Son dönemin en önemli âlimlerinden Muhammed Emin Er Hoca, ilmi donanımı, eserleri, insan yetiştirmesi, talebelerine ilmî emaneti devretmesi, siyasal istikameti, yaşadığı zühd hayatı ve çok yönlü cihadıyla tam bir Rabbanî âlimdir.
Alet ilimlerinde ve İslâmî ilimlerin her alanında eserler vermiş seçkin bir kişidir. Şahsında usul ilimlerini, şer’î ilimleri cem etmiştir. İslâm’ın deruni boyutunu temsil eden tasavvufla fıkıh ve diğer ilimleri mezcetmiş seçkin bir âlimdir.
Çalışmalarını asla bireysel araştırma ve bunlardan zevk almaya dönüştürmemiştir. Hem gece gündüz ilmi araştırmalar yapmış hem de talebe yetiştirmiştir. Yazmak ve tebliğ suretiyle bildiklerini her an paylaşmıştır.
Çalışmalarını ve davetini devamlılık ilkesi üzerine bina etmiştir. Bizim şehadetimize göre, ilmi gizleyerek borçlu bir şekilde irtihal etmemiştir. Son anına kadar bildiklerini paylaşmıştır.
İslâmî ilimlerin usulünü kâmil anlamda bildiği için Müslüman halkın kafasını karıştıracak ve onları dinlerinden şüpheye düşürecek bir şey söylememiştir. Selef âlimlerine ve kendisini yetiştiren üstatlarına her zaman saygılı olmuştur. İlimle ameli birleştirirken ve bu meyanda kitaplarının cihad babını okurken, bu işin okumakla değil de fiiliyatla olacağını beyan etmiştir. Bu anlayışın üstün tezahürü olarak 1979 yılında fiilen aşlayan Afgan cihadına da katılmış ve yıllarca cephede kalmıştır.
Alet ilimlerinden metodolojiye, fıkıhtan tasavvufa, akaidden siyere kadar değerli çalışmalar yapmıştır. Çalışmalarında akide konusunu sık ele almıştır. Bunun nedeni, hem sahih İslâm akidesini insanlara kazandırmayı amaçlamıştır. Çünkü sahih akide olmadan amellerin kabul olması söz konusu değildir. Müslümanlar bu çalışmalardan istifade edecek olurlarsa inançlarını ilmi temellere dayandırdıkları gibi, kendilerini kalbin hastalıkları olan; şirk, küfür, irtidat, nifak, zulüm ve kebireden de korumuş olurlar. Uhrevi kurtuluş da bunlardan uzak kalmakla mukayyettir.
Temel eseri
Biz bu araştırmamızda, Üstad’ın tüm çalışmalarının özeti sayılan “Mecmuat’u-r resâili’d diniyye fî ulum’i-l muhtelife” adlı eserinden yola çıkarak Muhammed Emin Er Hoca’nın İslâm akaidi konusundaki fikirlerini ele alacağız. Eser hem Şam’da hem de İstanbul’da basılmıştır. İstanbul baskısı 2010 tarihlidir. Arapça olarak yazılmıştır. 702 sayfadır. İnsanların Allah Teâlâ’ya karşı yapmaları gereken kulluk görevlerini muhtevi bir çalışmadır. Kanaatimize göre çok güzel bir ilmihal çalışması da denilebilir. İçerisinde; iman, başta namaz olmak üzere, taharet, zekât, oruç, hac, yiyecekler, içecekler, nikâh, hudud, cihad, yeminler, şehadet, ilim, alım satım konuları vardır. Daha sonra bu ana başlıkların açılımı yapılmıştır. Yaklaşık 20 risalenin izahıdır.
Kitapta, ahlak bahislerine yer verilmiş, ihsan ve nasihat üzerinde durulmuştur. Tasavvufa ait konular “Fıkh-ı batın” babında ele alınmıştır. Bu bölümde ağır tasavvufi kavramlara açıklık getirmiş tasavvuftaki üstad- mürid ilişkisini klasik yöntemle ele alırken, tasavvuftaki hâl ve makamları açıklamıştır. Seyr-ü süluk adabını ve nefsin derecelerini tafsilatlı şekilde ele almıştır. Kalbin hastalıkları ve tedavisi üzerinde durulmuştur. Zikir konusuna ayrı bir yer verilmiştir.
Ehl-i Sünnet’e ait müteferrik meseleleri soru cevap üslubuyla açıklayan Üstad, feraiz, aile hukuku, fıkıh usulüne ve Hadis usulüne ait kavramları izah etmiş ve yaratılışla ilgili çeşitli makalelere eserinde yer vermiştir. “Kendi lehlerinde ve aleyhlerinde olanları” öğrenmek isteyenlere mufassal bir çalışmadır. Özellikle tasavvuf yoluna intisap edecek kimselerin, bu yola girmeden önce okumaları ve içselleştirmeleri gereken çok önemli bir kitaptır. Kısacası eserde; Akaid, fıkıh ve tasavvuf iç içedir. Hatta tasavvufi konulara daha çok ağırlık verilmiş, dense abartılmış olunmaz.
