Sünnet münkirleri ve asıl hedefleri

Hadis ve Sünnet’i reddedenler, hayatın ayrıntılarıyla ilgili dini hükümlerin kısm-ı azamının kaynaklarının Sünnet’te olması münasebetiyle, Sünnet’i devre dışı bırakarak hayatta boşluk oluşturmak istemektedirler. Bu istemin arka plânında moderniteye; hayatın Allahsız yorumu olan batı medeniyetine iktidar yolu açmak düşüncesi vardır. Bu sebeple de Sünnet’i itibarsız kılma ve hadis inkârcılığı daha çok sömürge ülkelerinde yaşayan Müslüman toplumlarda ortaya çıkmıştır.

Büyük âlim Mevdudi, Hint ve Pakistan topraklarında bunlara karşı, özellikle hadis düşmanlıklarıyla müsellem Kadıyani’lere büyük mücadeleler vermiştir. Halkı Müslüman toplumlardaki hadis inkârcılarının çoğu, batı medeniyetinin üstünlüğünü kabul etmiş, kendileri de hayatın sorunlarına dinden çözüm üretecek donanımda olmayan; üretkenlikte ve fikirde “kabız” kimselerdir. Dini ilimler alanında yazılan kaynakları okuyacak dil bilgisinden yoksundurlar. 

Kur’an ve Sünnet mutlak bağlayıcıdır. Ahzab Suresi 36. ayet ve benzeri ayetler Kur’an ve Sünnet’in teşride delil olmasını ispatlamak için gösterilmektedirler. Kur’an, Allah Teâlâ’nın kelamı, Sünnet ise bu kelamın tebliğ biçimi, açıklaması ve uygulamasıdır. Yüce Allah’ın hüküm koymadığı yerlerde O’nun denetiminde yerine göre hüküm koymasıdır. Risalet döneminde Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, hüküm koyarken her hangi bir içtihadi yanılgı yaptıysa Allah celle celalühu anında müdahale ederek peygamberini düzeltmiştir. Zira masum olan şeriatte asla hata olamaz.

İman ediyoruz ki şeriatımız masumdur; hatasızdır. Buradan çıkan sonuca göre, Peygamber Efendimiz sürekli ilahi denetim altında olmuştur. Bunun anlamı; Resulullah, Rabbimizin kontrolünde olduğundan dolayı ondan bizlere intikal eden sahih Sünnet Müslümanlar için kesin bağlayıcıdır. Müslümanlar için dememizin nedeni; kâfirler risalete iman etmedikleri için peygamberliğin de, Hadis ve Sünnet’in de onlar için bir anlamı yoktur. Şu ayet, Kur’an ve Sünnet’in bağlayıcılığını en net ifade eden ayetlerden birisidir:

“Allah ve (dolayısıyla, O’nun emirlerini sizlere ulaştıran) Elçisi herhangi bir konuda (kesin ve bağlayıcı) bir hüküm vermişse, artık inanan bir erkek ve kadının, kendi görüşüne dayanarak aksi yönde bir tercihte bulunması kesinlikle söz konusu olamaz! (Şunu iyi bilin ki) her kim (kendisinde böyle bir hak görerek) Allah’a ve Elçisine başkaldıracak olursa, muhakkak apaçık bir sapıklığa düşmüş demektir!”1

Ayetteki “gada” fiili hükmetmek, karar vermek, emir vermek anlamlarına gelir. Nüzul sebebi olarak da Zeynep binti Cahş’ın evliliğini konu edinir. Ayette buyrulur Resulullah, Hazreti Zeynep’ten çeşitli hikmetlere binaen Zeyd bin Harise ile evlenmesini istemiştir. Mekke Eşrafından Cahş’ın kızı olan Zeynep, bu evliliğe sıcak bakmamıştır. Bunun üzerine Allah Teâlâ, “Müslüman olduktan sonra vahiy karşısında seçme hakkının olmadığını” Zeynep’e hatırlatmıştır.2

