
Gaziantep’in taş sokaklarında hâlâ yankılanır onun sesi… “Evladım, kalp Allah’ı unuttu mu, dil ne söylerse söylesin eksik kalır.” Bu söz, merhum Adil Özberk Hocaefendi’nin bir vaazında dile getirdiği cümlelerden sadece biri. Bu söz, sadece bir öğüt değil; bir dönemin manevî aynası, bir şehrin vicdanının sesi…
1934 yılında Gaziantep’te dünyaya geldiğinde, şehir henüz bugünkü kadar kalabalık değildi. Fakat o dönemde de ilim, edep ve maneviyatın ışığıyla yoğrulmuş bir şehir kimliği vardı. Gaziantep, Osmanlı’nın son döneminde “Küçük Buhara” diye anılırdı; çünkü bu topraklardan nice hafızlar, fıkıh âlimleri, gönül ehli insanlar yetişmişti. İşte Adil Özberk de bu zincirin son büyük halkalarından biriydi.
Henüz çocuk yaşta iken Kur’an’a yöneldi. Daha 13 yaşındayken Arapça okumaya başlamış, Halep’e ilim yolculuğuna gitmişti. Zor yıllardı… Yol uzun, imkân sınırlı, ama ilim aşkı büyüktü. Halep’te ve Mısır’da yıllarını verdi. El-Ezher Üniversitesi’nden birincilikle mezun oldu.
Memleketine döndüğünde sadece bir ilim adamı değil, bir maneviyat işçisiydi. Gaziantep’in sokaklarında yürürken onu görenler, her zaman elinde kitapla, dilinde dua ile hatırlardı. Kendisi hakkında anlatılan şu söz meşhurdur: “Adil Hocaefendi, bir şehri ilimle inşa eden ama adıyla değil, duasıyla tanınan bir adamdı.”

Şehrin hafızası
Gaziantep’te yıllarca camilerde vaaz verdi, talebe yetiştirdi, hafızlar yetiştirdi. Onun yetiştirdiği hafız sayısının beş yüzü geçtiği söylenir. Ancak o hiçbir zaman sayılara değil, kalplere dokunmaya önem verirdi. Bir vaazında şöyle demişti: “Hafız olmak, Kur’an’ı ezberlemek değildir; Kur’an’ın seni ezberlemesidir. Çünkü kelam-ı ilahî seni tutmazsa, sen o kelamı tutamazsın.” Bu anlayış, onun eğitim anlayışını özetliyordu.
Gaziantep’in her mahallesinde bir talebesi, bir öğrencisi, bir iz bırakmıştı. Cami kürsülerinden yükselen sesiyle, halkın dertlerini Kur’an’ın diliyle anlatmayı başarmıştı. Onun ders halkalarında sadece gençler değil, yaşlılar da bulunurdu. Bir sohbetinde şöyle demiş: “Yaşlılık bedene ait bir yorgunluktur; ruh yaşlanmaz. Kur’an okuyan bir gönül, her sabah gençleşir.” Bu sözü, Gaziantep’in nice ihtiyarının dilinde dua gibi dolanır olmuştu.
Sade bir âlim
Adil Özberk Hocaefendi’nin en dikkat çekici yönlerinden biri tevazuuydu. Makam, unvan, gösteriş gibi şeylerden uzak durur; kendi deyimiyle “kalbi diri tutmanın” peşindeydi. O, minberde sert görünse de, insanlarla sohbetinde yumuşak bir kalbe sahipti. Talebeleri, onun her zaman “önce dinleyen bir hoca” olduğunu anlatır.
Bir gün bir talebesi, “Hocam, hangi ilim en değerlisidir?” diye sorar. O da gülümser ve şöyle der: “Kalbi eğiten ilimdir evladım. Çünkü aklı aydınlatan bilgi çoktur ama kalbi ısıtan marifet az bulunur.” Bu cümle, onun ilim anlayışının temelini oluşturur. Zira o, aklı ve kalbi birbirine denk tutan bir eğitimciydi. Bu yönüyle hem klasik İslam ilim geleneğine sadık kalmış hem de modern çağın insanına hitap edebilmişti.
Yol gösterirdi
Hoca’nın vaazlarında en sık işlediği konular imanın samimiyeti, ahlakın sadeliği ve kul hakkının önemiydi. Bir Ramazan günü Şehreküstü Camii’nde verdiği vaazda şöyle demişti: “Ramazan, aç kalmak değildir; aç gönülleri doyurmak demektir. Sofrada ekmeği paylaşmak kolaydır, kalbi paylaşmak zordur. Allah bizden tok oruç değil, halden anlayan kalp ister.”
Bir başka vaazında, gençlere dönerek şunları söylemişti: “Evladım, teknoloji ilerler, şehir büyür, yollar genişler… Ama insan kalbi daralırsa, bütün gelişme çöker. Kalbinizi büyütün, çünkü Allah oraya bakar.” Bu sözleriyle sadece dini değil, insanı da anlatıyordu.
Vaazları, hem akli açılımlar hem de derin bir ruh taşırdı. O vaazlarıyla modern hayatın gürültüsü içinde kaybolan gençlere bir yön, bir ses olmuştur. Yalnızca camilerde değil, şehrin sosyal hayatında da etkili bir isimdi. Gaziantep’te birçok Kur’an kursunun kurulmasında öncülük etti.
