Onun hikayesi biraz farklı…

Takvimler 2023 yılının ilk aylarını gösteriyor. Geleceğin İslam beldesi Fransa’dayım şu anda… Lyon Monsolomin Mevlana Camii’ne kısa dönem din görevlisi olarak görevlendirildim. Daha önce Avrupa deneyimim olduğu için kolay alışacağımı düşünüyorum. Yavaş yavaş cami cemaatimizle de tanışmaya başladık elhamdülillah. Bakalım burada kimlerle nasıl dostluklar kuracağız…

Her zamanki gibi samimi gurbetçi kardeşlerimiz bizi burada da çok sıcak karşıladılar. Camimiz de hamdolsun çok güzel. Bu yazımda sizlere cami cemaatimizden bir kardeşimizden bahsedeceğim. İlk günlerimde onun huşu içinde namaz kılışı ve namazdan sonra oturup Kur’an okuyuşu dikkatimi çekmişti. Tipinden bizim Türklerden olmadığı anlaşılıyordu. Fransızcam olmadığı için cemaatten birisine; “Bu kardeşimiz kim” diye sordum. Yusuf ismini almış mühtedi bir kardeşimiz olduğunu söyledi.

Papaz olmak istiyormuş

Sonra beraber bu onun yanına gidip tanışıp sohbet ettik. Tabi diğer kardeşimiz de aramızdaki konuşmaları tercüme etti. Yusuf kardeşimiz Polonyalı Hristiyan bir aileye mensupmuş. Dedesi Polonya’dan anlaşmalı işçi olarak Fransa’ya gelmiş ve ailesiyle buraya yerleşmiş. Tabi en çok onun İslam dini ile nasıl tanıştığını merak ediyordum ki hemen ilk fırsatta bunu sordum.

Anlattığına göre kendisi okumaya ve araştırmaya çok merakı olan, çocukken de idealinde papaz olma hayali taşıyan bir kişiymiş. Liseye kadar okumuş, meslek lisesinden terk olarak hayata atılmış. Elektrikçi olmaya yönelmiş ama Polonya asıllı yabancı olduğu için ona ağır işler vererek önünü kesmişler. O yıllarda buralarda ırkçılık çok yaygınmış.

Burası kömür madenlerinin çok oluğu bir yer olduğu için babası da burada yaşayan birçok insan gibi maden ocağında çalışıyormuş. Babası emekli olduktan sonra iki kız kardeşiyle beraber Marsilya’ya yerleşmişler. Marsilya’daki arkadaşlarının çoğu Arap olduğu için onlarla sık sık muhabbetler edip ara sıra da dini konulara giriyorlarmış.

Tartışa tartışa

Bir akşam bayağı derin bir sohbete dalmışlar. Konu Kur’an-ı Kerim’den açılmış. Yusuf kardeşimiz İncil’i çok iyi bildiği için duyduklarını İncil’le karşılaştırmaya çalışıyormuş. Diğer arkadaşları Kur’an-ı Kerim’den örnekler verirken o da “İncil’de bu konuda şöyle bir şey var” diyerek o da İncil’den örnek veriyormuş.

Yine bir akşam üzeri arkadaşları ile sohbet ederken muhabbet Hazreti İsa aleyhis selam üzerine gelişmiş. Müslüman olan arkadaşları; “Biz Hazreti İsa’ya peygamber olarak iman ediyoruz” demişler. Yusuf’u bu söz tatmin etmemiş; “Hayır o Allah’ın oğludur” diye itiraz etmiş. Çünkü inancı böyle söylemesini gerektiriyormuş.

Bundan sonrasını kendisi şöyle anlatıyor: “Onlar böyle bir şeyin olamayacağını söylemelerine rağmen ben hala inat ve ısrarla ‘Hayır oğludur’ diyerek bu sözü tekrar edip durdum. Arkadaşlarım o zaman fazla üstüme düşmediler. Orada bana fazla yüklenmemeleri beni çok etkiledi. Eğer kaba davranmış olsalardı belki ters tepki yapabilirdi. Bende öyle olmadı, o günden sonra dini konulara merakım daha da çok arttı.

Daha önce İncil’i didik didik incelediğim gibi Kur’an-ı Kerim’i de öyle incelemeye başladım. Bu arada istavrozumu ve duamı her zaman mutlaka yapıyordum. Yani kendime göre inançlı bir insandım. O zamanlar; ‘Tanrım, ben senin kadar doğruyu gerçeği bilemem, gerçeği doğruyu bilen tek sensin. Sen beni doğru yola yönelt’ diye dua ediyordum.”

Ramazan geliyor

Bu arada hayatın bazı şartlarından dolayı Marsilya’dan dönmek zorunda kalan Yusuf buraya 15 kilometre uzaklıktaki Krizu’ya yerleşmiş. Orada bir balıkçının yanında işçi olarak çalışmaya başlamış. Çalıştığı iş yeri sahibi Müslüman olduğu için Ramazan ayının ve orucun ne olduğunu ondan öğrenmiş. İncil’den Hazreti İsa’nın oruç tuttuğunu zaten kendisi önceden biliyormuş. Bu sefer Ramazan-ı Şerif’i araştırmaya başlamış. Ramazan iklimi onu çok etkilemiş.

Çevresindeki insanların Müslüman olması onu daha da fazla İslam’ı araştırmaya yönlendirmiş. Fakat o günler hakkında kendisi şöyle diyor: “Çevremdeki Müslümanlardan fazla bir dini bilgi alamıyor, onlardan fazla bir şeyler öğrenemiyordum. Sorduğum sorulara doyurucu cevap alamıyordum. Bu da beni hep okumaya yönlendiriyordu.”

