Büyükler bazen öyle davranışlar içine giriyorlar ki, onlara emanet olarak verilen çocukların eğitim-öğretimlerinde akla hayale gelmeyen hatalar yapıyorlar. Bir zaman önce şahit olduğum bir olaya bir mana vermekte çok zorlandım. Birkaç tane yaşlı insan oturmuş sohbet ediyor, birkaç tane genç de onları dinliyordu. Gençliğinde kimin kimi nasıl dövdüğü, nasıl küfürler ettiği, karakolda kimleri yalancı şahit tuttuğu, mahkemeye giderken bazı siyasileri içki ziyafetlerinde nasıl kafaya aldığı ve kendi istekleri doğrultusunda onları nasıl kullandığı gibi konular konuşulmaktaydı, etraftakiler bu kişileri pür dikkat dinliyorlardı.
Bir tanesinin kucağında daha konuşmakta zorlanan küçücük bir bebecik vardı, o kişi bu çocuğa zorla “Şampiyon bilmem ne” dedirtmeye çalışıyordu. Söze katılarak bir şeyler demek istedim fakat fırsat vermediler. Bir müddet daha bekledim ve neticede bize de sıra geldi. Önce hoşlarına gidecek olan bazı şeyler anlattım, daha sonra şöyle devam ettim:
“Biz büyükler bazen çok küçük sözler söylüyoruz; bir insanın yüzüne tokat vurmak ne zaman iyi bir fiil oldu ki böyle bir olayı burada anlatıyorsunuz? Buradaki gençler de sanki çok iyi bir şey anlatılıyormuş gibi mecburen pür dikkat sizi dinliyorlar ve yarın kim bilir sizi örnek alarak yaptıkları fiillerle hangi insanı yaralamaktan zevk alacaklar? Bizim örneğimiz olan Peygamber Efendimiz; “Dua ederken ellerinizi yüzünüze sert vurmayın, çünkü yüzde Allah nuru vardır” buyurmaktadır. Hem Hazreti Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem’e ümmet olmaya çalışacağız hem de onun bize söylediklerinin tam tersini yapacağız.
Kur’an’ın âyetlerine ve Peygamberin sünnetine iyice bakarsak bir Müslüman’ın karakolda yalancı şahitlik yapsın diye insan tutmak gibi şeylere tevessül etmemesi gerektiğini göreceğiz. İçki içireceğiz; paramızla, gücümüzle haksız iken haklı çıkacağız; bunların hangi kitapta yeri var doğrusu ben bilmiyorum?” Kendimce bütün bu gördüğüm yanlışları dile getirdim. Kimi beğendi, kimi beğenmedi. Biz ise hatırlatmakla mesulüz. Bu tür olumsuz öneklerin dillendirilmesi ayrı bir felakettir.
Tatlı dil
Evlenirken düğünü birilerinin beğenisine göre yaparız. Mobilyamız evimizin en değerli eşyasıdır; sanki bizim kıymetimizi mobilya belirleyecekmiş gibi marka düşkünü olduk. Çocuklarımızın sabah namazına kalkmaları sanki çok önemsiz bir şeymiş gibi onu hiç önemsemeyiz. Küçük yaşta evlatlarımıza teşekkürü, özür dilemeyi öğretmez, yaşlanınca da gençlerden beklediğimiz ilgiyi göremeyince onların her hatalarını orada burada anlatırız.
Karşılaştığım her seferinde ağzından şükür kelimesi hiç düşmeyen nice insan bilirim. Tam tersi olan niceleri de var ki hiçbir şeyi onlara beğendiremezsiniz; yemek gelir beğenmez, hemen kusur arar; hoşa gitmeyen yemek bile olsa iyi denilse en azından pişirenin gönlü kırılmamış olur.
Evdeki konuşmalarda sürekli kötü gelin misalleri dillerden düşmezse evdeki iyi gelinler bile artık kötü gelin olmaya başlarlar. Yakinen tanıdığım bir aile vardı, gelinleri deli dolu bir insandı, kayınvalidesinin tatlı dili gelini örnek bir insan haline getirdi. 5- 6 yıl sonra o gelin artık herkes tarafından başkalarına örnek olarak gösterilen biri olmuştu; fakat insanlar bu değişimin asıl nedenini bilmediklerinden; “Zamanla değişiliyormuş demek ki” diyerek yanlış tespit yaparak gelinin zamanla kendi kendine değiştiğini zannediyorlardı. Hâlbuki güler yüzle, tatlı dille âsiler bile uslu hale gelir.
Aile eğitimi
Aslında önce çocuk yetiştiren insanlarımızı bir eğitime tabi tutmak gerekmektedir. Herkes çocuk yetiştirmeyle alakalı kitaplar yazıyor, oysaki aslında aile eğitimli olsa orada yetişen çocuklar da otomatikman eğitilmiş olur. Bazı büyüklerin davranışları o kadar takdir edilmektedir ki bırakın ailesini mahallesinin, köyünün, hatta ilçesinin bile ona saygı duyduğuna şahit olmaktayız.
Çocuk konuşmaya başlayınca Allah’ı, Peygamberi, Kâbe’yi, cenneti öğreteceğine futbolcuyu, oyuncuyu, şarkıcıyı öğreten büyüklere nasıl acımak gerekir bilmiyorum? Çocuk yetiştirmek Allah’ın rızasını kazanmakta en önemli yollardan biridir. Gerçi şimdi “Allah’ın rızası” cümlesi bile çok basite alınmaya başlandı. Birisi size bir iş yapsa ve ona “Sana 10 lira mı verelim, yoksa Allah razı olsun mu diyelim?” denilse, çoğunluğun parayı isteyeceğini zannediyorum.