Ayetin nüzul sebebi hususi bir sorunu çözmeye matuf olsa da hüküm umumidir. Buna göre Allah ve Resulü bir şeye hükmettiği zaman Müslümanların mutlak itaat etmeleri şarttır. Bu ayet zihnimizi vahye kotlayan ve hevanın ilahlaşmasına engel olan ayetlerin en vurgulularından sadece birisidir. Bu ayetle Müslümanlar politeist ve deist hayat tarzlarından; şirkten korunurlar. Özünde hayatın Kur’an ve Sünnet’e göre anlamlandırılması vardır. Ahzab suresinin 36. ayetinin kardeşleri ise Nisa suresinin 59, 65 ve 105. Ayetleridir. Numaralarını verdiğimiz ayetler grubu Allah’ın mutlak iradesi ve rızası gereğince sünnetin de bağlayıcı oluşuna atıflar yapar.

Tebyin görevi

Peygamber Efendimiz sadece tebliğle görevli değildir. Onun görevleri arasında tebliğle beraber, kapalı hükümleri açıklamak/tebyin; müşkilleri, garip lafızları, mübhemâtı tefsir, verilen emirleri uygulamak/temsil ve hüküm olmayan konularda hüküm koymak/teşri de vardır. Yukardaki açıklamaya çalıştığımız ayetle beraber şu ayet de Resulullah’ın hüküm koymada da yetkili olduğuna delil kabul edilmiştir: “Onlar ki ellerindeki Tevrat’ta ve İncil’de (ismini ve özelliklerini) yazılı buldukları okuma yazma dahi bilmeyen (bir kişi iken, insanlığı kurtuluşa iletecek bütün hidâyet bilgilerini içinde barındıran Kur’an gibi muhteşem bir mûcizeyi insanlığa duyuran Ahmed adındaki) Elçinin izinden gidecekler. O Peygamber, onlara iyiliği, güzelliği emredecek; kötü ve çirkin olan her şeyi de onlara yasaklayacak. Güzel ve temiz olan her şeyi onlara helâl kılarken, pis ve zararlı şeyleri onlara haram kılacak…”3

Resulullah’ın hüküm koyması, dini ilimlerin metodolojisini/ usulünü bilmeyen ama yine de iyi niyetli olduğunu zannettiğimiz bazı kimseler tarafından yanlış anlaşılmaktadır. Bu kişiler hüküm konusunda Allah’ı tenzih edeceğiz derken, Peygamberi tamamen “postacı” konumuna indirgeyerek onu işlevsiz hâle getirmektedirler. Hatta peygambere bu zulmü reva görenler Kitabın beyanı konusunda pervasızca konuşarak; hadisler (!) irat ederek kendilerini sahte peygamber yerine koyduklarını unutmaktadırlar.

Allah Teâlâ, Peygamberine bu yetkiyi vermişken, ayetlerin bağlamlarından ve ilmilikten uzak yorumlarla yıllarca lafebeliği ve polemik yapılmıştır. Kadim dönemlerde bu konu hararetli tartışmalara konu olmadığı gibi, İslâm uleması da içtihad yaparken Sünnet’i her zaman ikinci sıraya almıştır. Sünnet’i dışta bırakarak Kur’an’dan sonra hemen kendi görüşlerini arz etmemişlerdir.

Kur’an-ı Kerim’i tenzih konusunda ise kadim dönem İslâm uleması günümüzün ideolojik ve önyargılı Müslümanlarından (!) daha titiz davranmışlardır. Ayrıca bilinmeli ki herkesin tenzih anlayışı tevhidi bilinci/marifetullahı oranındadır. İslâm’ı, hayatın tüm boyutlarında tek ve tartışılmaz hayat tarzı olarak kabul etmeyenlerin tevhid anlayışları da, tenzih anlayışları da tartışmaya açıktır.

Şahsen biz, ideolojileri tercih eden ve bu merkezde bir dünya görüşü edinenlerin Allah Teâlâ’yı gereği gibi tenzih etmediklerine inanıyoruz. Bu bilinci elde edememiş yöntemsiz kişilerin mesnetsiz sözlerinin ilmi bir değeri yoktur. Zararları kendilerinedir fakat İslâmî ilimlerde derinleşmeyen bazı yetersiz insanların sapmalarına neden oldukları için Sünnet’in bağlayıcılığı konusunu açmak istiyoruz.

