Mustafa Önden Hoca onu hiç unutamamış…

Ömür nimetini Kur’an yoluna adamış bir alim olan Mustafa Önden Hocaefendi 1933 yılında Ordu‘nun Kumru ilçesine bağlı Tekke Köyü’nde doğar. Hafızlığına Kumru’ya bağlı Fizme Köyü’nde “Âmâ Hafız” diye maruf bir hocada başlar ve orada 9 ay kadar talim ve ezber yapar. Sonra Fatsa‘ya gelerek hıfzına bölgenin kurrası Müftü Mehmet Efendi’de ve Hacı Hulusi Baba Camii imam hatibi Hafız Ali Alkan Hoca‘da devam eder.

Hıfzını ve ilmini ikmal etmek için İstanbul’un yolunu tutar. İki buçuk lira ile çıkılan ilim yolculuğu esnasında elinde valiz bile yoktur. Sadece birkaç eşyasını koyduğu bir torba, cepte de sadece iki buçuk lira parası vardır. Bu uğurda her sıkıntıya katlanmaya hazırdır. Ne de olsa aşk geceleri gündüz, yokuşları dümdüz eder. “Mevlam kerim” diyerek aşkla başladığı bu yolculukta, tek dileği Kur’an’ın lafzına hamil, ahkamıyla amil, manasıyla kamil bir müttaki alim olmaktır.

Gönenli’yi bulur

İstanbul’a gelince talebeye kol kanat geren Reisül Kurra Gönenli Mehmet Efendi’yi bulur. Gönenli Mehmet Efendi’yi bilenler onun her geleni kabul etmediğini, git demesine rağmen günlerce kendisini bırakmayan öğrencileri kabul ettiğini söylerler ona. Gönenli Hocamız ondaki azmi, teslimiyet ve kararlılığı görünce onu talebeleri arasına kabul edip Karagümrük‘teki Üçbaş Medresesine yerleştirir. Burada hem hafızlığını tamamlar, hem de kıraat ilimlerini tahsil eder.

Genellikle çarşamba günleri Hacı Hasan Camii’nde öğrenci eksikleri giderilir, varsa harçlık dağıtılırmış. Gönenli Mehmet Efendi gücü yettiğince yüzlerce talebenin iaşe, ibate ve ilim tedrisatıyla gece gündüz meşgul olur ama her şeye de yetişemez. Yokluğun, yoksulluğun had safhada olduğu, çilelerin yudumlandığı zor zamanlardır. O günleri ben Mustafa Hoca’dan dinlemiştim: ‘’Bazen aç kalır yiyecek bulamazdık, birkaç güvercin yakalayıp keserdik. Onlarda da hiç et yoktu, pişirip suyuna ekmek banardık” diyerek anlatırdı hatıralarını.

Tabutta yatan varmış

O zor zamanları isterseniz gelin bir de İstanbul’un meşhur vaizi Cemal Öğüt Hocamızdan dinleyelim: “Bir vaaz sonrası yanıma mahcup bir delikanlı yaklaştı. İstanbul’a ilim tahsili için geldiğini söyledi. Nerede, nasıl kaldığını sordum. Çünkü o günler ilim tahsiline müsait kurumlar yok, üstelik bu tür hizmetler tehlikeli ve cezalık bir durumdu. Mahcup delikanlı bir camide müezzinlik yapan bir tanıdığın kendisini barındırdığını söyledi. O günler müezzinler aldığı ücretle kendini zor geçindiriyorlardı. Temizlik işçileri bile müezzinden fazla ücret alıyorlardı.

‘Evladım yorgan yatak var mı?’ diye sorunca; ‘Efendim yatak yok ama yorganım var; onunla idare ediyorum’ deyince; ‘Nasıl?’ diye sordum. ‘Caminin avlusunda tabut var, yarısını altıma gerisini üstüme alıyorum, kapağı da çektim mi sıcak oluyor’ cevabını vermişti. “ (Cemal Öğüt, Eyüb Sultan, s. 21) Cemal Hocamız göz yaşlarıyla ilim yolcusunu dinler ve ona barınacak ve ilim tahsil edecek yer bulur. İyi bir tahsil yapan bu genç adam ileride bir çok yerde müftülük görevinde bulunacaktır.

