Kendi dilinden Mehmet Yalar hocamız

Bismillahi’r Rahmani’r Rahim. 1949 veya 1950 yılında Diyarbakır’ın Mermer nahiyesinde doğdum ve 14-15 yaşına gelinceye kadar orada kaldım.

Babam Mermer’de resmi imamdı ayrıca Arapça ve Farsça bilgisi ileri düzeyde olan babam uzun yıllardan beri müderrislik yapıyordu. Birçok talebesi vardı. 5 yaşında iken babamdan Kur’an-ı kerim dersi almaya başladım.

Kış geceleri uzun olduğu için öğrencilere ders verip, onlarla sohbet ediyordu. Ben de böyle bir ortamda bulunuyordum. Babamdan alfabe dersi almaya başladığımda bana Latin alfabesini de öğreterek karşılaştırma yapıyordu. Kısa bir sürede 7 yaşına varmadan Kur’an-ı Kerim’in ilk hatmimi bitirdim ve Latin alfabesini de okula gitmeden öğrendim.

Tatilimiz yoktu

6 yaşında Mermer’de okula başladım. İlkokulu okumaya başlayınca bir yandan da babamdan Kur’an ve Arapça dersleri almaya devam ediyordum.1960 yılında ilkokulu bitirdim. O vakte kadar Kur’an-ı Kerim, “Takrib’ul fikhi’ş-Şafii” , “Mevlit” , “Nubahar”, “Akaida Kürmanci” kitaplarını da okumuştum.

İlkokulu bitirdikten sonra haziran ayında “Emsile” kitabına başladım. Emsile kitabı, medreselerde okutulan sıra kitaplarının başlangıcıdır. Daha önce okuduğum kitaplar ise ilerdeki tahsilin altyapısı mesabesindedir.

Babamın 30 yıllık Müderrislik tecrübesi vardı. Hakikatten çok güzel, yüksek sesle ve heyecanla ders veriyordu. Evde ders aldığım için tatil yoktu, kış yaz sürekli ders alıyordum. Bu ders okumalarım “Cami” kitabının haşiyelerine kadar sürdü.

“Emsile” kitabı ile başladım ondan sonra “Bina” ve akabinde “İzzi” kitabı. Bu üç kitap Sarf ilmi kitaplarıdır. Bu kitapların ezberlenmesi gerekiyor. Her gün ders aldığımız kısmı ertesi gün hocamız dinlerdi ve ezberlediğimizi görünce yeni derse geçilirdi.

Babam salabetliydi

Bizim hocamız babam olduğu için dersleri çok sıkı takip ediyordu. Prensip sahibi, dini ve ilmî salâbeti çok güçlü biri olduğundan okuma konusunda müsamaha göstermezdi.

Hatırlıyorum Cuma akşamları hariç her akşam bu kitaptan ezberlerimi tekrar ediyordum. Şerhü’l-muğni kitabına kadar 3 sarf ilminin, 3 nahiv kitabı, bir de Muğni metni olmak üzere toplam 7 kitap ezberleniyor.

Bir noktayı açıklamak istiyorum. Çocukluk döneminde okumak insana zor geliyor. Eğer insanın hocası samimi ve şefkatli bir insan olup öğrenciyle ilgilenirse bir müddet sonra ders almak insana sevimli gelmeye başlıyor. Ben Şerhu’l-muğni kitabından sonra zorluk çekmedim. Bu kitapları okuduktan sonra Arapça ibareler okumak kolaylaşıyor.

Kış geceleri

Babam kış gecelerinde bize “Futuhu’ş-Şam” adlı kitabı okurdu. Bu kitap Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ömer dönemlerine ait fetihleri konu alan 2 ciltlik bir kitaptır. Babam bir şeyi okuduğunda veya anlattığı vakit o konuya konsantre olurdu ve bu tavrı bizi etkilerdi. Onun sohbetini ve kitap okumasını çok severdik.