Çalışmada örtük bir mesaj vardır; Akaidde derinleşmek, fıkıhta merhale kazanmak ve tasavvufta terakki ideal bir Müslüman için çok önemlidir. Kitap baştan sona incelendiğinde, Üstad’ın İslâmî ilimlerdeki derinliği, metodolojideki yetkinliği ve tasavvufi alandaki kemâli çok açık şekilde görülmektedir.
İman konusu
Muhammed Emin Hoca, kitabının mukaddimesine insanın kurtuluşunun iki şeyle mümkün olacağını açıklayarak girer. Bunlar; iman ve salih amellerdir. Konuyla ilgili Bakara suresinin 25. ayeti ve Kehf Suresi’nin 107. ayetiyle istişhad eder.[1] İman kavramını Ehl-i Sünnet’e göre tanımlar. Kaynak olarak; Nesfi (ö. 537/1142), Ali el-Kari (ö. 1014/1605) ve Taftazani’yi (ö. 792/1390) verir. Sahih imanın, iki şehadeti tasdik ve ikrar olduğu vurgulanıp tasdikin cazim (kesin) olması üzerinde durur. Zira kesin olmayan; içerisinde şek ve tereddüt olan bir iman küfürdür.[2]
Burada bir hususun üzerinde durmak gerekiyor: Muhammed Emin Hoca, kadere iman konusunu, Kur’an-ı Kerim’in tamamına yayılmış ve Cibril hadisinde gördüğü için iman esaslarına almıştır. Böylece kader konusunu Kur’an’da yoktur diyerek iman esaslarından saymayanların eksikliklerine ve yanılgılarına atıfta bulunmuş olur. Ayrıca iki şehadeti de iman esaslarından sayarak veya Ehl-i Sünnet’in klasik düşüncesini tekrarlayarak “Muhammedsiz bir Müslümanlığın olamayacağına” vurgu yapmıştır.[3]
Bu çalışmada Üstad’ın dine bakışı çok dikkat çekicidir. O, dinin tarifinde klasik tanımlamayı esas almıştır. Bu tanımlamaya göre din; akıl sahiplerini kendi özgür seçimlerine göre dünyada ve ahirette övülen ve kurtuluşa vesile olan (hayırlı ve güzel) şeylere sevk eden ilahi kanunlardır. Âl-i İmran Suresi’nin 19. ayetiyle istişhad ederek İslâm’dan başka bir dinin geçerli ve makbul olmadığına vurgu yapmıştır. Ayetteki din kelimesinin lâm-ı tarifle gelmesini hak dinin İslâm olduğunun kanıtı olarak açıklar. Bu durumda Müslüman olmak için, zahiren ve bâtınen Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in beyan ettiği şeriata teslim olup boyun eğmek şarttır.[4]
Bu cümleleri kitaptan seçip almamızın nedeni, bazılarının muharref şekliyle bile Yahudilik ve Hristiyanlığın semavi ve ilahi olduğunu iddia etmelerine bir cevap oluşturmasından dolayıdır. Hatta bu konularda Bakara Suresi’nin 62. ayetine köksüz ve hatalı anlamlar verilerek dinler eşitlenmeye bile çalışılmıştır. Unutmamak gerekir ki İslâm tek evrensel dindir; kendinden önceki tüm dinleri de yürürlükten kaldırmıştır (nâsihtir).
Zarurat-ı diniyye
İmanın mufassal tanımlarından biri bu kitapta yapılmıştır. Söyle ki iman: zarûrât-ı diniyyeden olan şeylerin tamamına kesin bir şekilde iman etmektir.[5] Klasik kelam uleması bu tanıma şöyle bir açıklamada bulunmuşlardır; “Zarûrât-ı diniyyeden bir hükmü inkâr eden dinin tamamını inkâr etmiş sayılır.” İman konusunda hiçbir parçalanmayı kabul etmeyen Allah Teâlâ, şu uyarıyı yapmıştır: “Ey iman edenler! Allah’a, Resulüne ve peygamberine indirdiği (hak olan şu) kitabına iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, resullerini ve ahiret gününü inkâr ederse muhakkak ki o derin bir sapıklığa düşmüştür.”[6]
Ayet-i kerimeden anlaşılıyor ki iman edilecek hususlardan birisini inkâr etmek, bütün Kur’an-ı Kerim’i inkâr etmek gibidir. Abdullah bin Mes’ud radıyellahu anh, konuyla ilgili görüşünü çok net olarak ifade etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Kim Kur’an-ı Kerim’in bir harfini inkâr edecek olsa bütün Kur’an’ı inkâr etmiş olur.[7] Çünkü Kur’an, Allah’ın (c.c.) kelamıdır ve O’ndan bir şey reddeden Allah’ı(n emirlerinin ve yasaklarının tamamını) reddeder.”[8]
Nitekim Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in irtihalinden sonra bazı Arap kabileleri: “Biz İslâm’ın tüm emirlerini yerine getiririz fakat zekât vermeyiz” dediklerinde Hazreti Ebubekir radıyellahu anh, bu yaklaşımın imana bir yüzdeleme getirmek olduğunu bildirmiş ve zarûrât-ı diniyeden bir tek hükmü inkâr etmenin tüm İslâm’ı inkâr anlamına geleceğini söylemiştir.
