Allah Resulü buyuruyor ki: “Acele şeytandan, teenni de Rahmandandır.” Ecdadımız ne güzel demiştir: “Acele işe şeytan karışır.” Aslında bu bir hadis-i şerif anlamıdır. Her gün kaza haberlerini dinlerken kazaya sebep, acele ve aşırı sürattir, denildiğini duyuyoruz. Bu meyanda, “acele eden ecele gider” sözünü sık sık duyarız. Hiç şüphesiz kader de hükmünü icra edecek, eceli yetenler şu veya bu sebeple gidecektir.
Dinimiz bize ne zaman öleceğimizi bildirmemiş, bunu gizlemiş, fakat tedbir almayı bize kesinlikle emretmiştir. Bunun için başkasının ölümüne sebep olan bir kimse; “Ne yapayım onun kaderi öyleymiş” deyip savuşamaz. Dinimize göre onun yakasından tutuluyor, kendisine diyet ödettiriliyor. Diyet deyip geçmeyin, icabında 100 deve değeri yani 10 milyarlarca para; bunu tek başına ödeyemezse, çevresi, yakınları da ödeme mükellefiyetine giriyor.
Sabır ve namaz
Sonra İslâm dünyasında bazı çalışmalar var. Ehliyetsiz araba kullanma, aşırı hız, içki, uyuşturucu almış olarak veya uykusuz olarak sürücülük yapıp da birisinin ölümüne sebep olanların sırasında cani, katil sayılacağı ve buna göre ceza göreceği bahis konusu ediliyor. Çünkü tecrübelerle bu durumda araba kullananların ölüme sebep oldukları herkes tarafından bilinen bir şeydir.
Bakara Sûresi’nde; “Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyiniz” buyrulurken, sabır namazdan önce geliyor (Bakara 153). Kur’ân-ı Kerim’de insanın acelecilik yönü kötülenmiştir. İsrâ ve Enbiya sûrelerindeki ayetler (İsrâ 11, Enbiyâ 7) bu hususu bize haber veriyor. Vakitsiz iş yapmanın önüne geçmek için Cenab-ı Hak, ayrıca müşavereyi emir buyurmuşlardır. Müşaverenin sünnet oluşu, düşüncesizce, acelelikle bir işe saplanıp bir felaketle karşılaşmamamız içindir.
Hucurat Sûresi’nin 6. ayetinde: “Ey müminler, size herhangi bir fasık, herhangi bir haber getirirse, o haberin aslını iyice araştırın. İşin aslını başka delillerle de iyice anlamaya çalışın. Aksi halde, farkında olmayarak bir kavme sataşır, sonra yaptığınız işe pişman olursunuz” buyruluyor.
Adetullaha aykırı
Acelecilik âdetullaha aykırıdır. Dünyada Allah’ın “Hakîm” ismi tecelli etmektedir. Allah, yer ve gökleri altı günde yarattığını bildiriyor bize. (A’râf, 54) Hâlbuki o, bir defada “Ol” demekle de yerler ve gökleri hemen yaratıverirdi. Buna rağmen Allah Teala yaratışını tedrîcen yaparak buna bizim de dikkatimizi çekmiş oluyor. Kur’ân-ı Kerim’in nüzulü yirmi üç sene sürmüştür. İslâmiyet yirmi üç senede tamamlanmıştır. Bu da bir anda olacak bir işti. Ama hikmet-i ilâhî, yirmi üç sene sürmesini gerekli kıldı.
Çocukluğumda Kur’ân-ı Kerim’in bir anda tam bir kitap olarak Cebrail aleyhisselam tarafındın nurdan bir kürsü üzerine konulduğunu, Peygamber Efendimiz’in de bunu alıp ashabına tanıttığını öğrettiğini zannederdim. Böyle olmadığını sonradan öğrendim.
Büyük irşadcı Bursalı İsmail Hakkı da eseri Rûhu’l-Beyan‘ı vahiy müddeti olan yirmi üç senede yazmış, tamamlamıştır. Bu da onun, Kur’ân-ı Kerim’in yirmi üç sene içinde tamamlanmasını hikmetli görmesinden olsa gerektir. Kur’ân-ı Kerim’de içki gibi yasakların bir anda değil de, tedrici olarak peyderpey haram kılınması da çok düşündürücüdür.
