Siirt’in Arap asıllı ailelerinden birinde 1950 senesinde dünyaya gelmişti Nurettin Can Hocamız. Ekonomik zorlukların kol gezdiği zamanlarda Siirt’te Molla Bedrettin (Sancar) ve özellikle de Tillo ilçesindeki Molla Burhâneddin (El Mücâhidî) hocaefendilerin medreselerinde okumuş, başta Arap dili ve edebiyatı olmak üzere temel İslâmî ilimleri tahsil etmişti.
1970 yılında Molla Burhâneddin’den icâzet aldıktan sonra, bir süre Bitlis’in Hizan ilçesinde, ardından memleketi Siirt’te imamlık yaptı. 1979’da İstanbul’a gelen Nurettin Hocamız 1982’ye kadar burada imamlığa devam etti. Bu tarihten sonra imamlıktan istifâ edip önce Fatih Çarşamba’daki İsmail Ağa Kur’ân Kursu’nda Arapça ve İslâmî ilimler okuttu, ardından 1986’da Üsküdar’daki Aziz Mahmud Hüdâyî Vakfı’nda bazı ilahiyat fakültesi öğrencilerine ders vermeye başladı.
İlim aşığıydı
Bu dönemde Kuveyt Türk Finans Kurumu’nun dinî müşaviri olarak da görev yapan Hocamız, 1994’te İlim ve İrşad Vakfı’nı kurarak hizmet halkasını genişletti. Kendisini tanıdığımız yıllardan bu yana sürekli sağlık sorunları yaşamasına rağmen ilimle meşgul olmaktan ve öğrenci yetiştirmekten hiç geri kalmayan, ancak son yıllarda sağlık sorunlarının ciddi boyutlara ulaşması sebebiyle ilmî faaliyetlerini eskisi kadar yürütemez hale gelen Hocamız, Siirt’e yaptığı bir ziyaret esnasında geçirdiği beyin kanaması sonucu hastaneye kaldırılmıştı. On bir gün hastanede kalan hocamız, 25 Ekim 2011 tarihinde ilim ve irşad ile geçirdiği ömrünü tamamlayarak aramızdan ayrılmış ve Siirt’in Tillo ilçesinde ebedî istirâhata emanet edilmiştir.
İstanbul’a geldikten sonra kendisini daha da geliştirmek amacıyla yoğun bir gayret gösteren, kazancının önemli bir kısmını kitaplara harcayan Nurettin Can Hocamız, temel İslâm ilimlerinin pek çoğunda derin bilgiye sahip bir ilim aşığıydı. Özellikle fıkıh ve Arap gramerinde (nahiv) benzeri az bulunur bir hocaydı.
Talebeliğinde doğu medreselerinde şimdiki gibi fazla kitap bulunmadığı için bazı temel kitapları göremediğini, Buhârî’nin meşhur hadis kitabını ancak İstanbul’a geldikten sonra görebildiğini söylerdi. İstanbul gibi kitap yönünden zengin bir kültür merkezinde bulunmanın imkanlarını sonuna kadar kullanmış, ekonomik yönden rahatladığı dönemlerde imkanlarını çoğunlukla kitap almaya tahsis etmişti.
Nahivde ileriydi
Kuveyt Türk Finans Kurumu’ndaki vazifesi sebebiyle güncel fıkhî meseleleri de yakından takip eder, klasik kaynakları okumakla yetinmez, Arap ülkelerinde özellikle İslam bankacılığı konusunda düzenlenen fıkıh toplantılarına katılırdı. Bazı kimseler, Hocamızın Arapça dil bilgisi konusundaki derinliğini ifade etmek için: “Nurettin Hoca İstanbul’un nahiv üstâdıdır, nahivde onun üzerine yoktur” derlerdi.
1989-1993 yılları arasında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencisiyken, kendisinden ders okuma nimetine kavuştuğum hocamız ile her sabah iki saat Arapça temel kaynaklardan dinî eserleri mütâlaa eder, sonra kahvaltı yapıp fakülteye giderdik. Diğer öğrenciler yazın üç ay tatil yaparken hocaefendinin ders halkasına devam eden bizler ancak bir hafta ya da on gün tatil yapar, sonra tekrar okumaya devam ederdik.