İmana ve İslâm’a böyle yüzdeli bir yaklaşımın insanı küfre götüreceğini ve sahiplerini dinden çıkaracağını bildirerek; “Zekât malın hakkıdır. Allah’a yemin olsun ki Resulullah’a vermiş olduğunuz bir oğlağı bile zekât olarak vermeyecek olursanız; onu vermeyenlere savaş açarım”[9] demiştir.
Söylediğini de yapmış ve tüm İslâmî emirleri kabul edip zekâtın meşruiyetini kabul etmeyenler mürtet sayılmış ve onlara karşı savaş ilan edilmiştir. Böyle bir davranış ne zaman ve hangi mekânda yapılırsa yapılsın dini ve bu dinin kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’i parçalamaktır. Allah Teâlâ bu durumu şöyle açıklığa kavuşturmuştur: “Biz, (bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak veya yürürlükten kaldırmak için kitaplarını) bölük bölük yapan(Yahudi ve Hristiyan)lara uyarıcı azap indirdiğimiz gibi (yine azap indiririz). Onlar Kur’an’ı (kendilerine uydurmak için, kabul edilecek ve edilmeyecek olanlar diye) parça parça ettiler.”[10]
Bütün bu ayetlerden ve Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem’in hadislerinden yola çıkan İslâm uleması şu hükmü ortaya koymuştur: “Kim Allah’ın Kitabından bir kelimeyi inkâr ederse Kur’an’ın tamamını inkâr etmiş olur.”[11] İmanda bütünlük konusuyla ilgili İmam Maturidi (ö. h: 333): “Peygamberlerden her hangi birisinin verdiği haberi yalanlayan kâfir olur” demiştir.”[12]
Aynı konuyla ilgili İmam Serahsî’ye (ö: 483/1090) ait benzeri bir hüküm de şudur: “Her kim ki şeriatın hükümlerinden herhangi bir şeyi inkâr ederse, La ilahe illallah /Allah’tan başka İlah yoktur buyruğunu iptal etmiş olur.”[13] Bu görüşleri almamızın amacı, Müslümanlara imanın bölünme kabul etmediğini kavratmak ve insanlara, ideolojik bakışla imanın sentez edilemeyeceğini kavratmaktır. Esasında insanımızın da ülkemizin de kurtuluşu ve siyasal hidayete erişi tevhidin böyle üst seviyede kavranmasındadır.
Muhammed Emin Er Hoca, kesin tasdike muhalif olan söz ve davranışları da insanı küfre götüren tehlikeler olarak görmüştür. Din ve dini değerlerle alay etmek, onları küçük görmek bu gruptandır.[14] Bu bağlamda şu önemli açıklamayı yapmıştır: Bir şey dinden değilse, sübutunda ve delaletinde katiyet yoksa ve dinde bilinmesi zorunlu bir hüküm de değilse, inkâr eden kimseler kâfir olmazlar; bidat ehli sayılırlar.[15] Bu ifadeler çok önemli usül kurallarıdırlar. Sıfatlar konusunda tatilin, teşbihin batıl oluşuna dikkat çektikten sonra Allah Teâlâ’nın tikelleri ve tekilleri bilmemesinin muhal oluşuna atıfta bulunur.[16] Bu yaklaşım Aristo felsefesine ve modern dönemlerde hortlatılan deizme de bir reddiyedir.
“Mecmuat’u-r resâili’d-diniyye fî ulum’i-l muhtelife” de Ehl-i hakkın (Ehl-i Sünnet’in) görüşleri Tahavî’den (ö: 321/933) ihtisar edilerek maddeler hâlinde özetlenmiştir. Bu özetleme çalışmasını Ömer en-Nesefî’nin (ö: 537/1142) Akaid’inden ve Ali el-Kârî’nin (ö: 1014/1605) el-Fıkh’u-l Ekber’inden devam ettirmiştir.[17] Emin Er Üstadın, fikirlerine müracaat ettiği ve kaynak olarak kullandığı ismi geçen imamlar, Ehl-i Sünnet’in en önemli âlimleridirler. Bu zevatın referans verilmesi Üstadın, köklü düşündüğünün ve ilmi çalışmalarının gelenekle iç içe olduğunun önemli tezahürleridir. Her üç âlimin de akaide dair görüşleri İslâm dünyasında büyük kabul görmüştür.
Muhammed Emin Er Hoca, eserinin kırkıncı sayfasında akaide dair görüşleri şerh ederken en son maddeyi şöyle hitam buldurmuştur: Semada da, yeryüzünde de tek hak din, Allah’ın dini İslâm’dır. İstişhad için Âl-i İmran 19 ve 85. ayetler ile Maide Suresi’nin 3. ayeti sunulmuştur. Burada ehl-i kitabın inancının yanlış olduğuna vurgu olduğu gibi İslâm’ın tüm dinleri neshetmesine de atıf vardır. Tek semavi ve ilahi olan dinin İslâm oluşu pekiştirici bir ifadeyle beyan edilmiştir.