Bu kurslarda yetişen öğrenciler, yıllar sonra Türkiye’nin farklı illerinde imam, öğretmen, müezzin ve din gönüllüsü olarak görev aldılar. Bugün bile, Gaziantep’te herhangi bir camide “Adil Hoca’nın talebesiydim” diyen birine rastlamak mümkündür. Bu, onun sadece bir nesli değil, bir geleneği inşa ettiğini gösterir.
Şehrin vicdanı
Gaziantep halkı için Adil Özberk Hocaefendi, sadece bir din görevlisi değil; aynı zamanda bir vicdan rehberiydi. Cenazesinde, yüzlerce insan gözyaşları içinde; “Hocamız gitti ama sesi kalbimizde kaldı” demişti. Gerçekten de öyle oldu. Çünkü onun vaazları, vaaz bitince unutulan cümleler değil, yaşam biçimi haline gelen öğütlerdi.
Bir öğrencisi yıllar sonra şöyle anlatır: “Hocamız bize sadece Kur’an öğretti sanırdık, meğer sabrı, adaleti, sevgiyi öğretmiş.” Gaziantep’te 1999’da vefat ettiğinde, arkasında sadece camiler ve kurslar değil; bir ahlak mirası bıraktı.
Adil Özberk Hoca’nın en büyük özelliği, kalpleri yumuşatan bir üslup kullanmasıydı. Birçok vaazında halkın günlük hayatından örnekler verirdi. Bir gün, vaazında şunları söylemişti: “Bir komşunun kapısını çalmak, bazen bir dua etmek kadar değerlidir. Çünkü dua, göğe giden söz; ziyaret, yere inen rahmettir.”
Bu sade ama derin anlatımıyla, dinin hayatın içinden bir rehber olduğunu hatırlatırdı. Halk onu Gaziantep’in manevi mimarlarından biri olarak anmaya başladı. Çünkü o, sadece taşla yapılan camiler değil, gönül taşlarıyla yapılan kalpler inşa etti.
Yeni nesillere miras
Bugün, Adil Özberk Hocaefendi’nin talebeleri arasında akademisyenler, imamlar, eğitimciler ve gönüllü hizmet insanları bulunuyor. Hoca’nın etkisi, bireysel değil; toplumsal bir iz olarak devam ediyor. O, hiçbir kitabı yazmamış olabilir; ama binlerce kalbe “yazılmış bir kitap” bıraktı.
Gençlere daima şu öğüdü verirdi: “İlim, diploma değildir. İlim, insanın kendini bilmesidir. Kendisini tanımayan, Rabbini tanımaz. Akıl yolu bulur, kalp yolu yürür. İkisi birleşirse insan olur.” Bu söz, bugün hâlâ birçok genç için bir pusula gibidir.
Gaziantep’te her Ramazan ayında onun adına düzenlenen hatim programlarında, bu cümleler tekrar edilir; bir dua gibi, bir hatıra gibi… Onun hayatını anlatanlar, en çok şu sahneyi hatırlar: Bir kış günü, caminin arkasında oturmuş, titreyen bir yaşlı adamın cebine gizlice para koymuş.
Yanındakiler görüp; “Hocam, neden gizlediniz?” diye sorunca şöyle demiş: “Evladım, veren göründü mü, alan utanır. Bizim işimiz gönül ısıtmak, el övünmek değil.” Bu incelik, onun karakterinin özüydü. İyiliği gösteriş için değil, Allah için yapardı.
İz bıraktı
Adil Özberk Hocaefendi, 1999 yılında vefat ettiğinde ardında sessiz ama güçlü bir iz bıraktı. Gaziantep’te bugün bile birçok yaşlı, “Adil Hoca’nın duasını almıştım” derken gözleri dolar. Her yıl nisan ayında anma programları düzenlenir.
Vaazları, kaset kayıtlarında, eski defterlerde, talebelerin hatıralarında yaşamaya devam eder. Bir vaazında şöyle demişti: “Her insanın bir iz bırakma hakkı vardır. Ama kimisi taşta iz bırakır, kimisi kalpte. Kalpte kalan iz, dünyada da ahirette de silinmez.”
Onun bıraktığı iz, işte o kalp izidir. Bugün Gaziantep’in manevi atmosferinde hâlâ o iz hissedilir: Ezan okunurken, çocuklar Kur’an öğrenirken, bir yaşlı dua ederken… Adil Özberk Hocaefendi’nin hikâyesi, sadece bir şahsın değil; bir iman çağının hikâyesidir.
O, sessiz ama derin bir iz bırakarak gitti. İsmini bilmeyenler bile, onun duasının gölgesinde büyüdü. Bir şehrin minarelerine sinmiş, bir milletin gönlüne işlemiş bir isim olarak yaşamaya devam ediyor. Gaziantep’te bir gün, eski bir caminin duvarında şu cümle okunur: “Bir hoca gider, bir şehir yetim kalır.”
O şehir Gaziantep’ti, o hoca Adil Özberk’ti. Ruhu şad olsun…
Mehmet Sönercan/ İrfanDunyamiz.com
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Dünyamız Kendi İrfanımızı Keşfet!