Hocamızın okuttuğu kitaplardan bazıları şunlardı: Arap dilinde Tedrîcü’l Edânî (İzzî şerhi), Şerhu Katri’ Nedâ, Suyûtî’nin Elfiye şerhi; tefsirde Celâleyn, Nesefî, Beyzâvî ve Keşşâf’ın eserlerinden bölümler ve Mennâ’ El Kattân’ın tefsir usûlü; hadiste Bülûğu’l Merâm ve İbn Kesîr’in hadis usûlü; fıkıhtan El Hidâye ve Abdülvehhâb El Hallâf’ın usûl-i fıkıh eseri, tasavvuftan Muhâsibî’nin Er Riâye’si, mantıktan Metn-i Alâka vs.
İstanbul’a geldiği ilk yıllarda Türkçesi zayıf olan Hocamız, Türkçesini geliştirmek için bol bol gazete okuduğunu söylerdi. Buna rağmen Arapça metinleri Türkçe ifade etmekte zorlandığı olurdu. Kendisinden ders okuduğumuz yıllarda, bir konuyu açıklamak için örnek verirken; “Bir adam attı denize voltayı” deyince, bütün arkadaşlar “Hocam! Volta değil, olta” diye düzeltmişlerdi.
Hocamız Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı çevresinin kendisinin ilmî faaliyetlerine verdiği desteği sürekli şükranla yad ederdi. Bir defasında rüyasında bir caminin minberine çıkmak istemiş, buna bir türlü muvaffak olamadığı bir anda Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu Efendi’nin gelip elinden tutarak onu minbere çıkardığını görmüş ve bu rüyayı o zâtın veya tâkipçilerinin himmetiyle dîne hizmet edeceği şeklinde yorumlamıştı.
İyi tarafını al
Bir defasında şöyle demişti: “Doğuda medresede okurken bazı kimseler bize ‘Siz dinî yönden devletin baskısına mâruz kalıyorsunuz, oysa ülkenin batısındaki insanlar bu konuda sıkıntı çekmiyor’ diyerek bizi kandırıyorlarmış. İstanbul’a gelip buradaki halkı ve hocaefendileri dinleyince onların da aynı baskı ve sıkıntılara uğradığını anlamış oldum.”
Doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen Hocamız, günümüzde Şâfiî mezhebindeki esnafın telefonla sipariş konusunda Hanefî mezhebini taklid ettiklerini, Hanefîlerin de bazı meselelerde Şâfiîleri taklid edebileceğini söylerdi. Küçük bazı aksaklıkları sebebiyle bir şeyi tümüyle terk etmek yerine, iyi tarafını alıp kötüsünü bırakmak gerektiğini ifâde etmek için: “Huz mâ safâ, da‘ mâ keder” sözünü sıkça tekrarlardı.
Talebelik yıllarında yeterince ısınamayan mekanlarda ve yetersiz gıdalarla zor bir dönem geçiren Nurettin Can Hocamız, muhtemelen o dönemlerin eseri olarak birçok hastalığı bünyesinde taşıyordu. Vefat haberini duyduğumuzda ilk aklıma gelen söz: “Âlimin ölümü, âlemin ölümüdür” olmuştu. Geride üç kız ve üç erkek evlat ile çok sayıda talebe bıraktı.
Vefat haberini aldığımızda yurt dışında bulunduğumuz için cenazesine iştirak edemedik. Geç de olsa onu bir yazı ile yâd etmenin bir vefâ borcu olacağı düşüncesiyle bu yazı kaleme alınmıştır. Kendisine Cenâb-ı Hak’tan rahmet, dost ve yakınlarına sabr-ı cemîl niyâz ederiz. Rûhu için el Fâtiha.
(Bu yazı şu kaynaktan iktibas edilmiştir: Necdet Tosun, “Nurettin Can Hocamızın Ardından”, Altınoluk, 2012 Şubat, Sayı: 312. Başlıklar sitemize aittir.)
Prof. Dr. Necdet Tosun/ Altınoluk Dergisi
İslam Alimleri ↗
Kıymetli İslam alimlerini tanıtan birbirinden güzel yazılar okumak için tıklayın.
Abide Şahsiyetler ↗
İslam’ın çilesini çekmiş öncü şahsiyetlere dair yazılar okumak için tıklayın.