Hafızlığını tamamlar

O günleri anlatan bu anekdottan sonra kaldığımız yerden devam edelim. Mustafa Önden Hoca, Türkiye’nin tanıdığı fem-i muhsin sahibi, kurra hafız İsmail Bayır Hoca’dan kıraat ve talim dersleri alır. Burada hıfzını ikmal eder. Kendi ifadesiyle; Kur’an’a adanmış büyük İslam mücahdi hamele-i Kur’an, reisü’l kura, hami-i talebe olan Mehmet Öğütcü (Gönenli) Hocaefendi kaddesellahu sırrahu hazretlerinin öncülüğünde İstanbul’da büyük bir kalabalığın ve sayılı alimlerin katıldığı icazet merasiminde icazetini alır.

O gün ilginç bir olay yaşanır. Bir güvercin yüzlerce kişinin içinden gelip, büyük kürsüde oturan ve cemiyeti yöneten Gönenli Mehmet Hocamızın başına konar. O an buna şahit olanlar duygulanır ve göz yaşlarını tutamazlar. Sonra kuş uçup gider. Çok feyizli ve rahmetin sağanak sağanak yağdığı bir merasim olur. Bu vesile ile ifade edelim ki on binlerce imam gelip geçmiştir ama içlerinden Gönenli Mehmet Hoca zor kalplere kazınmıştır, hiçbir zaman unutulmaz. Bunun üzerinde düşünmek gerekir…

Merasim sonrası Mustafa Hoca askere gider. Askerden dönünce Kumru‘ya bağlı Pencik Köyü’nde fazıl ve kamil Müderris Ali Efendi‘den dokuz ay İslami ilimler dersi alır. Hocasının vefatı üzerine Fatsa‘nın Yukarı Tepe Köyü‘nden Çarşamba Kızılot Köyü‘ne hicret eden, (kendi ifadesiyle ) gönüllere surur, gözlere nur, amel-i salih muallimi, müeddip, mürebbi, aşina-yı tarikat ve erbab-ı tasavvuf olan Üstad Ali Osman Alay Hocaefendi’ye gider. Orada dört yıl ihtisas sayılan Arapça, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Akaid dersleri görür. Hocasının; “Biz hocamızdan ne öğrendiysek size öğrettik. Tetebbu edip siz de ilminizi geliştirin” veciz beyanıyla; “Manen mücaz olduk” demiştir.

İstanbul’a gider

Fatsa ve çevresinde sahibü’l hayrat ve’l hasenat olarak bilinen Çatalpınarlı Hacı Ali Eriş, Çarşamba’ya giderek Ali Osman Hoca‘dan Mustafa Önden Hocamızı kendi yaptırdığı Kur’an kursuna görevli olarak ister. Maaş ve bütün ihtiyaçlar Ali Eriş tarafından karşılanma sözüyle 1961 yılında göreve başlar. Burada hem hafızlık yaptırıp hem de dini ilimleri Arapça temelli olarak öğretme işine başlar. Mustafa Hocamız sadece Kur’an’ın lafzını öğretmek, ezberletmek yerine mana ve ahkamını öğretmeyi de vazife bilir. Bu hafız ve din alimi yetiştirme işini zor şartlarda onlarca yıl devam ettirir.

1979 yılında bir öğrencisi gelip; “Hocam kendilerine devrimci diyen anarşistler seni öldürmemi bana havale ettiler. Seni öldürmezsem beni öldürecekler, ne olur buradan gidin“ diye yalvarınca başka bir öğrencisi Mesut Öztürk devreye girer ve İstanbul’a tayini çıkar. Anarşi 1980 ihtilaliyle durulunca yeniden Çatalpınar’a geri döner. Nice ilim yolcusuna kol kanat gerip talebe yetiştirmeye devam eder. Yetiştirdikleri talebelerin kimisi müftü ve vaiz kimisi de imam hatip olarak memleket sathında görev alırlar.

