Kendi dilinden Emin Saraç hocamız…

Hafızlığımı küçük yaşlarımda babamdan bitirdim. Babamız bizi, dört erkek bir de kız kardeşimizi öyle karanlık bir devirde hafız yaptı ki gayreti takdire değer. Babam ve dedem Nakşi tarikatından Yanyalı İsmet Efendi’nin Erbaa’daki hulefasından Bahrullah Efendi’ye müntesiplerdi.

Dedem, müderrislerdendi. Dedemin vefatı da ayrı bir hengamedir, onunla ilgili de bir iki şey söyleyelim: Babam da dedem de din-i mübin-i İslâm’a sarıldıkları ve evlerinde sürekli Kur’an okuttukları için 6 ay hüküm giymişlerdi. Dedem o üzüntüyle hapisten çıktıktan üç ay sonra vefat etti.

Emin Saraç Hocaefendi

Evimiz bir Kur’an medresesiydi

Bizim evimiz tam bir Kur’an medresesiydi. Babam teheccüde kalkmanın bereketiyle soğuk kış gecelerinde dahi bütün aile efradını kaldırır, hepimize şefkatle davranır, o teheccüdünü kılarken biz abdestlerimizi alırız, sonra ders başlardı. Yazları evimizin arkasındaki bahçede Kur’an okurduk. Ortalık aydınlanırken bizim de gönlümüz aydınlanırdı. Seher vakitlerinden güneş doğuncaya kadar bütün aile Kur’an ile meşgul olurdu. Birtakım maddî sıkıntılar içinde yaşıyorduk fakat huzurluyduk.

Bütün kardeşlerimin hafız olmasında çok genç yaşta vefat eden annemizin emeği çok büyüktür. Bizler babamız tarafından verilen günlük ezberlerimizi önce annemize dinletirdik, dersimizi yapmadan rahmetli annemiz bize yemek vermeyi geciktirirdi.

Babam bize Kur’an okuttuğu, öğrettiği için evimiz defaatle jandarma tarafından basıldı, babam karakola götürüldü. Elhamdulillah onlar geride kaldı.

Fatih Camii ile ilk tanışma

1943’te İstanbul’da Çarşambalı Ali Haydar Efendi’ye geldim. Kendisi çok maruf bir zat idi. O da o günlerde tekkesi takibatta olduğundan bizleri Fatih Camii Baş İmamı Ömer Efendi’ye gönderdi.

Onun himayesinde üç ay Fatih Camii’nde misafir olduk. Ömer Efendi Kelami Dergâhı müntesiplerindendi. Hatta 1944 veya 1945 senelerinde Sami (Ramazanoğlu) Efendi’yi onun evinde görmüştüm; zayıfça, vakur, güzel simalı, siyah sakallı bir zattı. Adetleri üzere koltuğa hep diz üstü otururlardı. Ömer Efendi gayet celalli, Hazreti Ömer radıyellşahu anh meşrepli bir zat olmasına rağmen Sami Efendi’ye gayet müeddebane bir şekilde davranırdı. Hâlbuki Ömer Efendi oldukça yaşlı, Sami Efendi ona göre genç bir kimseydi.

İstanbul’da bizler Karagümrük’te Üçbaş Camii’nin medrese olarak yapılan yerlerinde kalırdık. Üç beş talebe Fatih Camii’nin üst katında o yıllarda gizli gizli İslâmî ilimle meşgul olurduk. Ali Haydar Efendi’nin evinde mutad olarak dersimiz olurdu. Ali Haydar Efendi ile Ömer Efendi’den başka Gümülcineli Mustafa Efendi, Muhaddis İbrahim Efendi gibi zatlardan da ders okumaya devam ediyorduk. Fatih Camii’nde de evlerde de okuyorduk. Fakat hepsi gizlice oluyordu.

Bu tedrisat sekiz sene devam etti. Ali Haydar Efendi’nin teşvikiyle Mısır’a gidinceye kadar. Kendisi bir gün ilim tahsilimizin devamını ve Ezher’e gidip orada ilmî çalışmaları sürdürmemi istedi. Şifa-i Şerif’in zevkini bana aşılayan insandır. Ondan Şerh-i Akaid ve usul-i fıkıh sahasında Mirat okudum. Meclisi dersten ibaretti. Her an istifade edilirdi, müstesna bir insandı.

