Bir umuttur Anadolu Gençlik…

Analarla dolu olan bir memleket, elbette bu anaların doğurduğu gençlerle de dolu olacaktır. Önemli olan anaların doğurduğu gençleri yetiştirmek ve onlara sahip çıkmaktır. Gençlik, insan hayatının baharıdır. Baharda suyunu iyi alan ekinler, bitkiler ve ağaçlar bol ürün verirler ve verdikleri ürünler de bereketli olur. Bahar yağmuru ve özellikle Nisan yağmuru görmeyen bitkiler tez zamanda kurur ve kaybolur.

Baharda suyunu, gıdasını, gübresini almayan bitkilere yazın ne kadar su verirseniz verin; istediğiniz verimi alamazsınız. İnsan da öyledir. Kendisinden verim elde etmek istediğimiz kişiye, ömrünün baharı olan gençliğinde el atmalı ve ilgilenmeliyiz. Gençliğinde aşısını ve gıdasını iyi alanlar büyüdükçe sağlamlaşıyorlar. Gençliğinin kadir ve kıymetini bilmeyenler ise büyüdükçe yozlaşıyorlar.

Bir gün dönecek

Gençlerinin ipsiz-sapsız, yaşlılarının yoz ve yobaz olduğu bir ülkenin düştüğü felâketi, yuvarlandığı uçurumu varın siz düşünün. Şu anda ülkemiz böyle bir felâket ile karşı karşıyadır. İdeali olmayan, mefkûre nedir bilmeyen, ülküsünü kaybetmiş bir gençlik kitlesi ile karşı karşıyayız.

Her şeyi makam ve mevkiden ibaret gören, bütün gayreti ve faaliyeti daha çok para kazanmak olan yoz ve yobaz bir yaşlılar kitlesi ile baş başayız. Gençlerinin stadyumları doldurduğu, yaşlılarının kahvehane ve kumarhanelerde boş vakit geçirdiği bir ülkenin geleceği sizi hiç düşündürmüyor mu?

Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz’in hayatı Mekke dönemi ve Medine Dönemi olmak üzere ikiye ayrılır. Mekke dönemi onun cemaat hayatına, Medine dönemi de devlet hayatına örnektir. Hicretle birlikte Medine’de kurduğu İslâm devleti, çeşitli devrelerle bin üç yüz sene devam etti. Medine’de Asr-ı Saâdet ve Dört Halife, Şam’da Emevîler, Bağdat’ta Abbâsîler, Kahire’de Memlûkler ve İstanbul’da da Osmanlılar olarak devam eden bu devlet, Ankara hükûmeti tarafından hilâfetin lağvedilmesi ile tatile çıktı. Yıkılmadı, “tatile çıktı” diyorum. Çünkü biz onun bir gün döneceğini ve dünyaya huzur getireceğini bekliyoruz ve bunun için çalışıyoruz. Bu uğurda çalışmayanlara da “yazıklar olsun!” diyorum.

Ankara hükûmetinin hilâfeti lağvetmesinden sonra İslâm dünyası çok büyük bir şok geçirdi. Bu şokla birlikte üzerimize çullanan düşmanlar, hem topraklarımızı hem de gönül ve ruh dünyamızı işgal ettiler. Fizikî ve bölgesel işgallerin yanında kafalarımız, kalplerimiz ve gönüllerimiz de işgal edildi. Beklenmedik bir şokla savrulan insanlar îmanlarını, iffetlerini ve her türlü İslâmî değerlerini kaybettiler. İşte bu esnada bazı kahramanlar imdadımıza yetişti.

Mısır’da Hasan el-Bennâ, Türkiye’de Saîd Nursî ve Necip Fazıl gibi fedâîler kelle koltukta mücadeleye başladılar. Bu kahramanların her biri, kendi coğrafyasında baş gösteren hastalıklara karşı ilaç üretmeye başladı. Elbette ki bu ilaçlar, Kur’ân ve Sünnet eczanesinde üretildi. Türkiye’de baş gösteren hastalık îmansızlık hastalığı olduğu için bu yola baş koyanlar îman hakikatlerini ön plana alan çalışmalar yaptılar.

Geri adım atmadılar

Mısır’daki hastalık başka, mağrib ülkelerindeki başka, uzak doğu ülkelerindeki başkaydı. Her ülkenin âlim ve mücâhidleri, kendi bölgelerinde ortaya çıkan hastalıkların tedavisi için uğraşmaya başladı. Her birisi de kendi çevrelerindeki Nemrut ve Firavunlardan zulüm ve işkence gördüler. Ülkemizde bu yola baş koyan âlim ve mücâhidler de yirmili, otuzlu ve kırklı yıllarda çok zulüm ve işkence gördüler ama hiç biri geri adım atmadı. Allah, onlardan ebediyyen razı olsun! Makamları ve mekânları cennet olsun!