Önemli hususlar

Metodik anlamda meseleyi iyi anlamak için önce Peygamberimizin hüküm koymasında şu hususların iyi bilinmesi gerekir:

a- Peygamber sallellahu aleyhi ve sellem hüküm korken Allah Teâlâ’nın izniyle hareket etmiştir. O’nun izni olmadan kendi başına Allah’a rağmen hüküm koyamaz ve koymamıştır. Bununla ilgili tek örnek bile göstermek mümkün değildir. Peygamber sallellahu aleyhi ve sellem her an ilâhi denetim altında yaşamıştır.

b- Resulullah sallellahü aleyhi ve sellem’in koyduğu hükümler Kur’an’a aykırı olamaz. Zaten böyle bir örnek de mevcut değildir. Daha açık ifadeyle sünnet, Kur’an’ın tefsiri ve yaşanmış şeklidir. Sahih Sünnetle Kur’an asla çatışmaz.

c- Konulan bir hüküm Allah’ın haram kıldığı bir şeyi helal yapamaz; helal kıldığını da haram yapamaz.

d- Konulan hüküm sayesinde hayatta boşluk kalmaz ve hayatın anlamlandırılmasında Peygamber sallellahu aleyhi ve sellem vasıtasıyla din devreye girmiş olur. Şayet vahyin sustuğu konularda hadis ve sünnet olmasaydı hayat boşluk kabul etmediği için, boşluklar ideolojiler ve beşeri düşüncelerle doldurulurdu. Bunun sonunda hayata politeizm hâkim olur ve din hayatın dışına atılırdı.

e- Peygamber sallellahu aleyhi ve sellem’in koymuş olduğu hüküm mutlaka Allah Teâlâ’nın denetiminden geçer. Rabbimiz böyle bir hükmü istemezse reddeder. Resulullah’ın yanılgısını düzeltir. Bunun onlarca örnekleri vardır. Ortaya çıkan Nebevi hüküm ilahi denetimden geçtiğine göre aslında tartışılacak bir şey de kalmamaktadır.

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in koyduğu hükümlerin bir kısmı onun içtihatlarıdır. Eğer içtihat kapısı çeşitli gerekçelerle tamamen devre dışı bırakılırsa din çözüm üretemez. Az önce açıkladığımız gibi hayatın boşlukları bu durumda ideolojilerle doldurulmaya başlar ki o zamanda şirk ortaya çıkmış olur. Ayrıca bilinmeli ki hayatın sorunlarına çözüm üretmeyen dinler, insanlarını ruhbanlaştırırlar ve inandırıcı da olamazlar. İslâm bütün bunlardan müstağnidir. Nazil olmaya başladığı andan itibaren Kur’an, hayatın problemlerinin yegane çözümüdür.

İslâm, sorunların çözümü olduğu için kısa sürede dünyanın her tarafında kabul görmüştür. Bu durum İslâm’ın çabuk yayılmasındaki hikmetlerden sadece birisidir. İslâm tarihinde içtihadi ehliyete sahip kimseleri yetiştirmek amacıyla önemli ilmi çalışmalar yapılmış ve kurumlar oluşturulmuştur. Siyasette zayıflama dönemleriyle beraber ehliyetli ulema yetiştirmek yerine, içtihadın kurumsal anlamda dondurulmasıyla ideolojiler Müslümanların hayatlarını işgal etmeye başlamış ve sorunları çözmede din, hayatın dışına atılmıştır. Daha açık söylemle, dine bıraktırılan boşluklar yapay dinler/ideolojiler tarafından doldurtulmaya çalışılmıştır.

