Diyar-ı gurbetteki bir insan neyse, sen de öylesin. Bir yere gitmekte olan yolcu neyse, sen de aynen öylesin. Öyleyse şimdiden kendini ölmüşlerden say… Ve hayatının kıymetini iyi bil. Kendinin yalnız olduğunu iyi anla. Bu görüntüler seni aldatmasın. Asıl maksadından seni koparmasın. İnsanın asıl maksadı “ihsan” mertebesi denilen mertebeye ulaşmaktır.
Şanlı Peygamberin bu mertebeyi şöyle anlatıyor: “İhsan, Allah’ı görürmüşçesine yaşayan şuurlu bir kul olmandır. Eğer sen O’nu görmediysen her an O’nun seni görmekte olduğunu bilerek yaşayan bir kul olmandır.” İşte, eğer sen, bu mertebeye ulaşırsan, dünyada seni hiç kimse tanımasa bile Allah ve Resulü çok iyi tanır…
Huzur orada
Allah’a iman, O’na muhabbet ve O’na bağlılık olmayınca ve insan ondan gaflete düşünce, tam bir yalnızlık ve gariplik içerisindedir. Fakat Allah ile gönülden ve özden, şuurla irtibat sağlayınca yalnızlıktan ve gariplikten eser kalmaz. Huzur denilen şey oradadır. Gönül hoşnutluğu oradadır. Böyle olan birisini hiçbir şey meşgul edemez, hiçbir şey aldatamaz.
Bütün bir beşeriyet ve insanlık, nehir gibi akıp giden hayatın kendisidir. Nereye gidiyor? Önce gidenler nereye gittiler? Sonra gelenler nereye gidecekler? İşte bu hengâmede sana, bana ve başkalarına gereken o ki; hayatın kıymetini bilelim. Tekrar gelmeyeceğimize göre ömrümüzü ve zamanımızı iyi değerlendirelim.
Şu hayatımızda öyle bir usul ve metod, öyle bir yol ve yöntem izleyelim ki; bu dünyada kimseye yük olmayalım, kimseye kul, köle olmayalım, işimizi ona göre düzenleyelim. Bu ölçü ve davranış içerisinde asıl ahiret hayatımızı kazanalım.
İhsan mertebesi
İhsan mertebesine ulaşabilmenin, dünyaya aldanmadan yaşayabilmenin sırrı Allah’ın zikri ile meşgul olabilmektedir. Allah’ı zikretmek için özel bir zaman ve özel bir mekân aranmaz. Her zaman, her yerde ve her hal ve ortamda Allah zikredilebilir. Fakat bu iş, bütün bir ömrü içerisine alan sürekli bir iştir. Kısa zamanda bir şeyler bekleyerek hareket etmek yanlış olur.
En ağır şartlar altında bile olsa kalp ve gönül yolculuğuna devam etmelisin. Yılgınlığa, bıkkınlığa, bedbinliğe düşmemelisin. Yolundan dönmemelisin. Senin, İslam’dan başka bir yol bulman mümkün değildir. İnsan, İslam’la insan olur. Hayat, İslam’ın uygulaması değilse, hayat değildir. Ve insanın tek sıkıntısı İslam’ı bulamaması, İslam’ı bilememesi ve İslam’ı yaşayamamasıdır.
İslam’ı bulamayan Allah’a giden yolu bulamaz. İslam’ı bilmeyen Allah’ı bilmeye giden yolu bilemez. İslam’ı yaşamayan, Allah’a yaraşır hayatı, Allah’ın memnun olacağı bir hayatı yaşayamaz. İnsanı Allah’a götürmeye çalışan salih insanlar elbette vardır. Onlar, imanlarıyla, amelleriyle, ahlak ve faziletleriyle, hatta ilimleriyle çevresindekileri aydınlatırlar. İnsanlara yol gösterirler.
Tuzaklar var
Onlara hürmet edebtendir. İstifade edebilmenin anahtarıdır. Niceleri de vardır ki, onlar insanları kendilerine bağlamaya çalışırlar. İnsanların kendilerine bağlanması için nice hileli yollara başvururlar. Ellerinde mal, mülk ve servet bir oltadır. Şan, şöhret ve unvanları bir tuzaktır. Bulundukları mevki, makam ve rütbeler, bir kementtir.
Niceleri İslam’ı, Kur’an-ı, hayatın sıkıntılarını hiç bilmeden insanlara yol gösterdiğini sanır, fakat hem kendi sapıtır hem de kendisine gelenleri saptırır. Allah’ın verdiği akıl ve idrak nimetiyle herkes dikkat etmeli bu tehlikelere düşmemeli. Düsturumuz ve temel ilkemiz: Kitap, Sünnet ve ona bağlı ictihad olmalıdır.
