Kur’an da bildirildiğine göre, kavmi kendisini yalanlayınca Hazreti Nuh aleyhis selam Allah Teâlâ’ya sığınmış ve “Ennî mağlubun fentesır” (Ben yenildim yardım et) diyerek tazarru ve niyazda bulunmuştu. (Bkz. Kamer, 9,10) Hazreti Nuh aleyhis selam’ın yenilgiyi kabul etmesi, insanın hayatta bazı başarısızlıklarının olabileceğini ve bazı durumlarda mağlup olmanın da hayatın bir gerçeği olduğunu bizlere öğretmektedir. Önemli olan bu yenilmişlik duygusunu Hazreti Nuh’un yatığı gibi bir dua enerjisine dönüştürebilmek ve doğru yere sevk edebilmektir.
İnsan boynunu bükecek, yardıma muhtaç olduğunu iliklerine kadar hissedecek ve güçsüzlüğünü itiraf edecek ki; Allah Teâlâ’nın nusreti ona yetişsin. Eğer insan bir sıkıntıya uğradığında ya da herhangi bir zamanda, kendisini yaratan, yaşatan ve nimetler bahşeden Rabbine dua etmiyorsa bu ancak kibrinden kaynaklanabilir. Cenab-ı Allah bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “De ki; Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir.” (Mü’min, 60)
Ben yenildim
Cenab-ı Allah’ın dostları olan koskoca peygamberler bile “ben yenildim” derken bize ne oluyor da kendimizde bir güç var zannediyoruz? Hayat bize Rabbimize teslim olmamız için bu sözü söyletmeye çalışırken, biz ısrarla bu sözü söylememek için direniyoruz? Dünya hırsıyla bir şeylerin peşine bu denli düşmüşken “ben yenildim” diyebilmek gerçekten de nefse çok ağır geliyor.
Biz hayatta başımıza gelen olumsuzlukların ancak O’nun dilemesiyle olduğunu aklımızdan çıkartmazsak, “ben yenildim” dediğimizde de kime karşı bunu söylemiş olduğumuzu idrak edebilirsek ancak bu sözü idrak edebiliriz. Kibirden başımızın dağlara değmemesi için mutlaka bizim de peşin peşin “Ennî mağlubun” diyebilmemiz gerekir. Mutlak galip olanın yalnızca Allah Teâlâ olduğunu idrak ettiğimizde “ben yenildim” diyebilmenin de hazzını yaşayacağız. Nitekim ayet-i kerimede şöyle buyurulur: “Allah, emrinde galib olandır, ancak insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf, 21)
Unutmayalım ki hepimiz Allah’ın üzerimize yazdığı emri yani takdiri hususunda mağlubuz. Başka bir ifade ile Allah Teâlâ’nın yazmış olduğu kadere mağlubuz. Burada “ben yenildim” demeyi önerirken yenilmişlik psikolojisinin çok güzel bir şey olduğunu iddia etmeye çalışmıyoruz. Hayata karşı yenilmiş, ezilmiş insanlar olalım da demiyoruz. Yüce Allah’ın sistemine, düzenine, takdirine, kaderine yenilmenin güzel bir şey olduğunu söylemeye çalışıyoruz. Ki bu da hayattaki dertlere, sıkıntılara ve hüzünlere karşı olan tutumumuzla alakalıdır.
Hayatta çoğu kere hızlı gidenlerin ani duruşlarına şahit olmuşuzdur. Birçok insan hayatın bir gerçeğine yenilerek veya bir engeline takılarak şimdiye kadar hiç söylemek istemedikleri “ben yenildim” sözünü söylemek mecburiyetinde kalmışlardır. Hırslarından dolayı bir şeyleri elde etmeyi kafalarına takmış olan insanlar, “ben yenildim” demedikleri takdirde, belki de hayat bunu onlara zorla söyletecektir.
Yenilgi duygusunu hazmedemeyen insanlar, özellikle de siyasete veya ticarete girmişlerse, bu çok daha vahim sonuçlara sebep olabilir. Dünya siyasetinin “zalim” tiplemelerini hatırlayalım. Güç uğruna yüzbinlerce vatandaşını öldürmekten çekinmeyen, milyonlarcasının ülkeden hicret etmesine göz yuman narsist devlet adamları bütün bu cürümleri mağlup olmamak için işlemiyorlar mı? Bu tip insanlar Makyavelizm’i yani kazanmak için her şeyin mubah olduğu anlayışını benimserler.
Özgüven patlaması
“Ben yenildim” sözünü söylemekte güçlük çekmemizin bir sebebi de yetiştirilme tarzımızdır. İnsanlar küçüklükten itibaren rekabetçi duygularla yetiştirildikleri için “hep kazanacağım” demeye programlanıyorlar. Bu ise bir özgüven patlamasına sebebiyet verebiliyor. Böyle olunca da dervişlik meşrebinden uzak, egosu tavan yapmış, burnundan kıl aldırmayan tipler ortaya çıkıyor.
