İtikadi bir mesele olarak laiklik…

Kur’an ve Sünnet’te tanımlanan sahih din tarifi ile İngilizcedeki “religion” tanımları birbirinden çok farklıdırlar. Batılılar “religion” ile insan ile tanrı arasındaki vicdani ilişkiyi anlamışlardır. Bu bağlamda hayatın genişlik boyutuyla alakalı batılı din tanımının ve anlayışının söyleyeceği bir şey yoktur. Zira onlara göre bu alanda fonksiyonel tanrı insandır.

Fransız ihtilaliyle beraber laiklik kurumsal hâle getirilerek muharref de olsa din/ Hristiyanlık hayattan uzaklaştırılmış ve bireyin vicdanına terk edilmiştir. Russo’cu anlayışla vicdan dinin yerine ikame edildiği gibi bilimin Batı’da yükselen yıldızına göre yeni seküler dinler de icat edilmiştir. Hümanizmanın zirve yaptığı modern dönemde fonksiyonel ve aşkın bir din tanımı zaten beklenemez. Çünkü dinin aşkınlığı ile insanın aşkınlığı sahih yaklaşımda çatışır.

Millete dayatıldı

İnsandan daha aşkın varlık görmeyen pozitivist ve hümanist yaklaşım Allah’ın varlığını ve aşkınlığını kabul etmez. Buna bağlı olarak hayatın tüm boyutlarına hâkim ve kurallar koyan bir ilaha da iman etmez. Reel anlamda baktığımızda böyle bir tanrı ve din anlayışı Müslüman toplumları da sarmıştır. Müslüman toplumlara böyle bir din anlayışı ve tanımı başlangıçta siyasal şirke batmış olan askeri ve politik erkân tarafından dayatılarak ithal edilmiştir.

Baskıyla yönetilip bir iki nesil sonra da yerleşmesi sağlanmıştır. Öyle ki kürsülerinde sadece bazı ibadetlerin anlatıldığı, ders kitaplarında İslâm dininin sosyo- ekonomik ve siyasi görüşlerine hiç yer verilmediği, kemalizmin din kabul edilip ders kitaplarına derç edildiği Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitapları dahi batılı anlamda din tanımını Müslümanlar arasına taşıyan bazı kanallardan olmuştur.

Bu durumda, İslâmizasyon politikalarına bağlı verilen müsaadeli, sınırları belirli, hayatın sorunlarına çözüm üretmekten kopuk Din Kültürü’ne mi sevinmeli veya gerçek din anlatılmadığı için ideolojik yaklaşımlarla irtidat eden gençlere mi hayıflanmalı. Herkesin kaygısı ile din anlayışı ve imanı arasında doğru orantı vardır. İmanı olmayanın kaygısı da olmaz. İslâm dininden rahatsız olanlar ise kaygısı olan kâfirlerdir.

Teslimiyetçi zihin

Dünya sisteminin yörüngesine mutlak teslim olan sözde Müslümanlar, batılı anlamdaki bir din tanımından hiç de rahatsızlık duymamaktadırlar. Duyulmayan bu rahatsızlık hem onları hem de onların nesillerini hayatın farklı dünya görüşleriyle anlamlandırılmasından hareketle politeizme/ şirke götürmüştür. Sonuçta müşrik toplum zuhur etmesi amaçlanmıştır. Günümüzde şirk, görüntü olarak modern bir form içerisinde kendisini gösterse de varlık nedeni Allah Teâlâ’yı hakkıyla bilememekten kaynaklanmaktadır.

“Allah’ı hakkıyla öğrenip öğretmeden” bu hastalıktan kurtulmak mümkün değildir. Allah Teâlâ hakkında, cehaletlerinden veya felsefi bakış tarzını vahyin önüne koyduklarından dolayı birçok insan hayatı parçalamıştır. Allah’a ait olan alanı tamamen daraltan bazen de yok sayan çağdaş anlayış, mutlak dini; bu dinin sahibi olan Allah’ı hayattan kovmaya yeltenmiştir. Bunun adı laikliktir. Laikliğin yerel ve evrensel boyutlusu aynıdır, farkı hiç yok.

Ülkemizde, Kur’an ve Sünnet’teki tevhidin hakikati halkımızın seviyesine indirilerek yalın bir dille anlatılmadı. Tevhidin özellikle rububiyet alanı yeterince vurgulanmadı. Kelâm tarihi okutmakla akaid ilmi öğrenmek birbirine karıştırıldı. Kimse okuduğu kelâm tarihinde toplumun inanç yapısını veya kendinin îmanî durumunu göremedi.

Kelami bir konudur

Ülkemizdeki Kelam ilmi akademisyenleri laiklikle ilgili gerçek değerlendirmeyi yapamadılar. Kemalizm ile alakalı bir şey söylemediler. Yeni fırka, mezhep ve ideolojilerin itikadi hükümlerine dair ortaya bir hüküm koyamadılar. Fetva ehli sustu ve ümmeti aydınlatamadı. Şunu da itiraf edelim ki bu konularla ilgili yeni çalışmalar yapılmadı ve ideolojilerin itikadi sonuçlarıyla ilgili nihai çıkarımlar netleştirilmedi. Veya netleştirilenler bile topluma deklare edilmedi.

Bunun nedeni, ideolojik bir zemine oturan modern devlet, yapılacak itikadi bildirimle meşruiyetini kaybedecektir. Ona destek veren kitleler irtidat suçuyla karşı karşıya geleceklerdir. Bütün bunlarla ilgili metodik ve yerinde bir söylem geliştirecek ehliyetli zevat olmadığı için toplum yanlış gidişinden rücu etmedi. Bunları konuşmakla tekfir hastalığı arasında ilgiler kurularak kimsenin düştüğü itikadi yanlışlarla alakalı âlimler(!) ağızlarını bile açmadılar.

Kısacası sözde ulema, milletimizin içine düştüğü siyasal şirk başta olmak üzere toplumun günahlarının ortaklarıdırlar.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.


Şunlara Gözat

İrfan ehlini nasıl tanırız?

İlimle irfan arasında çok yakın bir ilişki vardır. Zira ilim “bilmek”, irfan ise “tanımak” demektir. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.