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in koymuş olduğu hükümlere razı olmakla ona itaat etmek arasında bir ilgi vardır. Bu manaya göre Kur’an-ı Kerim, “Peygamberimize itaati emretmiştir.”4 Resulullah da, dinî bir hüküm koyduğunda insanların almalarını istemiş5 ve elçi olması münasebetiyle, elçiye isyanın onu gönderene isyan olduğunu şu hadisiyle vurgulamıştır: “Kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş, kim de bana isyan ederse Allah’a isyan etmiş olur.”6 Bu rivayetteki ana tema, Peygamber Efendimiz’in Allah Teâlâ’nın elçisi olduğuna vurgudur. Dolayısıyla elçiyi reddetmek onu göndereni de reddetmektir.

Tam da bu çerçevede, sünnetten dayanağı olmayan işlerin geçerli olmadığını ifade eden Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem konuyla ilgili şu uyarıyı yapmıştır: “Sizden biriniz koltuğuna kurulmuş bir vaziyetteyken kendilerine bir sözüm ulaştığında veya bir emrim ya da yasağım geldiğinde “Biz, Allah’ın Kitabında bulduğumuzdan başkasını almayız; o neyi helal kıldıysa alırız, neyi haram kıldıysa almayız.” Dediklerini duymayayım. Dikkat edin! Allah’ın Resulünün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.”7

Bu rivayet üzerinde iyi düşünülecek olursa, Sünnet’in hayatın ibadet, ahlak, iktisat, hukuk, siyaset, uluslararası ilişkiler, eğitim ve öğretim alanlarındaki olmazsa olmazlığı daha iyi fark edilmiş olur. Bu sahih rivayetler karşısında kişinin laf üretip din konusunda Peygamberden daha endişeli olduğunu iddia etmesinin savunulur bir tarafı yoktur. Yukarda temas ettiğimiz üzere Peygamber Efendimiz hüküm vaz ederken de Allah Teâlâ’nın iradesi ve murakabesi altında bu işi yapmıştır. Bu davranışıyla O, dinin hayatın problemlerine kayıtsız olmadığını insanlara öğretmiştir.

Sünnet’in bağlayıcılığı üzerinde biraz daha yoğun durmamızın nedeni, bazı kimselerin güya Kur’an-ı Kerim’i delil kabul edip Sünnet’i cahilane bir üslupla delil kabul etmemelerinden kaynaklanmaktadır. Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in, Kur’an-ı Kerim’i açıklayıcı konumunu kabul etmeyip “Bize ayetler yeter” diyerek sünnetin fonksiyonunu reddetmek, hayatın ayrıntılarını rasyonaliteye, insan hevasına ve ideolojik ayet okumalarına bırakmak, içinde gizli bir yalancı peygamberlik iddiası bulunan sapkınlık değil midir? Hadis ve sünneti reddederek işlevsiz bir peygamberlik anlayışına sahip olanların gerçekleştirmek istediği esas amaçlar şunlardır:

a-Hadis ve Sünnet’i reddedenler, Resulullah’ın temel görevlerinden tebyin yetkisini O’nun elinden almaya çalışarak kendilerini işlevsel anlamda sahte peygamber yerine koymaktadırlar. Allah Teâlâ, Resulüne vahyi tebyin/açıklama yetkisi vermiştir. Şu ayet bu konuya açıkça işaret etmektedir: “(Allah, her devirde insanlar arasından elçiler seçmiş ve onları Allah’ın yaratmada ve emretmede birliğine delalet eden) apaçık delillerle ve (hikmet dolu) kitaplarla (insanlığı aydınlatmak üzere göndermiştir.) İşte (ey Muhammed) sana da (hikmet, uyarı ve öğütlerle dolu) bu Zikri gönderdik ki, kendilerine indirilen (bu son ilâhî) vahyi, (onun pratik hayata uygulanmasının bireysel ve toplumsal bir modelini de ortaya koyarak tüm) insanlığa açıkça bildiresin ve böylece onlar, (Allah’ın ayetlerini) düşünüp ibret alabilsinler.”8

Ayet çok açık biçimde Peygamberimize beyan yetkisinin verildiğini bildirmesine rağmen, Kur’an’ın beyanı olan Hadis/ Sünneti kabul etmemek nasıl bir Kur’an anlayışının ürünüdür? Resulullah’a tanınmayan beyan hakkı herhangi bir kimseye tanındığı zaman kişiler hangi makama yüceltilmektedirler?