Basit bir örnekle konuyu açacak olursak, mesela bazı çocuklar maç yaparken gol atınca fazlasıyla sevinirler, gol yiyince ise bunu bir türlü kabullenemez ve oyunbozanlık yapmaya başlarlar. Çocukları sürekli şımartmak, onlara sürekli sen iyisin, sen birincisin demek iyi bir yetiştirme tarzı değildir. Çocuk yenilgi duygusunu da tatmalı ve kabullenmelidir. Şayet yenilgi duygusunu kabullenmemeyi karakter haline getirirse Allah muhafaza ileride bir zalim olması kaçınılmazdır.
Hani bazen bu masum bebekler büyüyünce nasıl böyle kötü işler yapıyorlar diye düşünürüz ya! Bütün bu sorunlar onları yetiştirme tarzımızdan kaynaklanıyor esasında. Hangi tarz yetiştirilmişlerse o minvalde devam ediyorlar. O halde çocuklara yenmek gibi yenilmenin de hayatın bir gerçeği olduğunu öğretmeliyiz. Onlara özel olduklarını hissettirdiğimiz gibi, kimi zaman da yeryüzündeki milyarlarca insandan biri olduklarını hatırlatmalıyız.
Şu bir gerçektir ki insanları başarıya programlamak için odaklanan eğitimciler yahut kişisel gelişimciler “Ennî mağlubun” sırrını anlayamazlar. Çünkü onlar sadece “ne olursa olsun kazanacağım” demeyi öğretirler. İçimizdeki dervişi değil, canavarı uyandırmaya çalışırlar. Peki, kesintisiz olarak sürekli burnundan soluyan bir yarış atı edasıyla kişisel gelişimimizi tamamlamak mümkün müdür? Bir şeyler kazanmak için peşine düştüğümüz hırsların bize neleri kaybettirdiğini düşündüğümüzde sanıyorum bu soruya daha sağlıklı cevap bulabileceğiz.
Kişisel gelişim
Birçok kişisel gelişim kitabı tabiri caizse insanları gaza getirmek için yazılmıştır. Gaza gelen insanların kazanmadıklarında veya amaçlarına ulaşamadıklarında nasıl bir ruhsal çöküntüye gireceklerini ise tahmin etmek güç değildir. Bu tür kitapların en büyük tehlikelerinden birisi de zannedersem onları okuyan gençleri, Batı uygarlığının kapitalist anlayışlarını benimsemeye doğru sürüklemeleridir. Bu kitaplar vasıtasıyla kapital dünyada üretilen pragmatizm, egoizm, narsizm gibi düşünce kalıpları insanların başına bela edilmektedir.
Son zamanlarda bu kavramlar içerisinde en fazla dikkat çekeni narsizm kavramıdır. Bu kavram hakkında psikologlar ve ilim adamları çeşitli açıklamalar yapıyor ve bunun ciddi bir karakter bozukluğu olduğunu söylüyorlar. Prof. Dr. Mehmet Zeki Aydın öncülüğünde kurulan ahlakterimleri.com sitesinde “narsist” kelimesi şu şekilde tanımlanıyor: “Özsever. Kendini çok beğenen, adeta kendine tapan, kendine âşık, başkasının düşüncelerine ve isteklerine ilgisiz kalan, başkalarının yaşadıklarına duyarsız kalan, sürekli olarak kendini ön plana çıkarmak isteyen kimse.”
Bu ve benzeri zararlı anlayışlarda “hırs”ın tahrik edilmesi söz konusudur ki bu da kapitalizmin bir hedefi yahut beklentisidir. Çünkü kapitalizm her şeye madde gözü ile baktığı için daha çok hırs; daha çok üretim ve daha çok para demektir. Bugün bazı şirketlerde insanları “sadece” ve “her şeye rağmen” kazanmaya programlayan çeşitli seminerler verilmektedir. Aslında bu seminerleri verenler, kişisel veya sosyal gelişim uzmanı falan değil Kapitalizm’in kadrolu vaizleridirler. Her şey daha çok üretmek ve daha çok zengin olmak içindir.
İslam medeniyeti
İslam medeniyetinde ise durum farklıdır. Müslüman sadece Mevla’ya güvenip dayanır. Kazanca programlanmaz, çünkü o bir robot olmayı reddeder. Sürekli “kazanacağım, kazanacağım” demez. “Allah’ın izniyle olur inşaâllah” der ve “inşallah”ın bereketini de görür. Kazanma görüntüsü altındaki iflasın farkına varır ve Allah Teâlâ’dan daima hayırlısını ister. Hırslarını kontrol altına almaya çalışan Müslüman, başarmak istediği iş olmadığında Rabbine karşı nankörlük etmez. Rabbinin fermanına her zaman razı olur.
Hâsılı kelam Müslüman başarıyı putlaştırmaz, başarmak için elinden gelen her şeyi yapar ama sonuç Yüce Allah a ait olduğundan ona karışmaz. O bir şey yapıyorsa kendisini sonuca programlamaz. Bilir ki ulvî bir maksat her zaman sonuçtan evladır. Bilir ki zaferden değil seferden sorumludur. Üstad Sezai Karakoç’un da dediği gibi yenilgi yenilgi büyüyen bir zafere doğru ilerler.
Aydın Başar/ Somuncu Baba Dergisi
Şahsiyet Gelişimi↗
Müslümanca hassasiyetlerle yazılmış kişisel gelişim yazıları okumak için tıklayın.
Adab-ı Muaşeret↗
Sosyal hayattaki edep ve görgü kurallarına dair yazıları okumak için tıklayın.