Büyük günahlar
“Mecmuat’u-r resâili’d-diniyye fî ulum’i-l muhtelife” günah konusu üzerinde ayrıntılı şekilde durulmuştur. Zira günah ve büyük günah konusu akaid ilminin en önemli konularından biridir. Kur’an-ı Kerim, önemine binaen günah kavramını değişik kelimelerle açıklamıştır. Allah’ın lütfuna mazhar olup arınmak ve fıtratı yaratıldığı gibi koruyabilmek için Allah Teâlâ’nın bizleri sakındırdığı “günah” kavramının yeterince anlaşılması gerekir.
Günah konusunda Ehl-i Sünnet’in klasik görüşlerini yineleyen Muhammed Emin Hoca, işlenen günah helal kabul edilmedikçe sahibini dinden çıkarmayacağına kail olmuştur. Kebire konusu, birçok ulema tarafından farklı şekilde anlaşılmış ve tasnif edilmiştir.
Mecmuat’u-r resâilü’d-diniyye fî ulum’i-l muhtelife” de önce büyük günahlardan şirk üzerinde durulmuş sonra da riya, haset, kin, halkın ayıbıyla uğraşmak, taassup, kazaya razı olmamak, hevaya uymak, nefse ittiba edip gazaplanmak, Allah Teâlâ’nın azabından emin olmak, rahmetinden ümit kesmek, sadece dünya menfaati için ilim öğrenmek, ilmi gizlemek, sünneti terk etmek ve cemaatten uzaklaşmak, kaderi inkâr etmek, ahde riayet etmemek, fasıklara ve zalimlere muhabbet etmek, velilere düşmanlık göstermek ve onlara eziyet etmek büyük günahlar olarak verilmiştir.[18]
Dikkat edilirse tüm günahların kaynakları bu sayılan hastalıklardır ve bunları işlemenin haram oluşuna dair ayetler vardır. Çalışmanın diğer kısımlarındaki kebire sınıflaması oldukça güzel ve eserin kendine özgüdür. Büyük günahlar maddeleştirilirken ara başlıklar verilerek belirli babların altında sınıflandırılmıştır.
Bu yaklaşıma göre kebirenin farklı sınıflaması şu başlıklar altında verilmiştir: Taharet konusunda işlenen kebâir (büyük günahlar), namazla ilgili kebâir, zekâtla ilgili kebâir, oruçla ilgili kebâir, hacla ilgili kebâir, yemek ve içmekle ilgili kebâir, alım satımla ilgili kebâir, nikâhla ilgili kebâir, talakla ilgili kebâir, cinayetlerle ilgili kebâir, hadlerle ilgili kebâir, cihadla ilgili kebâir, yeminlerle ilgili kebâir ve şahitlikle ilgili kebâir.[19]
Kalbin kebiresi
Üstad, daha sonra kalbin kebiresi üzerinde durmuştur. Kalbin düştüğü büyük günahlar sınıflaması bize göre yeni bir sınıflamadır. Bunlar; büyük şirk; küfür, küçük şirk; riya, batıl dava için gazap, haset, kin, kibir, nifak, tamah, hırs, dünyalık için yarışmak, insanların ayıplarıyla meşgul olmak, cahiliye taassubu, kazaya rıza göstermemek, haktan yüz çevirip hevaya uymak, hilekârlık, günahta ısrar, Allah Teâlâ’nın azabından emin olmak, rahmetinden umut kesmek, ilmi sırf dünyalık için tahsil edip paylaşmamak; gizlemek, öğrendikleriyle amel etmemek, lüzumsuz yere cedelleşmek, ahde vefa göstermemek, Salihlere kin duyup fasıklara muhabbet beslemek, velilere düşmanlık göstermek ce onlara eziyet etmek, büyük günahtan hoşnut olup kebire sahibine günahında yardımda bulunmaktır.[20]
Yukarıda saymış olduğumuz başlıklar altında çok önemli meselelere değinilmiştir. Birçok kaynakta bulamadığımız ama Üstad tarafından kebire olarak değerlendirilen bazı hususları burada zikredeceğiz. İnsanların birbirlerine galip gelmek amacıyla tartışmaları ve kendi indi görüşlerine Kur’an’dan deliller getirmeleri bu çalışmada büyük günah olarak verilmiştir.[21]
Namazın sebebinin vakit olması münasebetiyle özürsüz olarak namazları cem etmek kebire olarak beyan edilmiş[22] ve cemaate özürsüz katılmamak, kabirleri mescit edinmek, mezarlara taparcasına tazimde bulunmak, hanımların vücudu belli eden elbiseler giymeleri, Ramazan orucunun kazasını geciktirmek, akla ve bedene zararlı şeyleri yiyip içmek, fasit alış verişlerle kazanılan paradan faydalanmak, ortaklardan birinin diğerine ihaneti, mahremi olmayan kadınlarla halvette kalmak, evlendikten sonra hanımların nafaka ve mehirlerini vermemek, bir Müslümana üç günden fazla küs durmak ve karşılaşınca sırt dönmek de kebiredendir.