Peygamberimizin tefsirini ana kaynaklardan incelediğimizde görürüz ki onun beyan hakkını; kelime tefsiri, kavram tefsiri, deyim tefsiri, vücuh ifadeleri tefsiri, nazair tefsiri, sahabe tefsirine takrirleri, ayetlerle istişhat etme, ayetlere bağlamında anlam verme, mücmeli izah, müşkil lafızları açıklığa kavuşturma, müphem ayetleri beyan, yol gösterme ve irşat şekillerinde olduğunu görürüz.9 Bu başlıkların altında onlarca örnek vardır. Örneklerin geliş biçimleri hadisler kanalıyla olduğu için bunları kabul etmeyenler Peygamberimizin tebyininden de mahrum olurlar. Bu mahrumiyet cehaleti doğurur.

b-Hadis ve Sünnet’i reddedenler, hayatın ayrıntılarıyla ilgili dini hükümlerin kısm-ı azamının kaynaklarının Sünnet’te olması münasebetiyle, Sünnet’i devre dışı bırakarak hayatta boşluk oluşturmak istemektedirler. Bu istemin arka plânında moderniteye; hayatın Allahsız yorumu olan batı medeniyetine iktidar yolu açmak düşüncesi vardır. Bu sebeple de Sünnet’i itibarsız kılma ve hadis inkârcılığı daha çok sömürge ülkelerinde yaşayan Müslüman toplumlarda ortaya çıkmıştır.

Büyük Âlim Mevdudi, Hint ve Pakistan topraklarında bunlara karşı, özellikle hadis düşmanlıklarıyla müsellem Kadıyani’lere büyük mücadeleler vermiştir. Halkı Müslüman toplumlardaki hadis inkârcılarının çoğu, batı medeniyetinin üstünlüğünü kabul etmiş, kendileri de hayatın sorunlarına dinden çözüm üretecek donanımda olmayan; üretkenlikte ve fikirde “kabız” kimselerdir. Dini ilimler alanında yazılan kaynakları okuyacak dil bilgisinden yoksundurlar.

Burada şu hususu vurgulamakta yarar görüyoruz; Hadis ve Sünnet’i reddedenler kendi sözlerini iletişim vasıtalarıyla bir şekilde paylaşarak “kendi hadislerini” peygambere karşı devreye sokmaktadırlar. Ayrıca bu zevat nedense Müslümanların kafalarını karıştırıp dinden soğutmaya çalışırken, İslâm ülkelerindeki siyasi, iktisadi, hukuki, ahlaki ve dini şirk hakkında bir kelam etmedikleri gibi batılılaşmayla hesaplaşacak siyasi ve iktisadi bir proje de hazırlayamamaktadırlar.

c-Hadis ve Sünnet’i reddedenler, Müslümanların derece farklarını belirlemenin en önemli ölçüsü olan sünneti kabul etmeyerek, batılılaşmayı din hâline getiren insanların da Müslümanlığına hükmederek dünya sisteminin meşruluğuna yol aramaktadırlar. Bir insanın iyi bir Müslüman olup olmamasını tespitte, sünnet en önemli ölçüdür. Çünkü Sünnet, Kur’an’a göre yaşanmış bir hayattır.

Sünnet, Kur’an’ın yaşanmış şeklidir. Kur’an’ı yaşama iddiasında olanların ölçülebilirliği ancak Sünnetle mümkündür. “Allah’ı sevmenin bedeli nasıl ki Peygamber Efendimize ittiba” ile ispat ediliyorsa, Kur’an’a uymanın bedeli de sünnete ittiba ile ispat edilebilir. Kimin iyi, kimin kötü Müslüman olduğunun biricik ölçüsü Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’tir. Sünnet’i reddedenler bu kriteri yok ederek insanları boşlukta bırakmak istemektedirler. Bu eylemleriyle, batı merkezli düşünce sistemlerini ve değerlerini insan olmanın ölçüsü yapmak isteyen ihanet şebekelerine de taşeronluk yapmaktadırlar. Ya da güncel deyimiyle “değer merkezli parelel bir dinin” zuhuruna yardımcı olmaktadırlar.

