslâm’ı reddetmektir.9 Peygamber Efendimiz’in beyanına göre ise: ”İmandan sonra küfürdür.”10
Sözlükte, bir şeyden bir başka şeye dönmek anlamına gelen irtidat, terimsel anlamda ise; kişinin İslâm dininden küfre dönmesidir. Bu dönüş ister niyetli olsun ister olmasın fark etmez.11
Yukarıda da beyan edildiği gibi İslâm bir bütündür. O’nun hükümlerinden (farzlarından) birini bile inkâr edenin irtidat ettiğine hükmolunur.12 Kim ki Şeriat(İslam)’ın apaçık hükümlerinden birini reddederse “La ilahe illallah” kelime-i tevhidini iptal etmiş olur.13 Allah’a, peygamberlerine, meleklerine, küfreden bir kişi kesinlikle İslâm Dininden çıkmış sayılır.14
Bir harfi inkar eden
Dine, imana, Kitaba, İslâm’ın yorumu olan mezheplere küfreden ve kaza-kadere iman etmeyen de Müslümanlıktan çıkar. Abdullah bin Mesud da (Ö. 34/654) “Kur’an Allah’ın kelamıdır. Kim, O’ndan bir şeyi inkâr ederse Allah’ı inkâr etmiş olur”15 diyerek irtidata açıklık getirmiştir. Kur’an’ın tek hükmünü inkâr eden de kâfir olur, mushafta bize tevatüren gelen bir harfini inkâr eden de kâfir olur. “Kim, Kur’an’ın bir harfini bile inkâr ederse, tamamını inkâr etmiş sayılır” sözü de Abdullah bin Mesud’a aittir.16
Kendisi üzerinden son zamanlarda seküler bir kurgulama yapılan İmam Maturîdî de şeriatın tek hükmünü inkâr edenin tamamını inkâr etmiş olacağına kail olmuş ve tek ayeti reddedenin Allah’ı inkâr etmiş sayılacağını söylemiştir.17 Müslümanlığını ciddiye alan ve İslâm’ı din olarak seçen birinin sübutu ve delaleti kesin bir dini hükmü inkâr etmesi mümkün değildir. Şayet böyle bir yanlışa düşerse bu kişinim Müslümanlıkla bir bağı kalmaz.
İnsanın, marifeti ne kadar çok olur ve ilmi temellere dayanırsa küfre karşı da o denli duyarlı olur. Peygamber Efendimiz marifetle huşu ve takva arasındaki orantıya şu hadisiyle dikkat çekmiştir: “Allah’ın koymuş olduğu hududu (dini emir ve yasakları; helal- haram sınırını) en iyi bileniniz benim, en takva olanınız da benim.”18
Bu bilgi ve marifet yoğunluğu Rasulullah’ı, namazların arkasından şöyle dua etmeye sevk etmiştir: “Ey Allah’ım! Kâfirlikten, fakirlikten ve kabir azabından sana sığınırım.”19 Allah’a sığınılması gereken kâfirlik ve küfrün bir türü olan sonradan küfre dönüş dediğimiz irtidat durumu, kelime-i tevhidi bozan bir hâldir. Tevhidi ifsat eden bu durumları ne kadar iyi bilirsek imanımızı da o denli korumuş oluruz.
İmanı ifsad eden durumlar
Şehadeti/ kelime-i tevhidi bozan şeyler ise şunlardır:
1- Allah’a ibadette başka varlıkları O’na şirk koşmak.
2- Allah ile kendi arasına putları aracı koymak ve onlardan yardım talebinde bulunmak. Putların şefaatini ummak.
3- Müşriklerin kâfir olmadıklarına inanmak veya onların küfürlerinden şüphe etmek; gidişatlarını doğru ve hak kabul etmek.20
4- Peygamber’in getirdiği hayat tarzından başka bir hayat tarzını daha sahih kabul edip başkalarının verdiği hükümleri Resulullah’ın hükümlerinden bile güzel görmek. Tağutların hükmünü Allah’ın hükmüne tercih etmek.
5- Peygamberin getirmiş olduğu dini emirleri yaşasa bile onun getirmiş olduğu dini hükümlerden her hangi birine kin duymak.
6- Peygamberimizin insanlığa tebliğ ettiği din ile veya bu dinin belirlediği sevap ve ikap ile alay etmek.
7- Müslümanların aleyhine olarak kâfirlere yardım etmek. Kâfirlerin velayetini bilerek ve isteyerek tercih etmek.
8- Bazı insanların, Peygamberimizin getirmiş olduğu dinden çıkmalarında veya bu dine tabi olmamalarında bir sakınca olmadığına inanmak. Şeriatın hükümlerinin bazı kimselerden kalktığına inanmak.
9- Sihir yapmanın veya yaptırmanın meşru/helal olduğunu kabul etmek.