Mısır günleri

Mısır’a gittiğimiz zaman Mustafa Sabri Efendi, Zahidu’l Kevserî, İhsan Efendi hayattaydılar. Rabbimiz nasip etti, İstanbul’daki güzel bir muhitten Mısır’daki güzel bir muhite intikal ettirdi. Ezher’in lisesini okuduktan sonra Şeriat Fakültesi’ni bitirdim. Kadılık mastırının bir senesini okuduktan sonra Cemal Abdunnasır’ın zulmüyle bırakmak zorunda kaldık. Gittiğimiz zaman Bağdat Oteli’nin 7-8. katlarını Kral Faruk bizlere tahsis etmişti. Abdunnasır gelince çıkartıldık.

Zahidu’l Kevserî hocamızın evine cuma günleri gider, kendinden ders okurdum. Vefatından 20 gün evvel bana icazet verdi ki benim için Ezher diplomasından daha kıymetlidir. Çünkü Zahidu’l Kevserî, Fatih silsile-i ilmiyesine müntesiptir. Düzcelidir ve Fatih dersiamlarındandır. Mustafa Sabri Efendi’nin meclislerinden, derslerinden ve ilimlerinden de istifade ettik. Mısır’da sekiz sene boyunca yaşadığımız bir “ilim hicreti” idi. Bu müddet zarfında İstanbul’a hiç gelemedik. Çünkü gelseydik dönemeyecektik.

İlk gittiğimiz zaman oradaki Türk vakıflarının tahsis ettiği burslar ile ihtiyacımızı karşılıyorduk. Ecdadımızın hayır eli orada da imdadımıza yetişmişti. Sonra General Abdunnasır bütün vakıfları kaldırdı bizlere çok cüz’i burslar bağladı, onunla da geçinme imkânı yoktu, Mısır’a hayır sahiplerinden bir şey gelmesi de çok uzun zaman alıyordu. O vakit böyle vakıflar, hayır kurumları ne yazık ki ülkemizde yok idi. Bir hayli sıkıntılar çekildi.

Oradaki unutmadığım tatlı hatıralarımızdan birisi de yokluk sebebiyle sık sık oruç tutmak mecburiyetinde kalışımızdır. Ama hamd-ü senalar olsun ki bir defa bile tahsilimi yarıda bırakmayı düşünmedim. Allah Teâlâ bir azimet lütfetti. Kimi vakit gözümüz kararırdı, açlıktan… Bir avuç Türk talebeydik ama azmettik, biliyorduk bizim için memleketimizde dua edenler vardır. Tek bir düşüncem vardı, memleketimize dönmek, ilmî çalışmalarda hizmet etmek.

Türkiye’ye dönüş

Türkiye’ye döndükten altı gün sonra İsmail Ağa Camii’ndeki cuma namazının akabinde Ali Rıza Sağman Efendi yanıma geldi ve yanındaki şahsa, “İşte aradığın genç budur, Ezher mezunudur.” diyerek bizi anlattı. Meğer İmam Hatip Mektebi’nin banisi meşhur Celal Hoca imiş yanındaki, etrafına “Ben artık Medine’ye gitmek istiyorum, yerime birisini bulun” diyormuş. Bana, “Yarın İmam Hatip Mektebi’ne gelebilir misin?” dediler. O zaman cumartesi günleri de tedrisat vardı. Gidince Celal Hoca kendisine Hasan el Benna’nın damadı Said Ramazan Bey’den gelmiş bir mektup çıkardı ve okumamı istedi. Okuduk, sohbet edip ayrıldık. Ertesi gün Celal Hoca’nın sınıflarını bize verdiler. Bu gönlüme büyük bir teselli oldu. 1960 İhtilali’ne kadar üç yıl muallimlik yaptık.