d- Hadis ve Sünnet’i reddedenler, Resulullah’ı ve tevhid mücadelesini tarihselleştirerek Müslümanların batılılaşmaya karşı alternatif bir medeniyet kurmalarını engellemek istemektedirler. Alternatif bir medeniyet oluşturmanın ayrıntıları hadis ve sünnetin içerisindedir. Hayatın genişlik alanı ve insanca kurgulanması bağlamında hadislerde birçok özel ve genel hüküm mevcuttur. Sünnet dışlandığı zaman, boşluk kabul etmeyen hayat bunu farklı dünya görüşleri ve medeniyet anlayışlarıyla dolduracaktır.

e-Hadis ve Sünnet’i reddedenler, yeni meseleler karşısında çözüm üretmenin en önemli iki kaynağından biri olan sünneti dışta bırakarak İslâm’ı ütopik bir din olarak algılatmayı amaçlamaktadırlar. Malum olduğu üzere, hayatın sorunları sayılamayacak kadar çoktur. Bu çok sorunu çözerken ayette çözüm bulunamadığında hadislere başvurulur ki bu bir kuraldır.

Hadis külliyatımız Peygamber Efendimizin hayatın sorunlarına nebevi bakışı ve çözümü muhtevi rivayetlerle doludur. Onları hesaba katmayanlar, olayların çözüme bağlanmasında ortaya çıkan boşluğu ya dolduramayacaklar ki bunun sonunda din ütopikleşir. Veya çözümü rasyoneliteye havale edecekler ki sonuçta risalet kurumunun yerini insan hevası alacaktır.

Genelde insan hevasına yol açarak örtük bir peygamberlik görevi insana yüklenmek istenmektedir. Bir defa bu durum revaç buldu mu haddini bilmeyen bu güruhun yıkım alanına ayetler girecektir. Bu süreçte tartışılan ve reddedilen ayetler olacaktır. Sonuçta işlevsiz bir ilah, tarihsel bir kitap, itibarsız ve fonksiyonsuz bir peygamber anlayışı egemenlik alanı bulacaktır. Modernitenin bilerek ve plânlı şekilde Müslüman toplumlara empoze ettiği din anlayışı budur. Bazıları bunu anlamak istemese de durum bundan ibarettir.

f- Hadis ve Sünnet’i reddedenler, Müslümanların dünya çapındaki ortak davranışlarını ve ahlaki eylemlerini yok etmek istemektedirler. İslâm ümmeti Peygamberimizin sünneti sayesinde ortak hareketler yaparlar. Aramızdaki vahdet ahlakının sağlanmasında Sünnet’in ve hadislerin ayrı bir yeri vardır. Yapılan bu ortak davranışlarla Müslümanlar arasında vahdet oluşur. Sünnet sayesinde; abdest, namaz, oruç, zekât, cihad, marufu emir, münkeri yasaklama, zulmü engelleme, selamlaşma, tesettür, haramlara karşı duyarlılık, müskiratın türlerinden kaçış, hayâ duygusu, ebeveyne saygı, helal kazanç yolları, yemeğe besmele ile başlamak vb. Müslümanlar arasında ortak davranışlar oluşur. Bunu en bariz şekilde hacda görebiliriz. Dünyanın her tarafından gelen Müslümanlar sünnet sayesinde ortak hareketler yaparlar ve birbirlerini garipsemezler. Çünkü sünnet aynı zamanda Kur’an’dan referanslar alan bir davranışlar manzumesidir. Sünnete karşı çıkanlar Müslümanların vahdetini bozmak isteyen ve onları kaosa sürüklemeyi amaçlayan işbirlikçilerdir.