10- Bile bile Allah’ın dininden yüz çevirmek, öğrenmemek ve amel etmemek.21
Dinde aşırılık
Yukarıda sayılan on hususun her birisi ile ilgili ayetler olmasına rağmen bu ayetleri konuyu daha da uzatmamak için çalışmamıza almadık. Fakat şunu unutmamak gerekir ki irtidat, dinde aşırılık nedeniyle de zuhur edebilir. Bu aşırılık ya dinin özüne bir şeyler katmakla veya içerisinden bir şeyler çıkarmakla olur. Kısacası dini tahrif etmektir.22
Böyle bir aşırılığa müptela olarak tevhîdî çizgiden ayrılıp Yahudileşen ve Hıristiyanlaşan insanlar gibi olmamak için, Hazreti Muhammed sallellahü aleyhi ve sellem, ümmetini şu önemli buyruğu ile uyarmıştır: “Ey İnsanlar! Sizi, dinde aşırı gitmekten sakındırırım. Sizden önceki ümmetler, dinlerindeki aşırılıkları nedeniyle helak oldular.”23
Hatta Peygamber Efendimiz, Müslümanları etkiler endişesi ile kâfirlerle aynı yerde mesken tutmayı yasaklamıştır.24 Müslümanlar ayrı bir siyasi yapı; dar’u-l İslâm inşa etmeli ve kâfir velayetini kabul etmemelidirler. “İslâm’ın halkalarının teker teker koptuğu bir zamanda“25 insanlar karanlık geceler gibi fitnelerle karşı karşıya geleceklerdir. Bu fitne günlerini Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem şöyle tasvir etmiştir: “Kişinin bedeninin öldüğü gibi kalbi de ölecektir. Mü’min olarak sabahlayıp akşama kâfir olarak ulaşacaktır. Mü’min olarak akşamlayıp sabaha kâfir çıkacaktır. O günde insanlar dinlerini ve şahsiyetlerini az bir dünyalık karşılığında satacaklardır.”26
Toplu irtidat da diyebileceğimiz bu durumu Peygamber Efendimiz, Nasr Suresi nazil olduğunda sureyi okuduktan sonra şu açıklamayı yaparak izah etmiştir: “İnsanlar bölük bölük İslam’a girdiği gibi, öyle bir zaman gelecek ki bölük bölük de dinden çıkacaklardır.”27
Yukarıdaki rivayetlerin tamamı dinden dönme dediğimiz irtidatın tabana yayılacağına işaret etmektedir. Özellikle siyasal anlamda Müslümanların ve İslâm’ın koruyucusunun olmadığı dönemlerde ideolojilerin ithal edilmesiyle beraber dinden dönmeler; politeist, ateist, nihilist, pozitivist, deist, seküler, Marksist, kapitalist ve egzistansiyalist vb. tercihlerle artmıştır. Hatta bu dönemlerde ideolojilerle İslâm sentez edilmiş ve kokteyl mü’minler türetilmiştir. Kimse bu zevata itikadi anlamda özgün olmadığını ve Müslüman olmadıklarını söyle(ye)memiştir. Söyleyememek kimsenin hayrına olmamıştır. En azından bilmeden irtidat edenler kazanılabilirdi. İrtidat daha da kitleselleşmeden, ulemanın etkin görev üstlenerek bu konuya el atması ve özellikle de gençleri bilgilendirmesi çok önemli bir vazifedir.28
Kitlesel irtidat
Kitlesel bir irtidata karşı tüm mü’minlerin teyakkuz halinde olmaları gerekir. Çünkü irtidatı doğuran birçok neden vardır ama şunlar çok önemlidir.
1- Yahudi ve Hıristiyanların hayat tarzlarını üstün saymak suretiyle onlara benzemek; Ehl-i Kitabı ve diğer kâfirleri veli edinerek29 onlara gönülden itaat etmek… Peygamber Efendimiz; “Yahudi ve Hıristiyanların yollarını adım adım, karış karış takip edileceğini”30 bildirip mü’minleri uyarmıştır. Bu takip davranış ve düşünceye inanç ve üstün görme temelli yansıdığında irtidat ortaya çıkar. Bugün bu hayat tarzının modernite, batılılaşma ve yenidünya düzeni biçiminde Müslümanların hayatlarını istila ettiği görülmektedir.
2-Gönülden ve yakini anlamda Kur’an ve Sünnet’ten delillerini bularak iman edememek; taklitle ve çevrede buldukları ile yetinmek.31 Veya İslâm dışı güçlerin müsaade ettiği kadar Müslüman olmaya razı olup dinde derinleşmemek. Dini alandaki cehalet ve tembellik zihinleri küfre açık hâle getirir. Cehalet de günahlar gibi, küfrün postasıdır.
3- İman edilecek hususlarda ayırım yapmak. Allah celle celalüh, peygamberler, melekler ve kitaplar arasında sahih bir imana sahip olamamak, iman edilecek hususların bir kısmına iman edip bir kısmını reddetmek.32 İman ve itikat alanlarını parçalamak. İmanı bölmek ve tecezzi ettirmek. İmana yüzde getirmek. İman bir bütündür, “Zarûrât-ı diniyeden birini inkâr eden dinin tamamını reddetmiş sayılır” hükmü iman ile ilgili hususlarda bir ayırım yapılamayacağına işaret etmektedir. Sırat-ı müstakim üzerine kalmak isteyenler bu hükmü iyi anlamak şarttır.
3- İslam’ı bir bütün olarak kabul etmeyip onun inanç sisteminin bir kısmını alıp hayata bakışını; sosyal, siyasal, iktisadi, eğitim ve hukuki alana hükmetmesini reddetmek.33 Daha açık bir ifadeyle, hayatın genişlik alanını İslâm ile anlamlandırmayıp İslâm dışı dünya görüşlerini benimsemek insanı küfre açık duruma getirir.