Şu hususlar ise velâyet hukukuyla ilgilidir ve yerine getirilmediği zaman ortaya büyük fesat ve günahlar ortaya çıkar. Bunlar; kendine güvenmemesine rağmen önemli görevlere talip olmak, fasıkları ve zalimleri Müslümanların üzerine görevli atamaktır. Ayrıca, devlet başkanının, komutanın ve hâkimin halkını aldatması; yönettiği insanlara zulüm yapması, halkın ihtiyaçlarını karşılamayıp onlardan uzak durması, gücü yettiği halde kişinin mazlumlara ve mağdurlara yardım etmemesi, zalimlere bile bile yardımda bulunması ve onlarla ortak hareket etmesi de büyük günahlardandır.[23]
Bu hususları özellikle seçmemizdeki amaç; Ehl-i Sünnet’in yanlış tanıtılmasındandır. Muhammed Emin Er Hoca’nın ifade ettiği üzere, sünnet ehli hiçbir zaman zalimlerin ve kâfirlerin velâyetine onay vermediği gibi fasıkları da asla yönetimde onamamıştır. Bu önemli çalışmada, Müslümanların yurdu işgal edildiğinde onları kurtarmak için cihadı terk etmek; marufu emri ve münkeri nehyi bırakmak da en büyük günahlardan sayılmıştır.[24] Bize, Allah Teâlâ’nın dininin ulaşmasına vesile olan sahabeden birine kötü ifadeler kullanmak da kebiredendir.
“Mecmuat’u-r resâili’d-diniyye fî ulum’i-l muhtelife” de imanın tanımı yapılırken tasdik ve ikrarın önemi belirtilmiş, azalarla amel etmenin önemine de atıflar yapılmıştır. Çok tartışılan taklidi imanla ilgili olarak; taklidin cazim (kesin, herkes dinden dönse bile kendisi dinde sabit kalacak kadar dirayetli (M. S.) olması durumunda, taklidi imanın sahih olduğu belirtilirken, araştırma imkânı olduğu hâlde taklidi tercih edip delillerine başvurmayanların günahkâr oluşu ifade edilir.[25]
Ehl-i Sünnet vurgusu
Akide konusunda Ehl-i Sünnet’ten olmaya sık sık vurgu yapan Muhammed Emin Er Hoca, onları Ehl-i Hak diye niteler. Ehl-i Sünnet’in görüşlerini İmam Ebû Hanife (ö:150/767) ve İki öğrencisi İmam Yusuf (ö:182/798), İmam Muhammed (ö:189/805) ve Tahavî’nin (ö:321/933) eserlerinden 43 madde olarak özetlemiştir. Bunların içerisinde çok dikkat çeken maddeler olarak şunları paylaşmak isteriz:
Miracın Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem uyanık iken vuku bulduğuna inanmak, ruhlar âlemindeyken Hazreti Âdem aleyhis selam’ın zürriyetinden ahd ve misak alındığını kabul etmek, iman ehlinden büyük günah işleyen kimselerin cehennemde ebedi kalmayacaklarını bilmek, imanla beraber günahın kişiye zarar vermeyeceğini kabul etmemek Ehl-i Sünnetin önemli kurallarındandır. Ayrıca, kişinin kendinden açıktan küfür, şirk ve nifak söz ve fiili sadır olmadıkça onların aleyhine şahitlik edilmez. Bu anlamda günahı helal ve meşru kabul etmedikçe ehli kıbleden kimseye kâfir denilemez.
Sahabe, tâbiin ve salihler güzel hasletlerle anılır. Sahabeye asla kin duyulmaz. Ezvac-ı tahirat ve sahabe her türlü nifaktan beridirler. Evliyanın kerameti haktır ama hiçbir veli asla peygamberlerden birine üstün tutulamaz. Tasavvuf ehlinin bilmesi ve amel etmesi gereken çok önemli bir kuraldır. Bunlar önemli ölçülerdir. Müslümanların her zamankinden bunlara bugün daha çok ihtiyaçları vardır. Bu maddeler içerisinde en dikkat çekenlerden birisi şudur: Bir kimse muhakeme için Allah Teâlâ’nın kitabına davet edilir fakat o şahıs Kitabullah’ın hükmünü reddedecek olursa kâfirlerden olur.[26]
Muhammed Emin Er Hoca, “Mecmuat’u-r resâili’d-diniyye fî ulum’i-l muhtelife” adlı eserinde sıkça tekrara girmiştir. Belki çalışmanın sohbet kitabı olmasından kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda iman konusuna hitabının ortalarında dönüş yapmış ve imanın tanımlarını vermiştir. Peygamberimizin, Allah Teâlâ’dan almış olduğu iman edilmesi zaruri olan şeyleri kalben tasdik edip bunların hak olduklarını dille ikrar etmek, imandır. Hariciler, Mutezile ve Cumhur-u muhaddisin azalarla amel etmeyi de imandan saymışlardır. Bundan dolayı bu sayılan ekoller, büyük günah işleyen kimseleri tekfir ederler.[27]
İmanın farklı tanımlarını verdikten sonra Üstad, Cibril hadisinden yola çıkarak, imanın altı esası üzerinde durur. Her esası açıkladıktan sonra, bu esasların kalpte meydana getirdiği faydalar üzerinde kısa açıklamalar yapar. Allah’a iman konusunda tevhidin, Allah Teâlâ’nın ulûhiyet ve rububiyette tek ve eşsiz olduğunu kabul etmek olduğuna vurgu yapar. Müteşabihat konusunda ise asıllarına iman edip mahiyetlerinden bahsetmemeyi tavsiye eder.[28] Zira insanın, teşbihi sıfatları aklıyla çözüme kavuşturması mümkün değildir.
