
Güzel dinimizde iyi niyet beslemeye, hüsn-ü zan denilmektedir. Dinimiz mü’min kardeşlerimize hüsn-ü zan beslememizi ve onlar hakkında sû-i zandan kaçınmamızı emretmiştir. Bu konuda Cenab-ı Allah şöyle buyurur: “Ey îmân edenler, zannın çoğundan kaçının! Çünkü zannın çoğu günahtır. Tecessüste de bulunmayın!” (Hucurât, 12)
Efendiler Efendisi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Şu üç şeyi taşıyan Müslümanın kalbinde hıyanet ve kin bulunmaz, Allah için ihlaslı amel, bütün Müslümanlara karşı iyi niyetli ve nasihatçi olma ve fikir ve amelde Müslümanlarla birlik olma.” (İbn Mâce, Mukaddeme, 18)
İyi niyetli insanlar, fıtratlarının bir gereği olarak her şeyi iyiye yorarlar; bu onların tabiatıdır. Kötü düşünceli kimseler de her şeyi kötüye yorarlar; bu da onların tabiatıdır. İyi niyetli insan, kalitesini, seviyesini, farkını her yerde gösterir. Girdiği ortama huzur katar, çıktığı ortamdan da huzurla çıkar.
Kalbi katılaşmış içi fesat dolu kimseler hüsn-ü niyet sahiplerinin hallerinden anlamayabilirler. Kimi insanların her şeyin arkasında bir pürüz aramaları, kimi insanların da her şeyi iyeye güzele yormaları bu yüzdendir. Mutasavvıflar birbirinden etkileyici anlatımlarla ve çok veciz ifadelerle bu hakikati ifade etmişlerdir.
İhramcızade’nin öğüdü
İhramcızade Hazretleri bu konuda; “Hüsn-i zan sahibi olunuz, sû-i zan cinayettir” diyerek su-i zannın cinayet kadar korkunç bir suç olduğunu ifade eder. İnsanları hüsn-ü zanna davet eden bu güzel yüreğin bir başka muhteşem nasihati de şöyledir:
“Kardaşlarım! Allah’ın kulunu sevmek, o kulda kusur görmemekle olur. Başkasında kusur gören, kendinde varlık görür. Kimsenin kusurunu aramayın ve görmeyin. Gördüğünüz zaman üzerini örtüp geçin. Başkasında görülen hatadan kişi mahşerde mahcup olur. Başkasının hatası dağ kadar, kendi hatamız mercimek tanesi kadar olsa bile, gözünüzün bebeğine kendi hatanızı tutun, başkasının hatasını görmeyin.”
Onun bu güzel öğütlerine bakılacak olursa, insanı çok iyi tanıdığı ve nefsin en zayıf taraflarını çok iyi bildiği anlaşılmaktadır. Bu güzel öğütler ancak bir manevi doktorun reçetesi olabilir. Aslında onun bu sözleri bütün ariflerin vurguladığı nefse dair çok temel konulardır. İnsan bunları bilip de niyetini düzeltmeden nasıl seyr-ü süluk edebilir?
Onun dünyasında insanlar günahkâr da olsalar onları hor görmek, ayıplamak yoktur. Bu konuda şöyle der: “Biz hiç kimseyi hor görmeyiz. En günahkâr insan tövbe eder, Allah’ın sevdiği kulu olur. İbadetine güvenen insana varlık gelir ve mahvolur.” Burada İhramcızada ibadet hususunda bile çok iddialı konuşmamak gerektiğini, insanın ayağının kayabileceğini hatırlatmaktadır.
Hafız genç
Üslup itibari ile gönül dilini benimsemiş çok yumuşak huylu ve tatlı sözlü bir zat olan İhramcızade’nin insanlara yaklaşımı asla katı bir tarzda değildir. Onun yapıcı üslubu ile ilgili şöyle bir hatıra anlatılır. Hafız olduktan sonra mutaassıp ailesinden gizli gizli saz çalıp türkü söyleyen bir genç vardır. Kendisi de bir hafız olarak bu durumdan vicdan azabı duymakta ve İhramcızade’nin bir Allah dostu olarak bu duruma vakıf olacağından endişe etmektedir.