Bu ülkede gençlerin ayağı kaymasın diye birçok insan, yıllarca ciğerinden kalemine kan çekerek onları uyardı. Her tarafın sularla kaplandığı yirmili, otuzlu ve kırklı yıllarda iman ateşi sönmesin diye kor ateşi avucunun içine alıp saklayan ve ellili yıllarda emâneti asıl sahiplerine veren nice Allah dostu gelip geçti bu dünyadan.

Altmışlı ve yetmişli yıllarda gençler ruh köklerinden kopup özenti hastalığına yakalanmasın diye sayıları az da olsa birkaç teşkilât, yıllarca onları çatıları altında barındırdı ve ellerinden tuttu. Başta Millî Türk Talebe Birliği olmak üzere Akıncılar Teşkilâtı, Milli Selâmet Partisi Gençlik kolları ve mahallî birçok vakıf ve dernek, çok sayıda genç insanımızın kurtuluşuna ve yetişmesine önayak oldu.

Rahmet olsun onlara

Ortalığı sel sularının kapladığı karanlık dönemlerde yazdığı risâleler ve yaşadığı örnek hayatı ile gençliğin îmanını kurtaran Üstad Bedîüzzaman Said Nursî’yi, kendi yaşadığı zamandan bugüne kadar şiirleriyle gençleri besleyen Mehmet Âkif’i, eserleri ve hitâbeleriyle gençlere bir ruh ve ideal aşılayan üstad Necip Fazıl’ı rahmetle anarız.

Altmışlı yıllardan itibaren vefat ettiği güne kadar sadece gençlerimize değil, bütün insanımıza siyâsî bir şuur kazandıran Prof. Dr. Necmeddin Erbakan hocamızı da rahmetle ve minnetle yâd ederiz. Şiirleri ve nesirleriyle İslâmî bakış açımıza ve düşünce dünyamıza bir netlik ve mânâ kazandıran, bizi sanat ve estetikle buluşturan üstad Sezai Karakoç’a da Yüce Allah’tan bol bol rahmet dileriz.

Bu uğurda gayret eden yazar ve düşünce adamlarımıza uzun ve bereketli ömürler dileriz. Hepsinden Allah razı olsun. Ülkemizin bu günlere gelmesinde gece-gündüz çalışan bizim nesil, bu zâtların hepsinden istifade etti, hepsinden yararlandı. Bizim nazarımızda bunların hepsinin ayrı bir değeri, ayrı bir yeri vardır. Allah hepsinden razı olsun.

Rahmetli Adnan Menderes ve arkadaşlarının getirdiği hürriyet ikliminde biraz gelişme gösteren gençlik hareketleri ve islâmî uyanış yirmi yedi Mayıs bin dokuz yüz altmış ihtilâli ile bastırılmak istendi. Ağaçların budandıkça boy atması ve gelişmesi gibi bu ihtilâl de İslâmî gelişmeyi önleyemedi, büyümesi ve gelişmesi devam etti.

Bu ihtilâlden on sene sonra yapılan on iki Mart askerî müdâhalesi de bu gelişmenin önüne geçemedi. Bu müdâheleden sonraki gelişme çok daha hızlı ve daha çok daha şuurlu oldu. Yukarıda adı geçen teşkilatlarımız geceyi gündüze katarak çalıştılar. Millî Türk Talebe Birliği ve Akıncılar, ülkemizin en ücra köşelerine kadar ulaştılar. On iki Mart muhtırasından on sene sonra da on iki Eylül darbesi yapıldı.

On iki Eylül askerî harekâtı, bu ülkede ciddî bir uyanışa ve dirilişe sebep olan bu güzel teşkilâtlarımızı kapattı. Bu zulmü ve bu haksızlığı hazmedemeyen insanlarımızın her biri, bulundukları yerlerde bir teşkilât gibi çalışmaya ve çevrelerine hizmet sunmaya başladılar. On iki Eylülden önce sadece büyük şehirlerde şubesi bulunan bu teşkilâtlarımız, bu tarihten sonra insanımızın bulunduğu her yerde temsil edilmeye başlandı. Gençlerin her biri, bir teşkilât gibi çalıştı.