Bir yıl yine kış olduğunda babama: Baba bize bu yıl da “Futuhu’ş-Şam” kitabını okumayacak mısın? diye sorduğumda bana: Ben niçin okuyacağım sen artık ibarelerden anlıyorsun, onu kendin okuyacaksın, diye cevap verdi. Bu benim için büyük bir teveccüh idi. O vakitten sonra ben “Futuhu’ş-Şam” kitabını okumaya başladım.

Şerh-ul Müğni kitabından sonra sarf ilmi ile ilgili bir kitap okunuyor. Medrese muhitinde yazarının adına binaen Saduddin adıyla tanınan bu kitap, medresede okutulan sarf kitaplarının en uzunu ve sonuncusudur. Bundan sonra artık sarf ilmi okutulmuyor. Bu kitap, daha önce sözünü ettiğim “İzzi” adlı kitabın şerhidir. Yazarı, büyük âlim “Saduddin Taftazani’dir.

Medrese çevrelerinde birini çok övdükleri zaman onu Saduddin Taftazani’ye benzetirler. Taftazani büyük İslam âlimlerindendir. Belagat, mantık, metafizik, kelam, fıkıh ve birçok ilim dalında eser vermek suretiyle haklı bir şöhrete sahip olmuştur. Bu kitabın girişinde Taftazani, bunu 16 yaşında iken yazdığını belirtiyor. Bu eser, asırlardır sarf ilminin ders kitabı olarak okutulmaktadır.

Cami okumak önemlidir

“Elfiye ve el- Behcet’ul Mardiyye” Bu iki kitabının çoğunluklu konuları nahivdir, sonlarında sarf ilmi de vardır. Bu kitaplardan sonra “Cami” kitabı gelir. Malum olduğu gibi Cami okumak, medrese tahsilinde önemli bir konumdur.

Cami kitabının müellifinin asıl adı Abdurrahman olan Mevlânâ Cami’dir. Aslen İranlı olup, Cam kasabasına bağlı Harced köyünde dünyaya gelmiştir. Ancak kasabanın ismiyle yâd edilerek, Cami adıyla meşhur olmuştur. Cami çok yönlü bir âlimdir. Tasavvuf, edebiyat, dil âlimidir.

Cami kitabının medresedeki fonksiyonları hakkında bir şeyler söylenebilir mi, taliblik gibi? Evet, taliblik hakkında biraz bahsedelim. Medrese talebeleri “Cami” kitabına başlamayıncaya kadar onlara “faqi” denilir. Eğer Cami kitabına başlanınca talebe “talib” olur, yani artık “Seyda” mertebesine girer.

Çünkü artık dersini medresenin en büyük hocası verecektir. Kendisi de faqi’lere ders vermeye başlıyor. Ve medreselerdeki bazı hizmetlerden de muaf oluyor. Medresenin hizmetleri sırası gelince etrafın temizlenmesi, düzenlenmesi, bulaşıkların yıkanması, tayin işlemleri gibi işlerdir.

Medreselerdeki sistemi kısaca anlatalım. Kalınan hücrenin miri yani bir beyi var o salahiyeti biridir. Yeri gelince kısa bir anekdotu anlatıyım. Ben ve kardeşim Molla Ahmet Yalar 1966 yılında Hazro’ya ders okumak için gittiğimizde ben 16 yaşında idim 21, 22, 23 yaşlarında talebeler vardı.

Ben Cami kitabının haşiyelerine başlamıştım. Medreselerde adet kimin kitabı ileri ise o hücre miri oluyor. Ben de Molla Tayfur’un ders verdiği medresede 50 gün boyunca hücre miri oldum. Hücre miri Seyda’dan sonra sorumlu kişidir.

Faqi derlerdi

Cami kitabından önceki kitapları okuyanlara faqi diye hitap ediliyor. Cami kitabına başlayanlara artık “Mela” diye hitap ediliyor. Mela Abdullah, Mela Ahmet gibi. Diğer insanlar da aynı şekilde hitap ediyor.