4- Kâfirleri gönülden sevmek ve Müslümanlara karşı onlarla beraberliği yeğlemek.34 Eğer bu sevgi onları veli edinmeye götüren bir sevgi ise durum daha vahimdir. Kur’an değil onları sevmek, kâfirlere sempati duymayı bile yasaklamıştır. Müslümanların aleyhine olarak küfür ehliyle ortak iş tutmak ise şiddetle yasaklanmıştır.
5- İslâmî değerlerle ve Müslümanlığın sembolleriyle alay etmek; alay edenlerle beraber olmak ve onlara tavır koymamak.35 Din espri konusu olmayacak bir kurumdur. Şayet bu durumun ciddiyeti kavranamayacak olursa, insanlar bir sakınca görmedikleri şakaları yüzünden bile dinden çıkabilirler. Son yıllarda sanal âlem başta olmak üzere dini espriler çoğaldı ki bunun amacı İslâm’ı insanların gözünde itibarsızlaştırmaktır.
6-İslam’ın hükümlerine karşı, hüküm koyan ve tanrılık iddiasında bulunan; kendilerine mutlak itaat bekleyen siyaset ve din adamlarına kayıtsız şartsız teslimiyet.36 Kur’an ve Sünnet Müslümanlara, idarecilere ve ulemaya kayıtlı ve göreceli itaati ve sevgiyi öğretmiştir. Durum böyleyken siyasi ve dini liderlere mutlak itaat şirktir.
7- Şeytana ve şeytanlaşmış insanlara itaat edip onların düşüncelerini vahyin önüne koyarak ibadette bulunmak.37
8- Heva ve tutkuları ilahlaştırmak suretiyle vahyin karşısına yeni bir hayat tarzı olarak koyup hayatı onlarla anlamlandırmak.38
9- Allah’ı hakkı ile bilememek ve bu hususta bir çaba sarf etmeyerek cehalete razı olmak; marifette derinleşmemek.39 Bu hususta derinleşmek için Kur’an-ı Kerim’deki Mekkî ayetler, hadis külliyatının İman ve İslâm babları, Kur’an ve sünnetten çıkarımlarla yazılan akaid çalışmalarının iyi öğrenilmesi elzemdir.
10- Hazreti Muhammed sallellahü aleyhi ve sellem’in risaletini ve getirdiği şeriatı kabul etmemek; ona iman etmeden de Müslüman olunabileceğini savunmak. Hazreti Muhammed sallellahü aleyhi ve sellem’in peygamberliğini inkâr eden bir kimse Allah’ın birliğini kabul etse bile müşriktir.40 Bu durumu Peygamber Efendimiz de şöyle açıklamıştır: “Bana iman etmeyen Allah’a da iman etmiş olamaz.”41 Zira elçiyi gönderen Allah Teâlâ’dır. Elçiyi kabul etmeyen onu göndereni de kabul etmemiş demektir. Hanefi hukukçuları bu konuda şöyle bir beyanda bulunurlar: Kalbi ile Resulullah’a buğzeden herkes mürteddir. (İslam’dan çıkan bir kâfirdir.)42
Peygambere iman
Abdullah bin Mesud’dan mervi bir hadiste adamın biri Peygamber Efendimiz’e gelmiş ve; “Ya Resulallah! Bir adam ki Tevrat’a ve İncil’e inanıyor; Allah’a ve bu kitaplardaki peygamberlere de inanıyor. Fakat sana tabi olmuyor. Bunlar hakkında ne dersin?” Bunun üzerine Peygamberimiz şu cevabı vermiştir: “Beni, Yahudi veya Nasranî bir kimse işitir de peygamberliğime ve getirdiğime tabi olmazsa cehennemdedir.”43
Elçiler arasında ayırım yapmak; “Bir kısmına inanıp bir kısmını reddetmek gerçek kâfirliktir.”44 Konu ile ilgili Peygamberimizin şu buyruğunu iyi kavramak gerekir: “Bu ümmetten ister Yahudi ister Hıristiyan olsun, benim kendisi ile gönderilmiş olduğum şeyleri kabul etmeden ölürse mutlaka cehennemdedir.”45
İrtidatın her türlüsünden korunmak için Peygamber Efendimiz’in getirmiş olduğu emir ve yasaklara sarılmanın öneminden dolayı bu açıklamaları yapmak zorunda kaldık. Muhammedsiz bir hayat tarzının kapıları devamlı küfre açıktır ve küfürdür. Çünkü Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in bizzat kendisi ve getirdikleri; getirdiklerinin beyan, teşri ve temsili olan sünneti hidayettir.
Dikkatli olmalı
Yukarıda sayılanlarla beraber, günahlara çokça dalmak, şaka ve esprilerde sınır tanımamak, imanı amellerle beslememek ve vahiy ile sürekli bir iletişim halinde olamamak gibi etkenler de her an insanı küfürle karşı karşıya getirebilir. Sonuçta kitlesel bir dinden dönme hadisesi yaşanılabilir veya halkı Müslüman olan birçok ülkede yaşanmaktadır. Bu vahim durumun olmaması için mü’minlerin kendileri ile ve çevreleri ile ilgilenmeleri elzemdir.