Kamil iman
Yüce Allah hakkında 27 şeyin bilinmesini kaynaklara bağlı olarak tavsiye eder ve sıfatullahı ayetlerden deliller getirerek verir. Şayet bir insan kâmil bir imana sahip olacak olursa imanın semerelerinin kalbinde tecelli edeceğini söyler ve bu tecellileri şöyle sıralar:
- Kâmil imana sahip bir Müslümanın kalbinde muhabbetullah olur ve Yüce Allah’ı her zaman tazim eder.
- Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarının gereklerini her an yerine getirir.
- Her iki şartı ifa edince kul dünyada da ahirette de huzura ve mutluluğa erer.
Emin Er Hoca, tevhid konusunda farklı fırkaları ele alır ve vahyin ölçülerine göre değerlendirme yapar. Hristiyanlar, Mecusiler, Sabiiler, Müneccimun (yıldızlara ibadet edenler ve onların seyrinden hareketle gelecekten haber verenler) ve Tabiat güçlerine tapanlardır. Bu fırkaların fikirlerini Kur’an-ı Kerim’den deliller getirerek çürütmeye çalışır.[29]
Risalete imanı ele alırken Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in son ve evrensel peygamber oluşuna dikkat çeker. Çünkü Peygamber Efendimiz’den başka hiçbir peygamber evrensel değildir. Resulullah’ın bazı hissi mucizeleri olsa da en büyük ve kalıcı mucizesinin Kur’an-ı Kerim oluşuna vurgu yapar.[30]
Üstad, ahirete iman konusunu işlerken bugün modernistler tarafından reddedilen birçok şeye iman etmenin zorunlu oluşunu beyan eder. Bunlardan bazıları; kabir azabı, sorgu melekleri, ameller için terazinin kurulması, sıratın varlığı, Resulullah’ın şefaatinin hak oluşudur.[31] İmanın diğer esaslarını da aynı yöntemle izah ettikten sonra Üstad, kitabının iman ve İslâm bölümünü Ehl-i Sünnet’in akide konusundaki görüşlerini maddedeler hâlinde özetleyerek sona erdirir. Biz de bu maddeleri yararlı olacağını umarak birer cümleyle şöyle özetledik:
- Allah Teâlâ birdir; eşi ve benzeri yoktur.
- Akılla Allah Teâlâ’nın zatını kavramak mümkün değildir.
- Zatında ve sıfatlarında Allah Teâlâ’nın asla benzeri yoktur.
- O, asla yaratılmış varlıklara asla benzemez, ölümsüzdür ve tüm mevcudatı her an denetlemektedir ve asla uyumaz, uyuklama tutmaz.
- Yüce Allah, vasıtasız yaratır ve hiçbir zorluk duymadan yeniden diriltir.
- Mahlûkatı yaratmadan da ezeli sıfatlarla muttasıftı; bu sıfatlar ezeli ve ebedidir.
- Varlığında vasfen bir ziyadelik söz konusu olamaz.
- Mutlak halik ve Rab’dır.
- Allah her şeye kadirdir. Her şey ona muhtaçtır; her şey onun için kolaydır.
- Hiçbir şey O’nun benzeri değildir.
- Her şey O’nun mülküdür; dilediği olur, dilemediği olmaz.
- Allah Teâlâ, tüm varlıkları kendi ilmi ve kudretiyle yaratmıştır. Yarattığı varlıklar için bir ecel belirlemiştir.
- Her şey Allah Teâlâ’nın dilemesi ve kaderi çerçevesinde hareket eder. O’nun dilemesi, kullarının dilemesini ve özgürlüklerini yok etmez.
- Allah’ın sıfatları konusunda teşbihe gidilmez.
- Ru’yetullah haktır ve keyfiyetten münezzeh olarak vuku bulacaktır.
- Miraç haktır. Peygamber Efendimiz uyanıkken cesediyle beraber gerçekleşmiştir.
- Levhi mahfuza ve Kalem’e iman ederiz. Kıyamete kadar olacak her şey kayıt altına alınmıştır.