Ayak bağı olur
Acelecilik, dünyevî ve uhrevî maksatlarımıza ulaşma hususunda çok zaman bize ayak bağı olmaktadır. Ziya Paşa‘nın bir sözü vardır: “Tîzreftâr olanın payına dâmen dolaşır.” Yani, çok acele yürüyenin eteği ayağına dolaşır ve yıkılıp yarı yolda kalır. Bu konuda binbir tecrübeden sonra söylenmiş atasözlerimiz de çok manalıdır.
Bir kuzunun büyüyüp kurban olabilmesi altı ay veya bir sene ister. Biz, Kurban Bayramı yaklaşıyor diye kuzunun karnını yarıp otu, samanı içine bolca doldursak onu büyütüp kurbanlık hale getirmek yerine öldürmüş oluruz. Kuluçka olmuş tavuk veya onun sıcaklığı verilen kuluçka makinesi yumurta üzerinde 21 gün süreyle beklemedikten sonra civciv çıkmıyor. Cenin anne karnında dokuz ay hayata hazırlatılıyor. İnsan yavrusu, on iki- on sekiz yaşına kadar bir çocukluk devresi geçiriyor. Çiğnenmeden yutulan lokma midede hazmolunmuyor.
Bir doktor dostumun muayenehanesinde oturuyorduk, bir hasta kapıyı çaldı; “Doktor bey beni kaç günde iyi edersiniz?” dedi. Doktor; “İki-üç hafta tedaviye devam etmeniz lazım” diye cevap verdi. Hasta; “Peki doktor bey size iki haftalık tedavi ücretini, ayrıca yol parası ile otel parasını versem beni üç günde iyi edemez misiniz?” Doktor bey güldü; “İyi etmek Allah’a mahsustur. Tıp, tecrübelere dayanır. Tecrübelerimiz sizin iki üç hafta tedavi olmanız gerektiğini gösteriyor. Bizim elimizden başka bir şey gelmez” dedi.
İlim ve sabır
İlim, sabır ister. İlmin en büyük düşmanı sabırsızlık ve aceleciliktir. İlmî, fikrî eser meydana getirmek kolay iş değildir. Sağlığında Nihat Sami Banarlı Bey’i birkaç defa ziyaret etmiştim. İlim âşığı bir insan olarak bize pek değerli tavsiyelerde bulunmuştu. Bu arada talebeliğimizden itibaren sevdiğimiz, alaka duyduğumuz bir mevzuu alıp çalışmamızı, onu ilerde ciddi bir eser olarak ortaya koymamızı söylemişti: “Okuyanın tam faydalanacağı bir kitap, ancak 15-20 senede ortaya konan bir eser olabilir. Bu müddet zarfında hiç yılmadan çalışmak lazım ki, kitabımız okuyucuyu okuduğuna pişman etmesin ve sahasında onu başka kitap okumaya da muhtaç bırakmasın.”
Yıllarca neşriyatla meşgul olmuş ilim meraklısı bir hocamız mezuniyet, öğretim üyeliği, doktora ve doçentlik tezlerini bastırmak için müracaat eden arkadaşımıza hep sabırlı olmayı, alelacele piyasaya kitap sürmekten sakınmayı tavsiye ederdi. Onun dinlediğim bir tavsiyesi şöyleydi: “Yazdığınız en küçük bir makaleyi bile kaybetmeyin, yazılarınızı, seminerlerinizi, konferanslarınızı mazbut dosyalar içinde muhafaza edin, gün geçtikçe, yeni bilgiler edindikçe, kültürünüzü zenginleştirdikçe bu eski yazılarınızı, eserlerinizi, tekrar gözden geçirin, onları geliştirip olgunlaştırın,
Daha sonra müşavereler neticesinde uygun görülürse neşretmeye karar verebilirsiniz. Maalesef, bazı arkadaşlar, çalakalem hazırladıkları yazılarını, kitaplarını hemen neşrediyorlar. Sonra tenkitler, hücumlar başlıyor kendileri de tenkide tahammül edecek durumda olmayınca zedeleniyor, rencide oluyor ve cemiyet yüksek istidat sahiplerinden ilerisi için faydalanma imkânlarını kaybediyor. Hâlbuki bu değerli insanlar, biraz bekleyerek müşavereler yolu ile hatalarını tashih etmiş olsalardı, verdikleri eserlerin arkasından daha güzel eserler verecekler, bu da hem kendilerinin, hem de cemiyetimizin faydasına olacaktı.”