Kitlesel dinden dönmelerde çocuklara ayrı bir bahis açmanın önemi üzerinde kısaca durmakta fayda görüyoruz. Çünkü çocuklar nüfus olarak da önemli bir yer tutmaktadır. Müslümanların çocuk ve genç nüfusu ise diğer milletlere göre daha çoktur. Onların itikadi durumları ve fikri gelişimleri bilinerek yeni projeler yapılmalı ve gençlerin Müslüman kalmaları sağlanmalıdır. İslâm bilginleri irtidat olayının gerçekleşmesi için bir zorlamanın (ikrah-ı mülci) olmaması, kişinin akıllı ve akli olgunluk içerisinde bulunmasını şart koşmuşlardır.46
İşte burada Sabiyy-i akilin durumuna değinmek gerekir. Bu çocukların imanları ve küfürleri geçerli midir? Çocuk olmaları ve akli olarak tam bir olgunluk içerisinde bulunmamaları meseleyi fukaha arasında tartışılır hale getirmiştir. İmam Ebu Hanife ve öğrencisi İmam Muhammed Hasan Eş-Şeybani, sabiyy-i âkil denen temyiz çağındaki çocuğun İslâm’ını da irtidadını da sahih saymışlardır. Hazreti Ali ve çocukken Müslüman olan bazı sahabilerin İslâm’ının geçerli olmasını da örnek olarak vermişlerdir. Fakat çocuk, irtidat edecek olursa ona bir ceza verilemeyeceğini; İslâm’ın kendisine arz edilip öğretileceğini, hatta Müslümanlığa zorlanacağını söylemişlerdir.47
Ebu Hanife’nin diğer öğrencisi Ebu Yusuf ise böyle bir çocuğun İslâm’ının geçerli fakat irtidatının sahih olmadığını beyan etmiştir.48 Gerek Ebu Hanife ve arkadaşlarının gerekse diğer imamların görüşleri ve konu ile ilgili açıklamaları içtihadidir. İsabet etmiş de, etmemiş de olabilirler. Eğer çocukların durumu ile ilgili kanaatinde Ebu Hanife isabet etmiş ise bu durum velilere ağır bir yükümlülük getirmektedir. En çok sevdikleri bu varlıklarla; çocukları ile daha çok ilgilenmeleri gerekecektir. Hiçbir veli, Hazeti Nuh’tan kıymetli değildir. Onun oğlu bile küfrü tercih ederek babası ile olan velayet bağını kopardıysa49 bizim çocuklarımız da böyle bir durumla karşılaşabilirler.
Bundan dolayı çocukların okudukları, baktıkları, kullandıkları iletişim araçları, eğlence hayatları, arkadaş çevreleri, eğitim ve öğretim kurumları, komşuluk ilişkileri vb. durumlar aileler tarafından iyi bilinmeli, kontrol edilmeli ve itikadi sapmalara karşı önlemler alınmalıdır. Aksi takdirde istemedikleri hâlde insanlar kâfir anası-babası da olabilirler.
Modern dünyada ailenin, okulun, sosyal hayatın, eğlencenin, ticaretin, hukukun referansları vahiy olmayınca, İslâm dışı kurallarla yönetilen bütün ülkelerdeki Müslüman çocukları zihinsel anlamda küfre açıktır. İlkokuldan üniversiteye kadar pozitivist bir eğitim sürecinden geçen çocuk ve gençler irtidat tehlikesinin tam ortasındadırlar. Din kültürü dersi alan bazı aileler çocuklarının bu dersleri almamaları için uluslararası mahkemelere kadar başvururken, duyarlı Müslümanların(!), çocuklarının aldıkları pozitivist eğitim ve doğuracağı vahim neticeler için hiç ses çıkarmamalarının nedeni herhâlde küfre rıza değildir.
Önlem almalı
İnsan, sürekli muhasebe ve murakabe hâlini yaşamak suretiyle itikadi sapmalara karşı önlem almalıdır. Bir anlık gaflet insanın imansız gitmesine sebep olabilir. Yüce Allah, uhrevi kurtuluş için “Ancak Müslüman olarak ölünüz!”50 diye ideal kavuşmayı göstermişken bir şaka veya yanlış bir davranış insanı ebedi hüsrana bırakabilir. Nitekim şu hadis konuya yeterince açıklık getirmektedir: “Kişi imanı ve amelleriyle cennete o kadar yaklaşır ki bir karışlık mesafe kalır. Fakat öyle bir söz sarf eder ki cennetten tamamen uzaklaşır.”51 Bu anlamda kişi ağzından çıkana, kaleminden dökülene dikkat etmelidir.