- Arş ve Kürsi haktır. Yüce Allah tüm bunlara ihtiyaç duymaktan münezzehtir.
- Allah Teâlâ’nın zatı hakkında konuşmaya dalmayız; diniyle ilgili cedelleşmez ve Kur’an üzerinde de yersiz münakaşa yapmayız.
- Peygamberimizin risaletini kabul ve itiraf ettikçe kıble ehlini asla tekfir etmeyiz.
- Bir günahı helal kabul etmedikçe de ehli kıbleyi kâfirlikle itham etmeyiz.
- İman ettikten sonra kişiye işlediği bir günah zarar vermez de demeyiz.
- Hakka tabi olanlar korku ile ümit arasında olurlar.
- Zarûrât-ı diniyeden birini inkâr etmeyen kimse İslâm dininden çıkmaz.
- Peygamber Efendimiz’den sahih rivayetle gelen dini hükümler ve açıklamalar haktır.
- Müslümanların tamamı Allah’ın velileridirler. Yüce Allah katında bunların en değerlileri, O’na en çok itaat edenler ve Kur’an’a tabi olanlardır.
- Büyük günah işleyen Müslümanlar ebedi olarak cehennemde kalmazlar. Allah Teâlâ, dilerse lütfuyla affeder; dilerse de adaletiyle azap eder.
- Gerek muttaki. Gerekse günahkâr osun ehli kıbleden olan her imamın arkasında namaz kılmayı caiz görürüz.
- Kendisine kısas veya had gereken kimsenin dışında Ümmeti Muhammed’den kimseye kılıç/silah çekmeyi kabul etmeyiz.
- İmamlarımızdan (yöneticilerimizden), işlerimizi üstlenen valilerimizden her hangi birisi günah işlediklerinde el birlik itaati terk etmeyiz, onların aleyhine olarak kimseyi kıyama çağırmayız. Bizlere dinimize aykırı olan şeyleri emretmedikçe yöneticilerimize itaati Allah’ın farzlarından bir farz olarak görürüz.
- Sünnete ve Cemaat’e tabi oluruz. İslâm cemaatine aykırı davranmaktan, ihtilafa düşmekten ve onlardan ayrı fırkalaşmaktan kaçınırız.
- Adalet ve emanet ehlini severiz; zulüm ve hıyanet ehline ise buğuz ederiz.
- Hac ve Cihad sürekli Müslümanların yöneticilerinin velayetinde yerine getirilirler.
- Yazıcı meleklerin ve ölüm meleğinin varlıklarına, kabir azabının olacağına, Münker ve Nekir’in mezarda soru soracaklarına iman ederiz.
- Ölümden sonra dirilmeye, amellerin karşılığının verileceğine, yapılanların insanlara tekrar arz edileceğine, ahirette hesap görüleceğine, amel defterlerinin okunacağına, uhrevi sevaba ve cezaya, sıratın varlığına ve ameller için terazinin konulacağına iman ederiz.
- Cennet ve cehennem yaratılmışlardır. Ebediyen yok olmayacaklardır. Her ikisi için de ehli yaratılmıştır. İnsanlar ona göre özgürce ameller işlerler.
- İstitaat/kulun gücünün yetmesi iki türlüdür. Birisi insanın fiiliyle beraber olanı ki bu Allah Teâlâ’nın tevfikiyledir. İkincisi ise fiilden önce olanıdır. Bunun için duyu organlarının salim olması da gerekir. İlahi hitaba ve dini tekliflere bu istitaat sebebiyle insan muhatap olur.
- Kullar fiillerini kendileri tercih eder ve yaparlar, Allah Teâlâ da kulun tercihini ve ihtiyarını yaratır. Yüce Allah kimseye gücünün yetmeyeceği şeyleri emretmez.
- Kâinattaki her şey Allah’ın dilemesi, ilmi, kaza ve kaderi dâhilinde cereyan eder.
- Dünyada yaşayan Müslümanların yaptıkları dualar, ölüler hesabına verdikleri sadakalar, (Müslüman) ölülere fayda sağlar.
- Allah Teâlâ, dualara karşılık verir, kullarının ihtiyaçlarını karşılar, kimse bir an bile Allah Teâlâ’dan müstağni olamaz.
- Allah Teâlâ razı da olur, gazap da eder. O’nun rızası ve gazabı insanlarınkine benzemez.
- Allah Resulü’nün sahabesini severiz fakat onlardan her hangi birini sevmekte aşırıya gitmeyiz; hiç birine kin duymayız, onlara buğz edenlere biz de kin duyarız.
- Hilafetin Peygamber Efendimiz’den sonra, önce Hazreti Ebubekir, sonra da Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali’ye geçtiğine inanırız.
- Hazreti Peygamber’in, sahabesinden on kişiyi cennetle müjdelediğine ve hakikatin de öyle olduğuna inanırız.
- Allah Resulü’nün sahabesinden olup da en güzel şekilde yâd edilenlerin, Peygamber Efendimiz’in tertemiz eşlerinin her türlü nifaktan uzak olduklarına şahitlik ederiz.