Cami hakkında şunları da ilave edeyim. Camiyi bitiren hakikaten çalışkan ise ve tahsil yapmak isterse Arapça’yı anlamada, ibare çözmede onunla seydası arasında çok az bir fark kalıyor. Dil öğrenme o dereceye kadardır. Onun dışındakiler ilmi disiplinler, felsefe, mantık, munazara, akait, usul ve benzeri ilimlerdir. Arapçanın zirve dil bilgisi “cami” kitabıdır.

Cami kitabından sonra mantık okunur. “İsagoci” adında küçük bir kitap takip edilir, Müellifi Esirüddin el-Ebherî‘dir. ve metinleri ezberlenir. Kitabın içeriği Aristo mantığıdır. İslam düşünce tarihinde Aristo mantığının önemli bir yeri vardır. Hicri 2. yy bu mantık İslam kültürü içine girmiştir. “İsagoci” kelimesi de Arapça değil Yunanca bir kelimedir. İsagoci kitabı üzerine şerhler ve haşiyeler yazılmıştır.

Bu arada şunu hatırlatayım Cami’nin haşiyesine başlayıncaya kadar bunları babamın yanında okudum. Ne kadar süre içinde? 5,5 yılda okudum. 1960 yılında başladım 1966 Ocak ayına kadar 5,5 yıl sürdü babamın yanında. O zaman Cami’nin haşiyelerine yeni başlamıştım.

Babam yaşlanmıştı

Ocak ayında bir gün halamızın oğlu Molla Tayfur Ezgin, babamızı ziyarete gelmişti. Babam ona; ‘’Oğullarım Mehmet ve Ahmet biraz dışarıda faqi’lik yapsınlar, senin yanında kalacak yer varsa kalan derslerine devam etsinler. Ben artık yaşlandım ve ders vermek bana zor geliyor artık’’ demişti.

Hakikaten babam ders verirken çok dikkatle, yüksek sesle ders verirdi. Kardeşim o zaman Cami kitabını okuyordu. Molla Tayfur babama hitaben: Onlar benim dersime razı olurlarsa dayımın emri olur, diyerek kabul etti.

1966 yılının yılbaşını biraz geçmişti. Ben ve kardeşim Hazro’ya gittik. İlk kez dışarıya ders için çıkmış olduk. Maşallah babaöızın sabrı güzelmiş genelde insanlar bu kadar üzün süre çocuklarına ders veremez.

Babamın sabrı fazlaydı ve dersi çok disiplinli veriyordu. Hazro’ya gittik. Kısa bir süre sonra bahar ayı geldi. Molla Tayfur’un hücresi dardı, biz 15–16 talebe idik yer kafi değildi. Fakat Hazro ve Hazroluların verdikleri tayinler güzeldi. Biz de köyden kasabaya yeni geldiğimiz için bize çekici geliyordu. Orada Şemsiye şerhini okuyordum.

Orada hastalandım

Hazro’dan ayrıldıktan sonra Diyarbakır’ın Kevnecar Köyü‘ne gittik, Seydayi Mola Abdusselam-i Alibardaki oradaydı. Molla Abusselam iyi bir Seyda idi klasik bir hocaydı, modern bilgileri yoktu. Fakat müderrisliği güzel, medrese müktesebatı da çok iyi idi.

Oradan hastalandığım için iki ay sonra geri dönmek zorunda kaldık. Ben Seydanın yanında çok fazla okuyamadım. O sırada bir rahatsızlığım vardı ve tedavi için Diyarbakır’a gidip geliyordum.

Kevnecar’dan ayrıldıktan sonra Bubiyan köyüne gittik. Orada güzel bir mantığı olan, ders anlatımı güzel, belağat sahibi Molla Fahri vardı. Onun yanında Şemsiye şerhini tamamladıktan sonra Belağata dair olan Muhtasar adlı kitabı okudum.

Tekrar Hazro’da

1966 yılının son baharında babam bizi Hazro’ya Hacı Abdül- Fettah Hocaefendi’nin yanına göndereceğini söyledi. Babam Seyda-yi Haci Fetah’ın yanına gidip okumamız için izin aldıktan sonra ben ve kardeşim Hazro’ya gittik. Kardeşim “Kavl Ahmet” kitabının sonunda ben ise “Muhtasar” kitabını bitirmiştim.