Kur’an-ı Kerim, mü’minleri bu ebedi hüsrana düşmemeleri için uyarmıştır. Ayetler dinden dönmeyi hem tanımlar vaziyette hem de uhrevi sonuçlarını bildirmektedir. Şu ayet, irtidat ile ilgili hem bir tanım yapmakta, hem de mürtedin amellerinin neticesini ortaya koymaktadır: “… Sizden kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, işte öylelerinin dünyaya ve ahrete yönelik tüm yaptıkları boşa gidecektir. Onlar cehennem halkıdırlar ve ebediyen orada kalacaklardır.”52
Böyle kötü bir akıbetten korunmak için de Allah Teâlâ; “ehl-i kitaba itaat etmekten”53, “kâfirlere ittibadan”54; onların dünya görüşlerini ve hayat tarzlarını din edinmekten Müslümanları sakındırmıştır. İmandan sonra küfrü tercih eden münafıkları ve kitap ehlini kınayan55 Yüce Allah: “küfür üzerine öldükten sonra yeryüzü dolusu altın fidye olarak verilse bile ahirette bir geçerliliğinin olmadığını”56 bildirmiştir. Küfrü her halükarda tercih eden bir kimse “Allah’a hiçbir şekilde zarar veremez.”57
Allah dilerse, kendinde bir varlık gören toplumları tarih sahnesinden siler ve şu ayette beyan edildiği gibi başka milletler yaratarak nurunu tamamlayabilir: “Ey iman edenler! Eğer dininizden dönerek imanınızı kaybederseniz, Allah, zaman içinde (sizin yerinize) O’nun sevdiği ve O’nu seven insanlar geçirecektir; müminlere karşı alçak gönüllü, hakikati inkâr edenlere karşı onurlu; Allah yolunda üstün çaba gösteren ve kendilerini kınayabilecek kimselerin kınamasından korkmayan (insanlar): Bu, Allah’ın dilediğine bağışladığı lütfudur. Allah (lütfunda) sınırsızdır ve her şeyi bilendir.!”58
Şöyle bir tefsiri meal de düşünebiliriz: “Ey iman nimetine kavuşanlar! Sizden kimler dininden döner, şerîatından vazgeçer, medeniyetini terkeder, yaratılışına uygun değerlerin yaşandığı hayatî yoldan saparsa Allah onların yerine, sevdiği ve kendisini seven mü’minlere karşı alçak gönüllü, kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allah’a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar eden kâfirlere karşı onurlu ve İslâm’ın izzetine sahip, başları dik, kudretli, hükümran bir kavim getirecektir. Onlar, Allah yolunda, İslâm uğrunda, hayatlarını ortaya koyarak, konuşarak, yazarak, hesapsız servet harcayarak cihad ederler. Hiçbir kimsenin kınamasından, dedikodusundan da korkmazlar. Bu azim ve irade, bu kararlılık Allah’ın bir lütfudur. Böyle bir sorumluluğu sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumluluğunun idrakinde olan kimselere verir. Allah’ın rahmeti geniştir. İlmi her şeyi kucaklar.”59
İrtidadın, imanla ilgili konulara bütüncül bakmamaktan kaynaklandığına dikkat çeken Yüce Allah60, dinin sembolleriyle, Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarıyla alay edilmemesini61 önemle vurgulamıştır. Eğer bu kurallara uyulmazsa; “Kâfirler, mü’minleri Allah’ın yolundan çevirerek amellerinin boşa gitmesine”62 neden olurlar ki ilahi uyarılar da bu ve benzeri konularda yoğunlaşmaktadır.
Hadisleri yok sayanlar
Kur’an-ı Kerim’deki ayetlere baktığımızda mürtedlere verilecek cezalar ve onlara karşı yapılacak bazı hukuki tasarruflar üzerinde durulmaktadır. Sadece ayetlerden yola çıkarak mürtet olmayı “olağan bir hak” gibi algılayıp konu ile ilgili hadis ve uygulamaları reddetmenin doğuracağı bazı sonuçlar vardır:
1- İrtidat konusunda ayetlerle yetinip hadisleri yok saymak, ayetleri beyan etme ve yeni durumlarda teşri hakkını Peygamber Efendimiz’e tanımamak neticesini doğurur. Resulullah’ı ve hadislerini sıradanlaştırmak anlamına gelir. Böyle bir yaklaşım yükselen modern değerleri Allah’ın ve Resulü’nün önüne geçirmektir.
2- “Batı bize ne der?” endişesi ile hareket edip dinimize ve ondan neşet eden kültürümüze karşı kompleksli yaklaşımı ortaya çıkarır.
3- Bu gibi İslâmî hükümlerin uygulamasının “İslâm Devleti/ Darü’l İslâm” ile kaim olacağı gerçeğini göz ardı ederek modern devlette uygulamaya kalkmak gibi, hukuku boşlukta uygulamak yanlışlığına düşürür.
4- Hukuku ve dini hükümleri bilmemenin bir mazeret olduğunu kavrayamamak veya göz ardı etmektir.
5- Mürtede verilecek cezayı yok saymak, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’ten yola çıkarak fıkıh yapan selef âlimlerimizi abesle iştigalle suçlayıp redd-i miras yanlışlığına düşüp köksüzleşmektir.
İslâm hukukunun ayet ve hadislerden hareketle ortaya koyduğu sonuçlar malumken, yukarıdaki nedenlerden dolayı zuhur eden kompleksli yaklaşımın şu rivayetleri göz önünde bulundurması gerekir. Bu rivayetler ki kendi sosyal ve siyasal ortamında çok derin anlamlar ifade eder ama bu sosyal ve siyasal ortam yok diye de zihinleri imandan sonra küfre/vahiy dışı bir hayat tarzına açmamak gerekir.