Askerliği ikmal ettikten sonra bizi Ankara Evkaf Müdürlüğü’nde bir imtihana tabi tuttular. O vakitlerde birkaç saat içerisinde Evkaf Müdürlüğü’ne tayinimizi çıkarttılar. Fakat ben burada çalışma fikrinden dolayı müteessir olmaya başladım. O kadar ağırıma gidiyordu ki ağlıyordum. “Babam bize karanlık gecelerde Kur’an-ı Kerim okuttu, şu kadar senedir gurbetlerde tahsil yaptım ki hepsi dine hizmet etmem içindi. Şimdi bu mahzenlerde haramilere malzeme hazırlamak için mi çalışacağım?” şeklinde düşüncelerle muzdarip oluyordum.

Hac yolculuğu ile açılan kapılar

Aynı günlerde Hacı Bayram Camii’nde bir öğle namazında Mehmed Akif Aydın Bey’in babası hemşerimiz Bedreddin Beylerle karşılaştık. Bana “Biz hacca gidiyoruz, hadi seni de götürelim.” dediler. Birden kararımı verdim hacca gidecektim, işimi de bırakacaktım. Muameleleri başlattık. Diyanet’teki arkadaşlar, “Biz Müşavere Kurulunda 500 lira maaşla çalışıyoruz, sen 900 lira alacaksın” tarzındaki sözlerle beni vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Bu minval üzere belki bir mücadele ettik. Sonunda içlerinden söze karışmayan birisi dedi ki: “Arkadaşlar hac kapısı bir tanedir, rızk kapısı bin tanedir. Kardeşimiz gönlünü hacca hazırlamış, bırakınız.” Bu söz bana o kadar tatlı geldi ki.

Evkaf’taki işi öylece bırakıp yola çıktık. Yol boyunca Medine-i Münevvere’de, Mekke-i Mükerreme’de, Arafat’ta hep dilimde şu dua vardı “Ya Rabbi, hükümet tasallutundan uzak, ulum-u şeriyyeye hizmet etmek kapısını bana feth eyle.” Elhamdulillah o hac başka oldu.

Bir ömür ilim yolunda

Döndükten hemen sonra İlim Yayma Cemiyeti’nin Yüksek İslâm Enstitüsü talebeleri için ilk defa açtıkları yaz kursunda Ahmed Davutoğlu Hoca’yla birlikte tedrise başladık. Sonra İlim Yayma Cemiyetinden İsmail Niyazi Bey (Numan Kurtulmuş’un babası) bana bu tedrisi devamlı yapmamı teklif etti. Ve o günden bugüne kadar hayatım ilim tedrisi ile geçti elhamdulillah. Allah Teâlâ o yönden kapımızı açtı.

Fatih Medreseleri ulum-ı diniyye merkeziydi. Fatih Sultan Mehmed’e kadar dayanan köklü bir geleneği vardı. Biz o derin âlimlerin, güzel insanların sonuncularına yetişebildik. Şimdi o hocalarımın vazifelerini uhdeme tayin edilmiş olarak görüyorum. Yalnız başına olsam da ilim halkasını kurup tedrise devam ediyorum. Tefsir, hadis, fıkıh, usul… Bu dört ders bizim ana derslerimiz. Hadiste Bülûğu’l Meram’dan başlayıp Tâc’ı, sonra da Kütüb-i Sitte’yi Arapça metinlerinden talebelerimle okumak suretiyle bitirdik. Şifa-i Şerif’i bitirir tekrar başlarız; son seferlerde talebelerimiz takrir ediyor ben de onların yanında dersi dinliyorum elhamdulillah. Tefsirden, fıkıhtan şimdi isimlerini hatırlayamadığım nice kitaplar okumak nasip oldu. Allah’a sonsuz şükürler olsun.

(Derin Tarih Dergisi’nin “M. Emin Saraç Hocaefendi’nin Hayatı” adlı kitap ekinden alıntıdır.)

Mehmet Emin Saraç

İrfanDunyamiz.com

KENDİ DİLİNDEN İSLAM ALİMLERİ

İslam Alimleri ↗

Kıymetli İslam alimlerini tanıtan birbirinden güzel yazılar okumak için tıklayın.

Abide Şahsiyetler ↗

İslam’ın çilesini çekmiş öncü şahsiyetlere dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İlmihal deyince aklımıza o gelir…

Yüce dinimiz İslâm’ın temel kaynaklarından birincisi Kur’ân-ı Kerîm, ikincisi de Sünnet-i Şerîftir. Her Müslümanın, Yüce …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.