Hazro’da Maturidi olan Nesefi’nin kelam hakkında yazmış olduğu “Şerhül Akaid” kitabını okumaya başladım. Şerhi Eşari olan Taftazani’nindir. Şerhül akaid dersini Seyda-yi Haci fevkalede veriyordu. Hakikaten insanı mest ediyordu.

Bu arada kardeşim Molla Ahmet ile birlikte Seyda-yi Haci’den Farsça ders alıyorduk. Daha önce babamızdan Gülistan kitabını okumuştuk. Farsça olarak Mevlana Cami’nin Baharistan kitabını okuyorduk.

Şerhül akaid kitabından sonra ben “Cem-ül Cevami‘” kitabına başladım.” Cemül Cevami‘” icazet kitabıdır, yani icazet o kitabın bitirilmesi ile alınır. Usul’ud din ve usul’ul fıkıh konusundadır. Yeni terminolojiye göre İslam hukuku metodolojisi ve İslam akait metodolojisi hakkındadır. Yedi bölümden oluşmuştur.

Seyda-yı Haci

Hocamız Seyda-yı Haci (Allah ona rahmet etsin ve yerini Cennet eylesin ) çok hassastı ve o dönemde fazla talebe olmadığından haşiyeleri incelerdi bir gün dersimiz 4 saat sürdü, dersi yerde diz çökerek okuyorduk. Ben çok yoruldum ve hocama Benani haşiyesini bu şekilde okumasaydık daha iyi olurdu dedim. Hocam başını kaldırdı ve ben konuların anlaşılmadan geçilmesini istemiyorum dedi. Ben de çok utandım o kadar çaba göstermesi benim içindi. Bu kitabı tam olarak okudum.

1967 yılının Haziran ayında derslerim bitmişti. Fakat Mevlana Cami’nin Yusuf-u Züleyha kitabına da başlamıştık. Hocamız pek kimseye icazetname vermiyordu. Yüzlerce talebe okutmuştu ve 52 yıllık müderrislik yapmıştı, birkaç tane icazetname vermişti.

Babam ondan rica etti, o da icazetnamesini getirdi ve ben artık yaşlandım, ellerim titriyor ben hepsini yazamayacağım, benim doldurmam gereken yerleri boş bırakın ben onları yazarım, dedi. Ben çini mürekkep ile belirli kısımlarını yazdım. Diğer taraflarını Seydamız yazdı. İcazetname bende duruyor.

Böylelikle ders alma durumu kalmadığından müsaade alıp yanından ayrıldım. Fakat Seydamızı çok sevmiştik ondan ayrılmak zor geliyordu, ağlayarak ayrıldım. Eve döndüm 2 ay kadar kaldıktan sonra Mevlana Cami’nin Yusuf-u Züleyha kitabını bitirmeyi bahane ederek tekrar hocamızın yanına geri döndüm. O kitabı bitirinceye kadar bir iki ay daha orada kaldım. Medrese tahsil hayatım bu kadar sürdü.

Not: Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, Nisan 2010 sayısında günümüzün kıymetli alimlerinden Prof. Dr Mehmet Yalar Hocamız ile klasik medrese eğitim serüveni üzerine yapılan mülakattan kısmen iktibas edilmiştir.

Prof. Dr. Mehmet Yalar/ İrfanDunyamiz.com

KENDİ DİLİNDEN İSLAM ALİMLERİ

İslam Alimleri ↗

Kıymetli İslam alimlerini tanıtan birbirinden güzel yazılar okumak için tıklayın.

Abide Şahsiyetler ↗

İslam’ın çilesini çekmiş öncü şahsiyetlere dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Halil Atalay hoca yüreklere dokunmuştu…

1959 yılı Ramazan ayının Kadir gecesinde Eskişehir’in Mihalıççık ilçesi Çalkaya köyünde doğdu. İlkokulu Çalkaya Köyü …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.