Peygamber Efendimiz sallellahü aleyhi ve sellem birçok hadisinde insanların hayat hakkının güven altında olduğunu vurgulamıştır. Şu hadis buna delildir: “Kişi; dinini terk eder, İslam cemaatinden ayrılır, evlilik hukukunu yaşamış biri olarak zina eder veya haksız yere birisini öldürürse can emniyetini kaybetmiştir.”63
Mürtedin hükmü
Allah Resulü, manevi olarak da “Küfrü tercih etmenin ateşe atılmaktan daha korkunç bir hal”64 olduğunu ilan etmiştir. Önceleri Müslüman iken dinini değiştiren kimselerin, Darü’l İslâm’da öldürülmesini emreden65 rivayetlerin varlığı da bir hakikattir. Böyle bir hakikat olmasına rağmen bu suçtan dolayı öldürülen insanlar yok denecek kadar azdır. Tüm tarih boyunca siyasal içerikli birkaç öldürmeden bahsedilebilir.
Böyle bir cezanın yaygınlık kazanmamasının bazı sebepleri vardır. Evvela İslâm, gönülleri tatmin eden; hayatın tüm alanlarını kuşatan, ortalama aklın kavrayabileceği ve her türlü aşırılıktan uzak, çelişkisiz, kaynakları sağlam, model olarak peygamberi alan yaşanabilir bir dindir. Bütün bunlara rağmen bazı insanlar Müslümanlığı kabulden sonra küfre dönüş yaparlarsa, bu dönüş onların ibadet ve sosyal hayatlarını etkileyen sonuçları da ortaya çıkarır.
Eğer kişi mürted olarak ölürse yukarıdaki ayet ve hadislerde de beyan edildiği gibi tüm amelleri boşa gitmiştir. Ahirette kendisine hiçbir faydası olmaz. Fakat tövbeye davet edilir. İslâm’ın dışındaki dinlerden uzaklaşması istenir. İçine düştüğü şüphelerin hepsi giderilerek zihinsel açıdan tatmin edilmeye çalışılır. Neticede her iki şehadeti ve içeriğini kabul ederse tövbesi makbuldür. İslâm’dan başka bütün dinlerden uzak olduğunu vurgulaması ise elzemdir.66
Açıklandığı gibi mürtedin yaptığı tüm salih ameller boşa gitmiştir. Tekrar Müslümanlığı tercih ettiğinde ise eski amelleri geçerli sayılır. Hac farizasını daha önceden yerine getirmişse, haccın sevabı dönmez; Hanefi mezhebine göre haccını yeniden eda etmesi zorunludur.67 Buradan da anlaşılıyor ki birçok hacının maalesef haccını tazelemesi gerekir. İrtidat suçu ile beraber mürtedin Müslüman eşi ile olan nikâhında bir düşme olduğu gibi Müslüman mezarlığına da gömülemez. Müslüman akrabalarına mirasçı olamaz. Çünkü Resulullah: “Müslüman kafire, kafir de Müslüman’a mirasçı olamaz”68 buyurmuştur.
Müslümanların mali haklarını koruma bağlamında şöyle bir rivayetin varlığından da söz edilir: Muaz bin Cebel (Ö. 17/638) Yemen’e vardığında kendisine bir Yahudi’nin öldüğü fakat Müslüman bir kardeşinin olduğu haberi verildiğinde, Muaz radıyellahü anh, Müslüman’ı Yahudi’ye mirasçı yapmış ve Peygamber Efendimiz’den şu hadisi duyduğunu söylemiştir: “Şüphesiz ki İslam (olmak) artırır, (kişinin haklarını ve menfaatlerini) eksiltmez.”69
Tekfirin vebali
Buraya kadar anlatılanlardan varmak istediğimiz sonuç; küfre dönmenin ve irtidat etmenin uhrevi ve dünyevi sonuçlarına karşı mü’minleri özellikle de Müslüman gençleri bir defa daha uyarmaktır. Peygamber Efendimiz de konu ile ilgili endişeler duymuş ve veda hutbesinde bile bu endişesini şu cümlesi ile yinelemiştir: “Sakın ola ki benden sonra küfre dönerek birbirinizin boyunlarını vurmayınız.”70
Aklı başında bir mü’min küfrün ne olduğunu bilerek hem kendisi uyanık olur hem de diğer mü’minleri irtidat olayına karşı bilinçlendirir. İnsanların kalbini teftiş ederek rasgele kimseyi tekfir etmez. Her zaman zahire göre hükmeder. Kimsenin kalbini açıp da bakmak gibi bir görevi yoktur.
Peygamber Efendimiz, bir olay üzerine zahire göre hükmetmeyen Üsame bin Zeyd’i şiddetle azarlamış ve “Öldürdüğün kişinin kalbini açıp da baktın mı?” demiştir. Üsame radıyellahü anh, “Resulullah sallellahü aleyhi ve sellem beni o kadar uyardı ki keşke bu olaydan sonra Müslüman olsaydım”71 diye bu olaydan duyduğu pişmanlığı dile getirmiştir.