g-Hadis ve Sünnet’i reddedenler, tutundukları bazı marjinal rivayetlerden yola çıkarak İslâm’ın kaynaklarının güvenirliğine ve zenginliğine gölge düşürmek istemektedirler. Bu zevatın iki ciddi sorunu vardır ki bunları telafi etmedikleri müddetçe de söylediklerinin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Bu sorunlar, ilgili şahısların İslâmî ilimlerin usulünü neredeyse hiç bilmemeleri ve Arapça’ya belagat ilmi başta olmak üzere yeterince vakıf olmamalarıdır. Daha doğrusu bunların dilleri ve dinleri eksiktir. Dinleyici ve okuyucu kitleleri de donanımsız ve bilgisiz kişiler olunca, sözde önderler Peygambere ve sahabeye dil uzatacak biçimde taşkınlıklar yapabilmektedirler.

Bu kimselerin sadece Sünnet/ Hadis değil Kur’an anlayışları da maluldür. Kendilerini, alet ilimleri başta olmak üzere yeterince donatmak yerine ümmetin yararına olmayan şeyleri ekranlara taşıyarak insanları dinlerinden şüpheye düşürmeleri veya tanımak isteyenleri İslâm’dan soğutmaları onlara vebal olarak yeter. Hadis ilmi adeta bir çağlayandır. Ondan bir katre alıp yükselen değerlerin, rasyonalitenin ve kibrin gölgesinde değerlendirmeler yapmak ya da zayıflığı malum bir rivayet üzerinden genellemelerde bulunmak ilmi bir yaklaşım değildir.

Sünnet konusunda cahil kalan zevat bilmeli ki kadim dönem hadis uleması onların aklına sığmayacak kadar titiz davranıp gerekli senet ve metin tenkidini yapmışlardır. Hatta sahih olan bazı rivayetleri bile koydukları derin ölçüler nedeniyle kitaplarına almamışlardır. İmam Ahmed bin Hanbel, İmam Buhari ve Ebû Davud böyle titiz bir uygulamanın en önemli örnekleridirler.

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, Peygamberimizin bir kadı ve hâkim olduğunu açıklamıştır. Allah Teâlâ, insanlara “Anlaşmazlıklarda onun vereceği hükme başvurmalarını”10 İslâm’a düşmanlığıyla ön plana çıkan “tağutların” hükümlerine müracaat etmemelerini, Peygamber hüküm verince “gönülden itaat göstermelerini”, Allah’ın ve Resulünün vermiş olduğu hükümlerde “Mü’minlerin seçme hakkının olmayıp” Allah’a ve Peygamberine teslimiyet gerektiğini sık sık vurgulamıştır. Peygamber Efendimiz kendisine getirilen birçok davaya bakmış ve hâkimlik yapmıştır. İslam Hukukundaki yargılama usulüyle ilgili hükümlerin çoğu, O’nun sözlü uyarılarından ve uygulamalarından çıkartılmıştır.

Sözün özü; hadisler ve sünnet ayetlerin beyanı, dinin hikmetinin tefsiri, ibadetlerin uygulaması, hadlerin tatbiki, davranışların modelleri; Resulullah’ın Kur’an-ı Kerim’den anladıklarını hayata yansıtmasıdır. Dolayısıyla hadis ve sünneti rededenler insanlığın hayatından Resulullah’ı kovmak isteyen cahiller ve zalimlerdir.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR
1 Ahzab 33/36
2 Maturidî, Te’vîlât, c. VIII. S. 387; Bagavi, Mealim’ü-t Tenzil, s. 755.
3 Araf 7/157.
4 Nisa 4/59.
5 Müslim, 43, Fedail, 38, Had No: 2361, II, 1835.
6 İbn Mace, Mukaddime, 1, Had No: 3, I, 4.
7 İbn Mace, Mukaddime, 2, Had No: 12, I, 6; Tirmizi, 10, İlim, Had No: 2663, V, 37.
8 Nahl 16/44
9 Sürmeli, Mehmet, Hz. Peygamber’in Kur’an Anlayışı, AGD yayınları, Ankara, 2017, s. 169-196.
10 Nisa 4/59.

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir yorum

  1. Hocam her yazı için peşin teşekkürler. Var olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.