Aslında bütün insanlar bir yarışma içerisindedirler. Çeşitli dallarda yapılan yarışmalara katılanlar hangi dallarda yarışacaklarsa o grupta yerlerini alırlar. İnsanlar da öyledir. Herkes bilir ki, yarışın yapılacağı yerde bir son çizgi vardır. Yarış orada biter. Yarışmacılardan hangisi o çizgiye önce varırsa o, yarışı kazanmış olur. Ve o yarışma için konmuş olan ödülü de o alır. Bunun böyle olduğunu hemen herkes bilir. Fakat hiç kimse Allah yolunda bir yarış yaptığının farkında değildir.
Hayırda yarışın
İşte önemli olan, önce böyle bir yarışmada olup olmadığının bilincine varmaktır. Böyle bir bilince ulaşanlar, yarışı kazanmış mı, yoksa kaybetmiş mi daha iyi anlarlar. Cenâb-ı Hak, “Hayırlarda yarışınız!” buyuruyor. (Bakara: 148) buradaki “hayır” kelimesi, bütün farzları, nafileleri, namaz, oruç, hac, zekât, cihat, zikir, dua ve hizmet gibi bütün güzel şeyleri içerisine alır.
Dünyadayken hayırlara koşan kimse, ahirette de cennete koşar. Hayırlarda yarışı kazananlar, hem insanların hem de meleklerin nazarında üstün tutulurlar. Gayet açık bir gerçektir ki, Müslümanların nazarında yarışma iki çeşittir. Bunlardan birisi dünyevî, diğeri uhrevîdir.
Dünyevi yarışma: İnsanlar vardır kafaları, kalbleri dünyanın geçici zevkleri ve nimetleriyle meşguldür. Çeşit çeşit paralar, senetler, son model arabalar, köşkler, saraylar, villalar, pahalı kumaşlardan elbiseler, her çeşit vitamini bol yiyecekler, arsalar, bağlar, bahçeler vs.
Yarışı bu yönde sürdürenler bilmezler ki bunlar, bu işler bütün ömrünü, zamanını ve bütün enerji ve gayretlerini tüketen işlerdir. Eğer bir kimse bunlarla Allah’ın rızasını kazanamazsa, o kimse yarışı kazanamamış demektir. Çektiği bütün emekler, sarf ettiği enerji ve tükettiği ömür boşa gitmiştir.
Allah içindir
Uhrevî yarışmaya gelince: Yine bazı insanlar vardır ki kalpleri, kafaları ve gönülleri, kendilerini Allah’a yaklaştıracak işlerle meşguldür. Namaz, oruç, zikir, dua, yoksullara yardım, anneye-babaya iyi davranmak, akrabalık bağlarını sağlam tutmak, Allah yolunda cihad etmek vs. O kadar ki bunların, neredeyse bütün yaşantıları, düşünceleri sadece Allah içindir. Örneğin; bir bahçeye girseler cenneti hatırlarlar. Meyvelerinden yeseler, sularından içseler, cennetin meyvelerini ve sularını hatırlarlar.
Yatağa girip başını yastığa koyunca kabrin karanlığını, oradaki tehlikeli durumları düşünüp Allah’a yalvarırlar. Bir cenaze görseler, aynı şeyin kendileri içinde olacağını, nasıl hesap vereceklerini düşünürler. Bir hastayı ziyaret etseler, sağlığının kıymetini bilip onunla Allah’a kulluk etme gayretlerini artırırlar. Yani onlar, her iş ve olaydan bir şeyler bulup onunla Allah’ı anmaya çalışırlar. Onların hali budur.
Yarışı bu yönde sürdürenler gayet açık şekilde bilirler ki bir gün bu yarışı kazanıp ödülü de sevinç içerisinde alacaklardır. Çünkü bunların ömrü boşa gitmemiş, vakti ve zamanı boşa gitmemiştir. Sen, ey yarışmacı! İyi bil ki, ahiret için yarışanlar ruhen yükselirler. Dünya için yarışanlar, ümitsizliğe, ruhsal çöküntüye, yok olmaya doğru giderler. Ahiret için yarışanlar dünyayı güzelleştirirler, verimlendirirler. Çünkü dünya onlar için bir fırsattır, bir nimettir.
Dünya için yarışanlar ise, her şeyin burada olup bittiğine, bu sebeple hudutsuz bir yaşantı sürmeye, böylece de dünyayı harap etmeye çalışırlar. Ey yarışmacı! Dünya için yarışanlar da, ahiret için yarışanlar da birlikte nefes tüketiyor. Ancak bu sarf edilen ömür ve enerji sonucu elde edilen şey gerçekten bu yarışmanın ödülü mü? Sen, altın madalya ve kemer dururken nikel veya bronzdan yapılmış bir ödüle talip olma…
(Not Bu yazı merhum Hafız Hasan Hüseyin Varol Hocamızın “Yaşadıklarım ve Gördüklerim” adlı kitabından kısaltılarak derlenmiştir. Görsel ressam Zeynep Yeşilmen’e aittir. Başlıklar sitemize aittir. Geçmişlerimiz için Fatihalara ve dualara vesile olması niyazı ile.)
Hasan Hüseyin Varol
İrfanDunyamiz.com
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair çok güzel yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
Rabbimiz razı olsun. Çok güzel nasihatler.