- Evliyadan hiç birisini asla peygamberlerden üstün tutmayız. İstikamet ehli velilerden sahih yollarla rivayet edilen kerametlere inanırız.
- Selef-i salihinden olan âlimleri ve onların yolunda giden sonraki ulemayı (tabiini) ancak ve ancak hayırla anarız.
- Kıyametin alametlerine iman ederiz; Deccal’in çıkması, İsa Peygamber’in semadan inmesi, güneşin batıdan doğması ve Dabbetülarz’ın çıkması vuku bulacaktır.
- Gelecekle ilgili bazı sırları ve olacak şeyleri haber verdiğini iddia eden kâhinleri asla doğrulamaz ve onlara inanmayız. Ayrıca geçmişte olanları bildiklerini söyleyen falcılara inanmadığımız gibi şeriata aykırı olan hiçbir şeyi de tasdik etmeyiz.
- İslâm cemaati ile beraber olmak hak ve doğru yoldur; onlardan ayrılmak tefrika ve sapkınlıktır.
- Allah katında mutlak doğru ve hak din bir tanedir,[32] ondan başka hiç bir dinin geçerliliği yoktur,[33] Yüce Allah kulları için onu seçmiş ve razı olmuştur.[34] İslâm, her türlü aşırılıktan münezzehtir.
Ana kaynaklardan aktarılan bu hususlar, Ehl-i Sünnet’in ana damarlarından bazılarıdır. İnsanların bu hassasiyeti bilip sonra da hayatlarında içselleştirerek aşırılıklardan uzak durmaları gerekir. Çünkü İslâm dinde aşırı giden milletleri; dinlerinin özüne ekleme yapan Yahudileri ve Hristiyanları yaptıkları yanlışlar nedeniyle uyarmıştır.[35] Aynı hatalara Müslümanların düşmemeleri gerekir.
Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com
1 Er, Muhammed Emin, Mecmuat’u-r resâilü’d-diniyye fî ulum’i-l muhtelife, İstanbul, 2010, s. 27.
2 Er, Muhammed Emin, a.g.e. s. 29.
3 Peygamber Efendimiz’in risaletine iman edilmeden Müslüman olunamayacağına dair birçok ayet de hadis de vardır. Ayet bağlamında; Bakara 2/285; Âl-i imran 3/164; Nisa 4/136, 150-151; Â’raf 7/157-158 vd. bakılabilir.
4 Er, Muhammed Emin, a.g.e. s. 99-100.
5 Er, Muhammed Emin, a.g.e. s. 29-31.
6 Nisa 4/136.
7 İbni Hemmam, Musannef, h. no: 15946, c. VIII, s. 422.
8 İbni Hanbel, Kitâbü’s-Sünne, s. 27.
9 Buharî, 24, Zekât, 2, c. II, s. 110.
10 Hicr 15/90-91.
11 Maturidi, Muhammed b. Muhammed, Te’vilât’ü ehl’i-s Sünne. C. III, s.501.
12 Maturidi, Te’vilât’ü ehl’i-s Sünne. C. III, s.493.
13 Serahsi, Usülu’s-Serahsi, c. I, s. 73.
14 Er, Muhammed Emin, a.g.e. s. 32.
15 Er, Muhammed Emin, a.g.e.s. 31.
16 Allah Teâlâ’nın ilminin sonsuzluğu konusunda detaylı bilgi öğrenek isteyenler Bakara suresinin 255, Enam suresinin 59, Kehf Suresinin 109 ve Lokman suresinin 27. Ayet tefsirlerine bakabilirler.
17 Bak: Er, Muhammed Emin, a.g.e.s.35-45.
18 Er, Muhammed Emin, a.g.e.s. 53-57.
19 Bak: Er, Muhammed Emin, a.g.e. s. 53-71.
20 Bak: Er, Muhammed Emin, a.g.e. s. 126-127.
21 Bak: Er, Muhammed Emin, a.g.e. s. 57.
22 Bak: Er, Muhammed Emin, a.g.e. s. 58.
23 Bak: Er, Muhammed Emin, a.g.e. s. 65-66.
24 Bak: Er, Muhammed Emin, a.g.e. s. 68.
25 Bak: Er, Muhammed Emin, a.g.e. s. 104.
26 Bak: Er, Muhammed Emin, a.g.e. s. 104-108.
27 Bak: Er, Muhammed Emin, a.g.e. s. 256-257.
28 Bak: Er, Muhammed Emin, a.g.e. s. 259.
29 Bak: Er, Muhammed Emin, a.g.e. s. 262-264.
30 Bak: Er, Muhammed Emin, a.g.e. s. 267.
31 Bak: Er, Muhammed Emin, a.g.e. s. 269.
32 Bak: Âl-i imran 3/19
33 Bak: Âl-i imran 3/85
34 Bak: Maide 5/3
35 Bak: Nisa 4/172; Maide 5/77
GAZİANTEP ÇEVRESİ İRFANDUNYAMİZ
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.
M. Emin Er hocamızdan da, sizden de Allah razı olsun.