Genci mübarek kandillerden birinde İhramcızade’nin ziyaretine götürürler. Hekes sırayla elini öpüp ziyaret ederken, İhramcızade gencin kulağına doğru eğilerek şöyle der: “İnsan hayatı dört mevsimlik bir âleme benzer, bazen ağlar, bazen güler, bazen çalar, bazen söyler. Ama bunlar geçicidir.” Verilmesi gereken mesajı yumuşaklıkla böyle tatlı tatlı vermiştir İhramcızade. Onu kıymetli kılan da zaten böylesi bir olgunluğa ve dışlayıcı olmayan yaklaşıma sahip olmasıdır. Diğer taraftan gencin bu durumuna vakıf olması ise onun bir kerametidir.
Sır evliyanın
Efendim Allah dostlarının bunun gibi kerametleri çoğunlukla olur ve onları ziyaret edenler bunlara rastlarlar. Bu güzel insanların dünyasına girenler bunun gibi birçok şeye şahit olurlar. Gönülden gelen huzura gönlünü kapatmış olanlar ise kapalı devre bir şekilde yaşar ve evliyanın kerametini inkâr ederler. Oysaki evliyanın kerametleri hiç bitmez, vefat ettikten sonra bile devam eder. Üstad Sezai Karakoç velilerin tasarruflarını şöyle açıklıyor:
“Veliler hayatlarında da öldükten sonra da mü’minlere tesir etmek, onların gidişlerinde bir iyileşmeye yükselmeye hizmet etmek anlamında tasarruf sahibidirler. Bu görevi de kendilerinden sonra, ya yetiştirdikleri, yetiştirdiklerinin yetiştirdikleri ve sonra onların yetiştirdikleri, bir zincir gibi uzayıp giden zatlar, ya da bizzat eserleri, daha doğrusu hem yetiştirdikleri insanlar, hem eserleri yerine getirir.” (Sezai Karakoç, Mevlana, İstanbul, 1999, s.75)
Hatta tasarruf hakkında derler ki: “Evliyalar vefatlarından sonra adeta kınından çıkmış kılıç gibi olurlar.” Bu sözün anlamını önceleri çok düşünürdüm ama bir türlü anlayamazdım. 2000’li yılların başında Mevlam sübjektif bir tecrübeyle bu sözün anlamını bana açtı. Bir konuda sıkıntıya düşmüş ve her zamanki gibi İhramcızade’nin türbesinde dua etmiştim.
Ardından sıkıntımın olduğu kuruma gittim. Orada gerekli işlemler yapılırken, hiç tahmin etmediğim bir şekilde mesele çözüme kavuştu. Sanki üzerimden bir ton yük kalkmıştı. Çok sevinmiştim çünkü basit bir olay değildi. Siz olsanız bu olayı nasıl yorumlarsınız bilmem ama kurumdan çıkıp da arabanın kontağını çevirdiğimde radyodaki ilahinin sözleri şöyleydi: “Sır evliyanın, nimet Hüda’nın.”
Sevgili okuyucu, Endülüslü bilge İbn Hazm’ın da dediği gibi herkes başkasını kendisi gibi zannedermiş. Yalancı kimse herkesi kendi gibi yalancı zanneder, nefsine pay çıkartan kimse de herkesi kendi gibi nefsine pay çıkartıyor zanneder. Sizler bu satırları yazana hüsn-ü zan edersiniz diye umuyorum. Zira bütün bu yaşadıklarım şahsımın değil İhramcızade’nin huzurunda olmanın bereketidir. Şimdi de onun huzurunda karşılaştığım bazı güzel insanlardan bahsetmek isterim.