Kızını kocaya veren anneler; “Senin evin gittiğin evdir, sakın ha eşinin, kayınvalidenin, kayınpederinin hatalarını bizim eve getirmeyesin, biz sen onlara hizmet ettiğin sürece daha çok mutlu oluruz” deseler, acaba o kızın ailesindeki geçimi nasıl olur? Böyle davrananlar da yok değil, fakat sayıları çok az.
Bu yazıyı okuyan kardeşlerimiz şunu bilmelidirler ki; her zaman iyiler kötülerden fazladır, fakat kötüler göze çok fazla battığından sanki çoğunluk hep kötü sanılır. Ömründe hiç karakola, adliyeye gitmeyen bir insanı İstanbul’un, Ankara’nın bazı semtlerine götürseniz o kişi şaşırır kalır, bütün insanların yoldan çıktığını zanneder. Fakat şunu da bilmeliyiz ki unutulmayanlar hep iyiler olmuştur. İyilik yapıp da itibarı olmayan insan yoktur. Aynı şekilde kötülük yapıp da itibarı kalan da olmaz. Kötülüğü ne kadar gizlerseniz gizleyin, o kötülük bir gün açığa çıkar.
Kimseyi kırma
Bu fani dünya insanları kırmaya, incitmeye değmez. Önemli olan yıkan değil yapan olmaktır; bunun için de beddua yerine dua edilmelidir. Sevip de sevilmeyen insan yoktur, sevmek için ise muhabbet yüklü gönül taşımak gereklidir.
İnsan ne kadar az konuşursa o kadar itibarı artarken, aynı zamanda o kadar da günahlardan korunmuş olur. Lüzumsuz şeyler konuşuldukça sürekli hata yapılır. Hem nefeslerimizin sayılı olduğu da unutulmamalıdır. Bizim çok uzun gibi zannettiğimiz aslında çok kısa olan bir zaman sonra toprağın altına gireceğiz ve konuşan bu dilimiz yüzünden çok çile çekeceğiz. İncittiklerimiz orada yakamıza yapışacak ve haklarını mutlaka bizden alacaklar.
Gençleri isyana götürecek davranışlardan sakınmalı, sevginin dilini iyi bilmeliyiz. Çocukluğumda beni düğün evinde seven bir abiyi yıllar sonra İstanbul’da bulup ziyaret etmiştim. İlkokulda bize sert davranan öğretmenimin ismini duyduğum zaman ise sürekli aklıma arkadaşlara sopa ile nasıl vurduğu gelirdi. Kim olursak olalım, gönüllerde iz bırakmaya çalışalım. “Nasıl iz bırakacağız?” diye uğraşmaya ise hiç gerek yok, Allah’ın bize örnek gösterdiği insana bakalım yeter. Bizler O insanın hayvanlara gösterdiği merhameti bile insanlara göstermiyoruz.
İlla merhamet
Bir seferinde Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem sahabe ile giderken bir yerde istirahat için mola verirler. Peygamberimiz abdest almaya gidip geldikten sonra bir kuşun cıvıl cıvıl öttüğünü görür ve hemen sahabeye seslenir: “Bu anayı kim ağlatıyor, anaları incitmeyin.” Sahabeden birisi yavru kuşu bırakınca ana kuş da bağırmayı bırakır.
Yine bir seferinde Peygamberimiz devenin gözyaşını eli ile silmiş ve: “Bu hayvanı kim böyle aç bıraktı ve neden buna bu kadar yük yüklüyorsunuz?” diyerek oradakileri ikaz etmiştir. Köpeğe su veren kadının cennete gideceğini bildirirken, kedisi yüzünden cehenneme gidecek olan insanı da belirtmiştir.
Bizler Peygamberimizin hayatını tam anlamıyla bilmiş ve onun gibi yaşamaya gayret etmiş olsak, inanın bugünkü davranışlarımızın çoğu bizde olmazdı. Evlerimizi Allah’ın bir emaneti olarak bilmemiz gerekmektedir. İnsanın ailesi ile birlikte oturmasının Ramazanda itikâfa girmiş gibi sevap olduğunu bilmiş olsak herhalde kahvehane denilen yerlerde insan bulamaz olurduk. İnsanın evi için yaptığı harcamaların sadaka olduğunu bilseydik belki de paramızı yanlış yerlere değil de ailemize harcardık.
Evimizdeki insanlar bizim emanetlerimiz; gelinimiz- kızımız, damadımız- oğlumuz gönül meyvelerimizdir. Biz onlara ne kadar örnek olursak, onları o kadar isyandan kurtarmış oluruz; çünkü büyüklerine asi olan insanların çocukları da yarın onlara asi olacaktır. Büyüklere yapılan hizmetlerin ibadet hükmünde olduğu gençlerce bilinmeli, ayrıca büyüklerin de gençleri bu sevaptan mahrum edecek davranışlarda bulunmamaları gerekmektedir.
Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com
Çocuk Eğitimi ↗
Çocuk eğitimini batılı pedagojiyi esas almadan işleyen yazılar okumak için tıklayın.
Aile Okulu ↗
Mutlu evlilik ve huzurlu aile konusunu ele alan seçme yazılar okumak için tıklayın.