Sabır ve sanat
Edebiyat tarihçileri, Yahya Kemal‘in bazı şiirlerini 15-20 senede tamamladığını anlatıyorlar. Şüphesiz şair, 15-20 sene, malzeme toplamakla meşgul olmuş değildir. Fakat okudukça, yeni yeni eserler inceledikçe, şiirle ilgili bilgisi ve kültürü zenginleştikce, eserini iç ve dış ahengi cihetleriyle yeniden ele almakta ve şiirini seviyelendirmiş bulunmaktaydı.
Meşhur Alman şairi Goethe, Faust adlı eserini daha önce yazılmış, işlenmiş herkesin bildiği konu olarak ele almış, fakat bütün hayatını vererek ona duygu coşkunluğu, hayal zenginliği, kültür derinliği, üslup sağlamlığı gibi bir edebî eserde bulunması gereken bütün özellikleri kazandırmış ve onu dünya edebiyatının unutulmaz şaheserleri arasına sokmuştur.
Çeşitli ilim ve sanat dallarına ait dev eserlerin, vücud bulması da bir anda olmamıştır. Mimar Sinan, Süleymaniye ve Selimiye‘yi istese çok daha kısa zamanda bitirebilirdi. Ama o zaman bugünkü Süleymaniye ve Selimiye’den başka bir şey olur veya şimdiye kadar yaşaması mümkün olmayan, taş toprak yığını haline gelip kaybolup giderdi.
Orta yol
Fakat bu arada madalyonun öbür tarafına da bakmamız lazım. Sabr, sebat iyidir diye her şeye sabır olmaz. Hani bir adam kendisinin çok sabırlı bir kimse olduğunu söylemiş ve bunu öyle tasvir etmiş ki, herkesi hayrette bırakmış, sonunda; “O kadar sabırlıyım ki, cami ile kapı bir komşuyuz, ama daha bir kere olsun camiye girmiş değilim” demiş. Sabır sebat bir müminin aksiyonculuk yönünü köreltecek, dumura uğratacaksa, bu, sabır değil, meskenettir. Korkaklık ve pısırıklığın sabır diye takdime kalkışılmaması lazımdır.
Sonra en iyi eseri meydana getireceğim diye plânsız, tertipsizce birtakım malzeme yığınlarının içinde boğulup kalmak da akıl kârı değildir. Prof. Sabahattin Zaim Beyi ziyaret ettiğimde bir asistandan bahsetti. Bu zat, beş sene devamlı olarak malzeme fişlemekle meşgul olmuş, fakat o kadar malzeme biriktirmiş ki, bunları bir türlü tertipleyip de tezini meydana koyamamış. Her şeyin aşırılığı zararlıdır. Orta yol da İslâmiyet’in ve dolayısı ile Müslümanın şiarıdır.
Daha iyiye ulaşmak, en iyi ile buluşmak elbette güzel bir şey. Ama denildiği gibi, en iyi iyinin düşmanıdır. Daha iyi, en iyiyi elde etmemize mani olacaksa, bizi bağlayacak, bizi köstekleyecekse, bizi yerimizde saydıracaksa, hatta bizi hiçliğe sürükleyecekse bunun bizim için bir kıymeti yoktur. “Tamamı elde edilemeyenin tamamı terk edilmez” prensibine uyar, o zaman yapabileceğimizi yaparız. Ve ümitle, imanla günden güne kendimizi Mevla’mızın verdiği istidat istikametinde geliştiririz inşallah.
Kaynak: Prof. Dr. Ahmet Coşkun, Sohbetler ve Hatıralar, Yayına Hazırlayan: Hüseyin Kader, s. 170-174 Yazı kısaltılmıştır, tamamı belirtilen kaynaktadır. Başlıklar sitemize aittir.
Prof. Dr. Ahmet Coşkun/ İrfanDunyamiz.com
Şahsiyet Gelişimi↗
Müslümanca hassasiyetlerle yazılmış kişisel gelişim yazıları okumak için tıklayın.
Adab-ı Muaşeret↗
Sosyal hayattaki edep ve görgü kurallarına dair yazıları okumak için tıklayın.