Müslüman bir kimseyi hak etmediği halde tekfir etmenin vebali ve sorumluluğu çok ağırdır. Yersiz yere tekfir mekanizmasını çalıştırmakla ilgili Hazreti Muhammed sallellahü aleyhi ve sellem’in şu hadisleri oldukça manidardır: “Kim bir mü’mine (haksız yere) kâfir derse onu öldürmüş gibi olur.”72
Kâfire Müslümandır; cennetliktir demek nasıl büyük bir sorumluluk gerektirirse Müslümana kafir demek de o denli ağır bir vebaldir. Resulullah şu buyruğuyla mü’minleri uyarmıştır: “Bir kimse din kardeşine ‘ey kâfir’ diye konuşursa bu söz (kâfir ifadesi) ikisinden birine döner.”73 Yani; isabet ettiremeyerek söz yerini bulmazsa bu ithamı yapan kimse kâfir olur denilmektedir.
Sözün özü
Sözün özü: İrtidat; Müslüman bir kimsenin İslam dininin kurallarından birini veya tamamını inkâr etmesi yahut İslâm’ın dışında bir dine girmesi veya politeist, deist, nihilist, egzistansiyalist, Marksist, kapitalist, mason, sekülerist veya ateist olmasıdır.74 Dinin, “ hayat tarzı”75 olduğunu düşünürsek günümüzde birçok din vardır. İnsan ve toplum hayatını anlamlandırma ve hayata egemen olma iddiasındaki ideolojilerin hepsi birer dindir. Kapitalizm, sosyalizm, sekülerizm, pozitivizm, masonluk, nasyonel sosyalizm, hatta popüler kültürün oluşturduğu yaşam biçimleri de birer dindir. Müslümanlıktan, muharref bir dine intikali irtidat olarak görüp ideolojik yaklaşım ve hayat tarzını seçmeyi bir din değişimi olarak görmemek çok yanlış bir yaklaşımdır. Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’ten böyle bir yaklaşıma dayanak bulmak imkânsızdır.
Dünya ticaret merkezi ekseninde oluşan “dünya düzeni”, Yahudi, Hıristiyan ve Grek kültürünü yedeğine alarak sermaye çıkarlı bir din /hayat tarzı oluşturmuştur. Bu dinin merkezine ise kendileri gibi düşünen “hüman (insan)” oturtulmuştur. Böyle bir dini kabul eden kimseler sermayeye ve onun varlığını borçlu olduğu tüketime boyun eğmeye icbar edilmişlerdir. Sermayeye kul olmakla medeni ve uygar olmak eşitlenmiştir. Böyle bir dinin elçileri çok uluslu şirketlerin temsilcileridir. İslâm Dini’nin dışında hiçbir ideoloji ve sözde din bu tür bir hayat tarzıyla hesaplaşamaz.
Müslümanlardaki hesaplaşma ruhunu kırabilmek için İslâm’la ilgili Kitapsız ve Sünnetsiz yorumlar yapılmakta veya yaptırılmaktadır. Ona güç veren cihad ve iktidar ruhu zedelenmek için her türlü faaliyet hem gayri müslimler hem de işbirlikçi Müslümanlar tarafından eksiksiz ifa edilmektedir.
Müslümanlar bu vahim durumu fark etmez ve “nöbet yerinde değil uyumak şekerleme bile yapacak” olurlarsa bir günde yüz binlerce Müslüman ve çocuğu kâfir olabilir. Böyle bir durumda Abdullah bin Amr’ın şu sözünü iyi düşünmek gerekir: “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki mescitleri tamamen dolduracaklar fakat içlerinde hiç Müslüman olmayacaktır.”76 Bu günler imanı korumanın “Avuçta kor ateş tutmak gibi”77 zor olduğu günlerdir.
Küfrün her türlüsüne ve ideolojik yapılanmalara karşı durarak İslam dışı bir dünya düzenine set olup vahiy merkezli bir hayatı tercih eden ve bu hayatın varlık alanı için mücadele edenler avuçlarında kor ateşi tutabilenlerdir…
Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com
DİPNOTLAR
1 Hucurat 49/1
2 Bakara 2/208
3 Al-i İmran 3/19
4 Al-i İmran 3/85
5 Hazin, Ali b. Muhammed, Lübabu’t-Te’vil, C.I, s.682
6 Hazin, a.g.e, c.I, s.247
7 Hakim, Müstedrek, Had. No:6543, C.III, s.697
8 Musannef, Abdurrezzak, No:9970, c.VI, s.48
9 Cezeri, Abdurrahman, Kitab’u-l Fıkh ala mezahib’i-l Erbea, Beyrut, trsz, c.V, s.422
10 Heysemi, Mecma’u-z Zevaid, c. VI, s.261
11 Zuhayli, Vehbe, el-Fıkh’u-l İslami, Dar’ü-l Fikr, 1996, C.VI, s.183
12 Cezeri, a.g.e, c.V, s.432
13 Serahsi, usul, Beyrut, 1993, c.I, s.73,
14 Cezeri, a.g.e, c. VI, s.184
15 Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, es-Sünne, No:115, s.27
16 Musannef, Abdurrezzak, c. VII, s. 422
17 Maturidî, Ebu Mansur, Te’vilat, c. III, s. 387.
18 Malik, Muvatta, 18, Sıyam, 5, Had. No.13, c.I, s.292
19 Abdurrezzak, a.g.e, c.VII, s.19
20 Yahudi ve Hristiyanların da felah ehli olduklarını iddia edip onların da cennetlik olacaklarına kail olmak bu madde çerçevesinde düşünülemez mi?
