Meylimiz hangi tarafa?

Behlül Dânâ Hazretleri yol üzerindeki bir viranenin yıkılmak üzere olan eğilmiş duvarına bakıp sık sık âkıbetini tefekkür ederdi. Yine bir gün derin bir tefekkürle orayı seyrederken duvar aniden çöküverdi. Bu hâdise Behlül Dânâ Hazretlerinde gözle görülür derecede büyük bir sürûra vesîle oldu.

Onun bu büyük sevincine mânâ veremeyen insanlar, merakla ondaki bu değişikliğin sebebini sordular, Behlül Dânâ Hazretleri onlara şu cevabı verdi: “Duvar meyilli olduğu tarafa yıkıldı!” Hazretin az evvelki sevincine bir türlü akıl erdiremeyen insanlar, Behlül Dânâ’nın bu sözleriyle iyice şaşkınlaştı. Bu ifâdelerle onun neyi kastettiğini anlayamadıklarından bu defa: “Peki bunda şaşılacak ne var?” diye sordular.

O ise insanlara derin tefekkürün bir neticesi olan şu hikmetli cevabı verdi: “Madem ki dünyadaki her şey nihâyetinde meylettiği tarafa yıkılıyor, benim de meylim Hakk’a doğrudur, o hâlde ben de ölünce inşâallah Hakk’a varırım. Ey ahâlî, rükû ve secdelerimizle Hakk’a meylimizi her an artırmaya gayret edelim ki başka yönlere yıkılmayalım!”

Bir Allah dostunun eserinden okuduğum menkıbe burada bitti. Efendim Allah Teâla Rahman ve Rahim olandır. Merhamet edip umutları geri çevirmeyendir. Kimin meyli ne tarafa ise Allah Teâla onu o tarafa sevk eder. Rükû, secdeye doğru meyillidir, secde ise Rabbimize en yakın olduğumuz andır. Namaz kılan bir insanın meyli secdeye doğrudur. Peki ya bizim meylimiz ne tarafa? Mesela ölürken nereye yakın olmak istersiniz? Ya da nereye giderken ölmek istersiniz?

Sınırsız rahmet

Buhari ve Müslim’de geçen Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in anlattığı meşhur kıssa şöyledir: Vaktiyle doksan dokuz kişiyi öldürmüş bir adam vardı. Bu zât yeryüzünde en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona bir râhibi gösterdiler. Bu adam râhibe giderek: “Doksan dokuz adam öldürdüm. Tövbe etsem kabul olur mu?” diye sordu.

Râhip; “Hayır, kabul olmaz” deyince onu da öldürdü. Böylece öldürdüğü adamların sayısını yüze tamamladı. Sonra yine yeryüzünde en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona bir âlimi tavsiye ettiler. Onun yanına giderek yüz kişiyi öldürdüğünü söyledi; tövbesinin kabul olup olmayacağını sordu.

Âlim; “Elbette kabul olur. İnsanla tövbe arasına kim girebilir ki! Sen falan yere git. Orada Allah Teâlâ’ya ibadet eden insanlar var. Sen de onlarla birlikte Allah’a ibadet et. Sakın memleketine dönme. Zira orası fena bir yerdir” dedi. Adam denilen yere gitmek üzere yola çıktı. Yarı yola varınca eceli yetti.

Rahmet melekleriyle azap melekleri o adamı kimin alıp götüreceği konusunda tartışmaya başladılar. Rahmet melekleri; “O adam tövbe ederek ve kalbiyle Allah’a yönelerek yola düştü” dediler. Azap melekleri ise; “O adam hayatında hiç iyilik yapmadı ki” dediler. Bu sırada insan kılığına girmiş bir melek çıkageldi. Melekler onu aralarında hakem tayin ettiler.

Hakem olan melek; “Geldiği yerle gittiği yeri ölçün. Hangisine daha yakınsa, adam o tarafa aittir” dedi. Melekler iki mesafeyi de ölçtüler. Gitmek istediği yerin daha yakın olduğunu gördüler. Bunun üzerine onu rahmet melekleri alıp götürdü.” (Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Tevbe 46, 47, 48)

Allah Teâlâ hakikatleri Kur’an’da yaşanmış kıssalar anlatarak işliyor. Peygamber Efendimiz de aynı şekilde bazı yaşanmış kıssalar anlatıyor. İki büyük Hadis kaynağında geçen bu kıssa bize Allah Teâlâ’nın rahmetine hiç kimsenin hudut koyamayacağını gösteriyor. Ancak bu kıssayı okuduktan sonra nefsimizi temize çıkartmak yerine kendimize az önce sorduğumuz şu soruları tekrar soralım:

Nereye giderken?

Nereye giderken ölmek istersiniz? Melekler bizim de mesafemizi ölçtüğünde acaba biz nereye yakın olacağız? İnsan Hacca giderken, camiye giderken, mektep medrese yolunda ilim tahsil ederken, cihad ederken veya evine rızık götürürken ölebilir. Veyahut nefsinin peşinde koştururken, günah mahalline giderken, mesela Allah korusun bankaya kredi çekmeye giderken de ölebilir. İnşâallah biz camiye, medreseye, sohbete ve yuvamıza yakın olanlardan oluruz.

Sevgili okuyucu, biz Müslümanların bazen bazı kesimlere karşı biraz kalbimiz yumuşamıyor. Bazı insanlara karşı günahkâr insanlar gözüyle bakıyoruz. Aslında bu bizim kalp katılığımızdan ileri geliyor. Oysaki Sevgili Peygamberimizin anlattığı bu kıssa Allah Teâla’nın rahmetine hiç kimsenin hudut koyamayacağını bildiriyor.

Bu kıssa özellikle âlimlere ve hocalara hitap ediyor. En büyük âlim de olsanız Allah’ın rahmetine hudut koyamazsınız mesajını veriyor. Dikkat ederseniz günahkâr adam danışmak için bir âlim soruşturuyor. Âlim ise yanlış fetva vererek Allah’ın rahmetine sınır koymuş oluyor. Fakat insan Allah’ın rahmetine güvenerek sınırları aşmamalıdır. 

Bu konuda Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının! Ne babanın evlâdı, ne de evlâdın babası nâmına hiçbir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki Allah’ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Şeytan Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın!” (Lokmân, 33)

Kur’an-ı Kerim’de bir sure hariç bütün surelere Allah Teâla’nın Rahman ve Rahim isimleri ile başlanıyor. Bu, Rabbimizin en önemli vasfının rahmet olduğunu gösteriyor. Kur’an’da Peygamberimiz için de “Rahmetel lil âlemîn” yani “Allemlere rahmet” deniliyor. Allah Teâla’nın rahmeti her şeyi kuşattığı halde aynı zamanda insanlar dünyada yaptıklarından sorumlu tutuluyorlar.

İslam’da korku ve ümit arasında olmak esastır. Herkes ektiğini biçer ve herkes kazancının rehinidir.

Aydın Başar/ Somuncu Baba Dergisi

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Sevgili seccadem…

Sevgili seccadem! Ne kadar ayrı kaldık seninle, ne kadar özletmişsin kendini. Hiç sormayayım seni, biliyorum …

Bir yorum

  1. Nasibi olan okur diyorum vesselâm. Allah razı olsun kaleminize sağlık hocam…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.