Hocamız sadece medresesinde değil halkın arasına karışıp insanlara faydalı olmak için bütün mesaisini harcar. Vaaz, sohbet nereye çağrılırsa gider. O günün şartlarında insanlar uzaklardan yaya ve atlı olarak gelip saatler öncesinden camiyi doldurur ve Hocamızın doyumsuz vaazıyla mest olarak camiden ayrılırlar. Kendisi medresede disipliniyle, vaazda doğruları eğip bükmeden söylemesiyle meşhurdur. Ben de kendisini Hakk’ın hatırını hiçbir şeye değişmeyen salabet ve celadet sahibi, sözün nezaket ve nezafetine de dikkat ederek söyleyen bir güzel alim olarak tanıdım.

Ehl-i tariktir

Doksanlı yıllarda bir hac dönüşü merhum Musa Topbaş Efendi‘yi ziyaret edip ondan manevi ders ve feyz alır. Hocamız sadece ilim değil irfan sahibi, çift kanatlı, hal sahibi, mana eri örnek bir alimdir. Nitekim onun ifadesiyle; “Örnek bir hocanın, öğrettiği ilimlerle ahlakı ve ibadeti ters olmamalıdır. İlim ve irfan sahibi gönül eğitimi almış, adanmış alimlere her zaman ihtiyaç vardır.”

Hocalarına onun kadar muhabbet ve hürmet gösteren pek az insan tanımışımdır. Üstatlarından söz ederken sesi ve yüzü değişir, sanki yanlarındaymış gibi muhabbetle onlardan bahseder, hatıralarını anlatır. Öğrencileri de onu çok sever, sayar hatırını gözetirlerdi.

Talebelerinden o zaman Ordu vaizi olarak görev alan sonra değişik ilçelerde müftülük yapan Mesut Öztürk şöyle bir hatıra anlatıyor: “Müftü Bey bana ‘seni hacca gönderelim’ demişti. Ben de ‘Ben daha gencim yine fırsat bulur hacca giderim. Benim çok muhterem bir hocam var Çatalpınar’da Mustafa Önden… Onu göndersek olmaz mı?’ dedim. Müftü Bey de kabul etti. Böylece hocamız hacca gitti.”

Fatsa’ya taşınır

Ömrünün son zamanlarında Fatsa’ya taşınır. Özellikle yetiştirdiği öğrencilerinin onu arayıp sorması, ziyaret etmesi kendisini çok memnun eder, yüzünde güller açar, onlara uzun uzun dualar eder. İlerlemiş yaşına rağmen çok güzel Kuran okur, fem-i muhsin sahibidir.

Bir gün Hocamızı ziyarete gelen bir misafiri; “Sakalları ne kadar da Gönenli Hoca’nın sakallarına benziyor” diye içinden geçirir. Hocamız o misafire dönüp; “Sakallarım Hocam Gönenli Efendi’nin sakallarına ne kadar benziyor değil mi?” diye sorar. O kişi dışarı çıkınca yanındaki arkadaşına; “Hocamız gerçek bir Allah dostu“ der.

Hocamızın dünya gurbeti 2012 yılında sona erer ve Rahmet-i Rahmana kavuşur. Muazzam bir kalabalıkla uğurlanır. Cenaze namazını İl Müftüsü kıldırır. Ardınca çok sayıda talebe ve gözü yaşlı sevenlerini bırakan Hocamız bu dünyada hoş bir seda, hoş bir hatıra bırakarak En Sevdiği’ne kavuşmuştur. Rabbim ona ve tüm geçmişlerimize gani rahmet eylesin. Onunla ilgili son bir hatıra ile yazımızı bitirmek isterim.

Hocamızın hayatındaki en müteessir olduğu hadiselerden biri ise evladının vefatıdır. Hocamızın büyük oğlu Necati Önden, İlahiyat Fakültesi mezunu babası gibi mücahit ruhlu, gayretli bir muallimdi. Hocamız da onu farklı severdi. Takdir-i İlahi genç yaşta vefat edince evlat acısı da farklı oldu. Aradan yıllar geçmesine rağmen zaman zaman Merhum Necati’den hüzünle bahsederdi. Bir gün; “Hocam Necati’yi unutamadın galiba” deyince “Unutmak mı? Ben her gece gizli gizli onun için ağlıyorum“ cevabını vermişti.

Recep Uzun/ İrfanDunyamiz.com

KARADENİZ ÇEVRESİ İRFAN DÜNYAMIZ

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.