Bizler kelimelerle konuşur, kavramlarla düşünür ve duygularla yaşarız. Kelimelerimizi güzel bir zeminde ve irfanî bir boyutta oluşturarak sarf ettiğimizde bir değer üretmiş oluruz. Böylesi bir zemindeki konuşmaların hazzı ve tadı başka olur! Hikmet kıvılcımları böylesi irfan sohbetlerinde parlamaya başlar. Onun için kavramları seçerken çok dikkatli olmaya çalışıyoruz. Onları kendi kültür havzamızın kavramlarından seçiyoruz.
Düşünce dünyamızı, özenle seçtiğimiz bu güzel kavramlar üzerine inşa ederek, ufuk açıcı ve zihinsel fonksiyonları geliştirici bir boyuta taşımak mümkündür. Böyle bir düşünce dünyası ancak insanlığa umut olabilir. İç dünyamızı, ruhumuzu besleyen güzel duygularla, hayatımızı inşa ederken kavramlarımızın temiz ve helal olması da önceliğimizdir.
Kalp ve dil
Bizim medeniyetimiz; hem bir kalp medeniyetidir, hem de bir dil medeniyetidir. “Kalpten kalbe yol vardır” düsturu bizi birbirimize sıkı sıkıya bağlar. İletişim hem dil ile hem de gönülle olursa başarılı bir iletişim olur. Sözler ve gönüller birbirini doğrularsa gönül şebekeleri çekmeye başlar. Öz ve söz birbirine uyarsa pürüzsüz bir iletişim ortaya çıkar. İnsanlar arasında bu şekilde kurulan iletişim köprüleri çok sağlam olur.
Sevgi olmadan iletişim bir zorunluluktur, sevgi olunca bir gönül alışverişine döner. “Bizler muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur” düsturunu benimsemiş insanlar olarak sevince kalpten severiz. Sevgimiz karşılıksız olur. Allah için severiz. Allah için sevince, sevgi sonsuzluk alemine kanatlanır. Yaratılanın sevgisi Yaratan’dan ötürü olunca, Yunus kıvamında olunca, gerçek manasını bulur.
Medeniyet tasavvurumuzda dilin önemi oldukça önemlidir. Zira; “Aklın süsü dildir ve dilin süsü sözdür.” Söz, dili taçlandırırken dil de aklı taçlandırır. Aklı taçlandıran söz, hayatımıza katma değer katar. “Yanlış üslup, doğru sözün celladıdır” hikmetli sözünün gereği olarak üslubumuza ve hatta ses tonumuza dikkat etmek durumundayız.
İlme, bilgiye, tasavvura ve hikmete dayalı güzel konuşmalarla, bağırıp çağırmaya gerek duymadan, mükemmel bir iletişimin olduğu bir ortamı arzu ediyorsak sözlerimiz Yunus’un; “Söz ola kese savaşı” diye tarif ettiği kıvamda olmalıdır. Ses tonumuzu yükselterek yeni savaşlar çıkartıyorsak, etrafımızdaki insanları huzursuz ediyorsak kendimize biraz çekidüzen vermeliyiz.
Kalb ve dil odaklı bir perspektifle hayatı inşa etmek, tam da huzur ve sükûn içinde bir hayat demektir. Herkesin özlemle beklediği, böylesi bir hayattır. Böyle bir hayat için mümkün olduğu kadar bağırmadan konuşmaya çalışmalıyız. Şayet bağırıyorsak birbirimize çok uzak olduğumuzu daha baştan ilan ediyoruz demektir. Bu konuda ilginç bir anekdot anlatılır.
Hintli bilge
Hintli bir bilge, öğrencileriyle gezinirken Ganj Irmağı’nın kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görürler. Bilge öğrencilerine dönüp sorar; “Neden insanlar birbirlerine öfkeyle bağırırlar?” Öğrencilerinden biri: “Çünkü sükunetlerini kaybediyorlar” deyince bilge: “Ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken ona neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonuyla da aktarabilecekken niçin bağırırız?” diye tekrar sorar.
Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlar: “İki insan birbirine öfkelendiği zaman kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaya gerek duyarlar. Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur?
Bağırmak yerine sakince konuşurlar. Çünkü kalpleri arasında mesafe yoktur. Peki iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar. Çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz. Yalnızca birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”
Sonra Hintli bilge, öğrencilerine bakarak şöyle nasihat eder: “Bu sebeple tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak kelimelerden uzak durun. Aksi taktirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.”
Bugün birçok insan kalp ve dil odaklı bu perspektifle iletişim kurmadığı için, iletişimde çok büyük engeller ortaya çıkıyor. Zamanında dil ile açılan yaralar yüzünden, dağ dağa nasıl kavuşmuyorsa, insanlar da aralarındaki uzaklık ve gerginliği o derece aşamıyorlar. Hele işin içine bağırma da girmişse iletişimde yeni bir sayfa açmak çok daha zor oluyor. Onun için bağırmadan önce bir kez daha düşün.
Prof. Dr. Şemsettin Dursun/ İrfanDunyamiz.com
Şahsiyet Gelişimi↗
Müslümanca hassasiyetlerle yazılmış kişisel gelişim yazıları okumak için tıklayın.
Adab-ı Muaşeret↗
Sosyal hayattaki edep ve görgü kurallarına dair yazıları okumak için tıklayın.