21 İbn-i Abd’u-l Muhsin, Abdurrezzak, Fıkh’u-l Ed’ıye, Riyad, 1999, s.194-5
22 Bak: Nisa 4/171; Maide 5/77
23 İbn-i Mace, Menasik, 63, No:3029, c.II, s.1008
24 Bak:Buhari, Edeb’ü-l Müfred, c.II, s.35, Suyuti, Celalettin, Cami’u-s Sağir, No:9997, c.II, s.580
25 Ahmed, Müsned, C.IV, s.227
26 Ahmed, Müsned, C.III, s.452
27 Darimi, Mukaddime, 14, s.14; Heysemi, a.g.e, c.VII, s.281
28 Bak: Maide 5/63
29 Bak. Al-i İmran 3/100; Maide 5/51. Kur’an- ı Kerim’de Yahudi, Hıristiyan ve diğer kafirleri üst otorite edinmenin yasaklığı ile ilgili yaklaşık 200 e yakın ayet vardır. Konu ile ilgili Kur’an’da Velayet Kavramı ile ilgili çalışmamıza bakılabilir.
30 Abdurrezzak, a.g.e, No:20764, c.XI, s. 369
31 Bak:Al-i İmran 3/144
32 Bak: Bakara 2/285, Nisa 3/136, 150-152, Hicr 15/90-92
33 Bak: Bakara 2/208, Maide 5/44-47, Nisa 4/65, 105
34 Bak: Hud 11/113
35 Bak: Nisa 4/140, En’am 6/68, Tevbe 9/65-66
36 Bak: Tevbe 9/31
37 Bak: Yasin 36/60, Muhammed 47/25
38 Bak: Furkan 25/43, Casiye 45/23
39 Bak: Hac 22/73-74
40 Hazin, a.g.e, c.I, s.162
41 Ahmed, Müsned, c. VI, s.382
42 Cezeri, a.g.e, c.V, s.429
43 Suyuti, Celalettin, Esbab-ı Vurud’i-l Hadis, (tah: Yahya İsmail), 1998, s.313
44 Nisa 4/151
45 Müslim, 1, İman, 70, No:153, c. I, s. 134
46 Zuhayli, a.g.e, c. VI, s. 185-6
47 el- Mavsıli, Abdullah b. Muhammed, el- İhtiyar, Çağrı Yay, İst. 1980, c. V, s.148; Zuhayli, a.g.e, c.VI, s.185; Cezeri, a.g.e, c. V, s.434
48 Cezer, a.g.e, c.V, s.435
49 Bak: Hud 11/46 İman olmazsa en yakınlarla bile velayet bağının olmayacağına dair bknz: Tevbe 9/23-24
50 Al-i İmran 3/102
51 Ahmed, Müsned, C.IV, s.68
52 Bakara 2/217; Bak: Maide 5/5
53 Al-i İmran 3/100
54 Al-i İmran 3/149
55 Bak:Al-i İmran 3/190
56 Al-i İmran 3/91
57 Al-i İmran 3/144
58 Maide 5/54
59 Ahmet Tekin, Maide suresi 54. Ayet meali.
60 Bak: Nisa 4/136
61 Bak: Tevbe 9/65
62 Muhammed 47/1
63 Ahmed, Müsned, c. VI, s.180; Abdurrezzak, a.g.e, c. X, s.167; Nesai, Tahrimüddem, 37, Had. no:5, c.VII, s.90-1
64 Ahmed, Müsned, c. III, s.103
65 Abdurrezzak, a.g.e, No:9413, c.V, s.213; İbn-i Mace, Hudud, 2, No:2535, c.II, s.848; Nesai, Tahrimüddem, 37, Had. no:14, c. VII, s.104; Maturidî, Te’vilat, c. III, s. 389.
66 Mavsıli, a.g.e, c.V, s.145-6; Cezeri, a.g.e, c.V, s.437-8; Zuhayli, a.g.e, c.VI, s.187
67 Cezeri, a.g.e c. V, s.439; Zuhayli, a.g.e, c.II, s.133
68 Ahmed, Müsned, c. V, s.200
69 Ahmed, Müsned, c. V, s.230; Ebu Davud, Sünen, c.III, s.329
70 Ahmed, Müsned, (tah:Muhammed Şakir, Had. No: 5578) c. VII, s.275
71 Ahmed, Müsned, c. V, s.200; Hakim, Müstedrek, no.4599, c.III, s.126
72 Suyuti, Cami’u-s Sağir, Had. No:8712, c.II, s.527
73 Ahmed, Müsned, (Tah:Muhammed Şakir, No:4688) c. VI, s.314; Acluni, Keşf’u-l Hafa, No:254, c.I, s.94
74 Dini Terimler Sözlüğü, (Komisyon), M.E.B yay, II. Bask, Ankara 2009, s.174
75 Bak: Fetih 48/28
76 Tahavi, Ebu Cafer, Müşkil’ü-l Asar, Daru’l İlmiye, Beyrut, 1995, c. I, s.205
77 Suyuti, Cami’u-s Sağir, No:9988, c.II, s.589
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.