Su gibidir
Su saflığın ve temizliğin sembolüdür. Allah dostları saflıkları ile suya benzerler. Bazı kabirlere gittiğimde içimi tarifsiz bir sükûnet kaplar. Su renginde göl kıvamıda bir sükûnettir bu. Ulu Cami haziresindeki gül yüzlü İhramcızade’yi her ziyaret ettiğimde bu duyguyu yaşarım. Bu sebepten dolayı da onu hep özlerim.
Bir de onun kabrinin başında dua ederken gördüklerim vardır. Bir seferinde tefsir hocamız Prof. Dr. Hasan Keskin Hocamı orada görmüştüm de sarılıp musafaha etmiştik. Her ne kadar musafaha ederek yakınlık göstermesine şahit olsam da Hocamızla uzun yıllar yakın bir iletişimimiz olmadı. On küsur yıl sonra bir whatsapp grubunda Hocamızla tekrardan buluştuk. Artık Hocamızla bir abi kardeş gibi dost olduk.
Okul zamanı samimi olamamışız ama aradan yıllar geçtikten sonra bir dostluk oluşmuş. Bu, her şeyin bir vakti olduğunu gösteriyor bize. 2024 yılında Hocamın da yardımıyla Kars’a gidip Harkani Hazretlerini ve Kemal Temel’in mezarını ziyaret ettikten sonra Sivas’a geçtim. O günlerde Hasan Hocam da Sivas’ta olduğu için yatsı namazında Ulu Camii’nde buluştuk.
Gece saat 24’e doğru Gül Yüzlü’nün yanıbaşında, Hocamızın babası Süleyman amcamız ile de tanıştık. Bir bankın üzerinde oturup beş on dakika sohbet ettik. Sanki kırk yıllık tanışmış gibi olduk. Bazı insanlarla kırk gün görüşseniz aklınızda kalmaz, bazılarını bir kere görseniz unutamazsınız. Hal ehli Süleyman Amca zihnime kazınanlardan oldu. Ben burada bu güzel insanların isimlerini, satırlara rahmet insin diye özellikle zikrediyorum. Onu tanıdım diyemem, çünkü onu tanımak için Yunus gibi olmak lazımdır.
Şeriât, tarikat yoldur varana,
Hakikât mârifet andan içerû.
Süleyman kuş dili bilir dediler,
Süleyman var Süleyman’dan içerû.
İlahiyat fakültesinde okurken derste Su Kasidesi’ni okuyup ağlayan Prof. Dr. Hüseyin Akkaya Hocamı da bir seferinde bu kabirde dua ederken görmüştüm. Allah Resulü’nü seven bu güzel insan, dua ederken durgun bir göl gibi görünüyordu. Benim için Sivas’ın en önemli değerlerinden birisidir. Hafızasında çok sayıda şiir ve beyitler bulunur. Bu konuda Türkiye’deki sayılı isimlerdendir.
Bir gün Üsküdar’da çok güzel bir simit almış, birisiyle paylaşmayı gönlümden geçirmiştim ki Hüseyin Hocamla tevafuk ettik. Birlikte Eminönü vapuruna binip simitleri çayla yedik. Daha sonra Sultan Ahmet’teki bazı kitapçılara uğradık. İlerleyen yıllarda bana gönderdiği “Aynadan Geçen Şiirler” adlı kitabında Hocam Sevgililer Sevgilisi’ne şöyle yakarıyordu:
Aynanı kalbime tut geleyim Sana doğru,
Bu dünya gurbetinde gezdirme diyar diyar,
Derin denizlerdeyim ıssız dağ başlarında,
Yem etme kurda kuşa yem etme beni ey Yâr.
Bu yazıda İhramcızade Hazretlerinin bazı öğütlerini ve bir de hatırasını naklettik. Ardından onun huzurunda karşılaştığım bazı güzel insanlardan bahsettik. Rabbim bizleri velilerin huzurundan ayırmasın.
Aydın Başar/ Somuncu Baba Dergisi
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.