Gençliğe el atıyor

Seksenli ve doksanlı yıllar böyle geçti. Bu yıllara da yeni kurulan Milli Gençlik Vakfı damgasını vurdu; diğer iki gençlik teşkilâtının yerini doldurdu. Yirmi sekiz Şubat da bu teşkilâtımızı devre dışı bırakmaya çalıştı. Şimdi ise onun yerini Anadolu Gençlik aldı. Anadolu Gençlik, şu anda ciddî bir boşluğu dolduruyor. Çıkardığı dergi ile ve yaptığı programlarla insanımızın takdirini kazanıyor. Üniversite gençliğine el atıyor ve hizmet ediyor.

Anadolu Gençlik Dergisi’nin organize ettiği Kur’ân-ı Kerim ziyâfetleri ile insanımız stadyumlara sığmaz oldu. “Her eve bir meâl”  programı ile de insanımızı Kur’ân-ı Kerim ile buluşturdular. Yılbaşı kutlamalarına alternatif olarak yapılan  “Mekke’nin Fethi”  geceleri ile de insanımız salonlara sığmaz oldu. Her sene değişik bir yerde konuşmacı olarak katıldığımız “Fetih Gecesi” programlarında insanlarımızın, şehirlerin en büyük salonlarına su gibi aktığına şahit oluyor ve buna çok seviniyoruz.

Bu programlar bir gerçeği haykırıyor: “Koparılmak istenen damarlar kopmuyor ve bu damarlardaki kanlar daha gür akıyor. Sökülüp atılmak istenen kökler daha derinlere kök salıyor. Gençler, mâzierine ve tarihlerine sahip çıkmak istiyor.” Bize öyle geliyor ki, Anadolu Gençlik, bu programlarda tekrarlayageldiği bazı taktik hatalarını ve metod yanlışlıklarını bırakır da kendisine ciddî mânâda bir çekidüzen verirse ve ayrıca siyâsî görüntüden biraz ayrılarak İslâmî görüntüye daha çok ağırlık verirse yukarıda adını andığım teşkilâtların yerini doldurabilir. Bunu yapması da lazımdır.

Anadolu Gençlik bunu yapmadığı ve bu boşluğu doldurmadığı takdirde büyük bir vebal altında kalacaktır. Bu vebalin altında kalmamak için her birimiz kendimize düşeni yapmak mecburiyetindeyiz. Bu gençlik teşkilatına yardımcı olmak hepimizin boynunun borcudur. Üniversitelerimizde okuyan gençlerimizi anacak Anadolu Gençlik doyurabilir. Gençlere İslâm’la yoğrulmuş siyâsî düşünceyi ancak Anadolu Gençlik aşılayabilir. İnsanların teknolojinin kulu-kölesi olduğu bir zamanda, gençlerimize modernizme karşı dik duruşu ancak bu teşkilât kazandırabilir.

Şurası da çok iyi bilinmelidir ki teşkilâtlar, tabelalar, dernekler, vakıflar, partiler gelip geçicidir. Önemli olan insandır. İnsanın çok iyi yetişmesi hedeflenmelidir. Anadolu Gençliğin hedefi de bu olmalıdır. Tabelaya değil, insan yetiştirmeye önem vermelidir. İnsan yetiştiren teşkilâtların tabelaları olmasa bile onlar, isimlerini ve çatılarını devam ettiriyorlar demektir. Hele bir de eserleri bütün çağlara hitap eden yazarlara sahipseler, o teşkilâtlar kapatılamaz. Kur’an ve hadisin yanında okuyacak çok kitabımız var elhamdülillah.

Peygamber gibi önderi, sahâbe gibi yıldızları, Hazreti Ali ve Hazreti Hamza gibi kahramanları, mezheb imamları gibi rehberleri, Allah yolunda canını ortaya atan şehitler ve gâziler gibi örnekleri, Mevlânâ ve Yunus gibi gönül adamları, Bedîüzaman gibi dâhîsi, Âkif ve Necip Fazıl gibi şâiri, Sezai Karakoç gibi mütefekkiri olan bir ümmetin teşkilâtı olmasa ne yazar ki? Her birimizin evi bir teşkilât, her birimizin evi bir vakıf ve dernektir.  Her birimizin evi bir mâbed ve mekteptir. Önemli olan bizde bu ruh ve aşk olsun.

Prof. Dr. Mustafa Ağırman/ İlkadım Dergisi

İyi Haberler ↗

İyiliklere, erdemlere, örnek davranışlara dair beyaz haberler okumak için tıklayınız.

Hatıra Arşivi ↗

Alimler, arifler, hocalar ve önemli şahsiyetlerin hatıralarını okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.