Bir ara kendi kendine; “Ama önce kendi dinimi en ince detaylarına kadar öğrenmem gerekir” diye düşünerek dört İncil’i de baştan sona okumuş. İncillerdeki tezatları fark etmeye başlamış. Her birisinin birbirini tutmadığını görmüş. Büyük bir çelişkiye düştüğünü fark etmiş. Sehpanın dört ayağı yere basmazsa sehpadan istifade edemeyiz diye düşünmüş.

Sonra kendi kendine; “Biz mükemmel bir yaratığız ama bu kitaplarda öğrendiğimiz Tanrı neden mükemmel yansıtılmıyor bize” diye bir soru sormuş kendi kendine. Artık hep araştırıp, okuyor, okudukça da daha çok zorlanıyormuş. Neredeyse beyni durma seviyesine gelmiş.

Papazla tartışmış

Bazı nedenlerden dolayı da burayı da terk ederek Paris’e yerleşmek zorunda kalmış. Yerleştiği yerde büyük bir cami ve büyük de bir kütüphanesinin olduğunu görmüş. “İşte bu benim için büyük bir fırsat” diye düşünerek her gün o caminin kütüphanesine gidip orada İslami eserler okumaya başlamış. Araştırmış, etkilenmiş ama dininden de dönmemek için kendini zorluyormuş.

O günleri şöyle anlatıyor: “Oradaki araştırmalarımdan gerçek peygamberin kim olduğunu anlamaya başladım. İncillerde bulamadığım gerçekleri Kur’an-ı Kerim’de bulmuştum. Benim esas araştırdığım konu Kur’an-ı Kerim’de karşıma çıktı. Kur’an’da bildirildiğine göre İncil’de Hazreti İsa aleyhis selam’dan sonra nübüvvetin devam edeceği yazıyormuş.

Bir gün buradaki büyük bir kilisenin papazı ile bu konuyu konuşmaya gittim. Papazı sıkıştırdım; ‘O son peygamber Müslümanların peygamberi değil mi?’ diye sordum. ‘Evet biz de inanıyoruz o son peygamberdir’ deyince; ‘Öyleyse neden insanlara bunu anlatmıyorsunuz’ diye çıkıştım. Papaz; ‘Hazreti İsa’yı Allah’ın oğlu olarak kabul etmediği için söylemiyoruz’ dedi. Ben de papaza; ‘O zaman siz İslam peygamberini kabul ettiğinizi ama bu yanlışından dolayı tasvip etmediğinizi söyleyin’ deyince Papaz; ‘Vaktim yok, gitmek zorundayım’ diyerek orayı terk etti.

Paris’te olduğum dönemlerde orada Arap Müslüman arkadaşlarım vardı. Ben onlara ‘Müslüman olacağım’ deyince bana; ‘Sen daha gençsin, 23 yaşındasın, hayatını yaşa, gençliğin tadını çıkart, ondan sonra Müslüman olursun’ diyerek benim müslüman olmam hususunda neredeyse önüme set çektiler. Allah hepsini affetsin.

Elhamdülillah ben o yıllarda İslam’la tanıştım, Kur’an’la tanıştım, Rabbimin huzurunda huzur bulanlardan oldum artık. Rabbim herkese hidayet üzere yaşamayı nasip eylesin. Huzurun, saadetin İslam’da olduğunu bütün benliğimle yaşayarak gördüm ve yaşamaya da devam ediyorum.”

Evet Yusuf kardeşimizin anlattıkları bu kadar. Fransa’da böyle güzel bir kardeşimizle tanışmak nasip oldu hamdolsun. Zaman zaman Yusuf kardeşimizle Kur’an-ı Kerim çalışıyoruz. Rabbim cümlemizin gönüllerini İslam’a açsın ve hidayet üzere sabit eylesin. Amin..

Osman Gülşen/ İrfanDunyamiz.com

Yayın Yönetmeni Notu: Bugün insanlık olarak egoizmin, bencilliğin, çıkarcılığın, menfaatçiliğin ve bizi insanlıktan uzaklaştıran her türlü kötü duyguların girdabından kendimizi kurtarmak istiyorsak, bir boyacı sandığı ile ailesini geçindiren İsmail Amca, koyunlarını sağıp sütünü hediye eden Kerime Yenge, kurtlar kuşlar yesin diye ağaçlara aşı yapan Kadir Dede, misafir ağırlamayı seven Ahmet Amca, sözünde duran Marangoz Kara Mehmet, mesleğinin hakkını veren hademe Yaşar Abi, topraktan küp yapıp köylülere dağıtan Nacı Teyze, teravih kılarken vefat eden Fatma Anne ve gelinlere nasihat eden Döndü Aba gibi şahsiyetlerin güzel, samimi ve sade hayatlarını okumalı ve onlardan ilham almalıyız. Bizi yeniden diriltecek olan ruh bu ruhtur. İşte bu duygularla  İrfanDunyamiz. com olarak güzel ve sade hayatları sizlerle buluşturma gayretindeyiz. Sizler de bu güzel içerikleri sevdiklerinizle paylaşabilir, iyiliklerin, faziletlerin, erdemlerin yayılmasına katkı sunabilirsiniz.

Sade Hayatlar ↗

Bize kaybettiklerimizi hatırlatan, ilham veren sade hayatlar tanımak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.