
Birinin eline üç beş kuruş para geçiyor, adamın yürüyüşü değişiyor. Boynunu sağa sola bükerek; “Şöyle yatırım yaptım, böyle kafamı çalıştırdım” diye anlatıp duruyor. Asıl mülkün sahibini hiç işin içine katmıyor. “Bana bu serveti Allah nasip etti” demiyor. Diğeri; “Çocuğumu okuttum, evlendirdim, ona daire aldım” diyerek başarıyı nefsine malediyor.
Bir diğeri sözde tahsil yapmış rastgele önüne gelene cahil diyor. Annesini babasını, akrabalarını beğenmiyor. Bir adam hasbelkader bir makama gelmiş bütün etrafını terk eder olmuş. Falancanın gücü kuvveti var, yürürken sanki yerleri titretecek, başını dikmiş, bu çirkin görünümü ile insanlara tepeden bakıyor.
Bizim değil
Ah benim kardeşlerim bu nefsani laflar nereye kadar? “Ben ben” demek ne kadar kötü bir şey ya… Yıllarca Avrupa’da çalışmış daha sonra Türkiye’ye dönmüş bir hastayı ziyarete gitmiştim. Hasta yatalaktı ama övünmekten geri durmuyordu.
Avrupa’da üniversite okuduğunu, siyasete girdiğini, Türkiye’de üniversitelerin yakınlarında arsalar aldığını, şöyle dükkanlarının, dairelerinin olduğunu, kafayı çalıştırdığını, fırsatları iyi kullandığını anlatıyor da anlatıyor. Fakat yataktan kalkamıyor, bir adım desen atamıyor.
Dinledikçe içim sıkıldı. “Amca” dedim: “Her şeyi becermişsin de şimdi şu yatağa niye düştün?” Bir ah çekti; “Sorma be kardeşim, doktorların hatası yüzünden oldu. Dizimin ağrısı için doktora gittim boynumdan ameliyat ettiler. Bir sürü de paramı aldılar. Sonunda da işte böyle ev hapsi olduk” dedi.
“Evet amca” dedim: “Sahip olduğumuz hiçbir şey bizim değildir. Sağlığımız da malımız, mülkümüz gibi bizim değildir. Bu dünya böyledir, malımız, sıhhatimiz ve evladımız ile imtihan oluruz. Bunları veren bir gün alıyor.” Amca bu sözlerim üzerine, bana hak verdi.
Kafayı çalıştır
Değerli kardeşlerim, kazancımız helal olursa, sahip olduğumuz şeylerin birer emanet olduğunu da Rabbimiz bize ilham eder. Ama kazançta problem varsa, Karun gibi insan azgınlaşır. Bazı insanlar vardır, uyanık geçinirler, her şeyden bir menfaat elde etmeye bakarlar.
Başbakanlık koruma müdürlüğünde polis memuru olduğumuz zaman bir tanıdığım ziyaretime gelmişti. Akşama kadar bizimle beraber oldu. Akşam evimde misafir etmek istedim. Eve gitmek için toplu taşıma araçlarının kuyruğunda uzunca bekledik.
Gündüz çalıştığımız yeri gördü, akşam eve gitmemizin zorluğunu görünce; “Bu fırsatlar her zaman ele geçmez kafanı çalıştır” dedi. “Abi ne demek istediğini anlamadım kafamı nasıl çalıştırayım” dedim. “Evini, arabanı al, çalıştığın yere bak, belediye otobüs kuyruğunda beklemene bak” dedi.
“Yani ne diyorsun hırsızlık mı yapalım, rüşvetçi mi olalım” dedim. “Boş sözlere kafanı takma dünyaya bir defa geliyoruz” demesin mi? Tabi ki açıktan böyle bir şey söylemiyordu ama söyleme tarzından gerçekten çok huylanmış ve rahatsız olmuştum. Üzüldüğümü kendisine söyledim ve şöyle dedim:
“Bak abi, bizim çocuklar küçük, memleketten yeni geldik, eşyalarımızın hepsini taksitle aldık. Evde hanım hem çocuklar ile uğraşıyor, sağ olsun hem de triko makinesi ile hırka yelek örüyor. Bazen Bursa’dan havlu, bornoz getiriyoruz. Bazen çeşitli illerden bal getiriyoruz evde satış yapıyoruz ki, evlatlarımızı helal kazanç ile büyütelim.”
Zakir abi
Aynı hafta içerisinde İstanbul’a gitmiştim. İstanbul’da ziyaret ederek ilminden istifade ettiğim bazı kişiler vardı. Allah rahmet etsin Nejdet Uyar abi çok okuyan bir insandı, o konuştuğu zaman yanından ayrılamazdım. Yine beyaz eşya satan Zakir Abi vardı, az konuşur fakat okkalı konuşurdu. İşte o hafta istanbul’da Zakir abiyi ziyaret ettim.
Hoş beşten sonra söze aynen şöyle başladı. “Fırsatlar ele her zaman geçmez kafanı çalıştır.” Bu sözü böyle bir insandan duyunca bir anda şok oldum. Ankara’da bu cümleyi söyleyen kişinin ilmi yoktu, dünyaya dalmış, cumaya giden, oruç tutan klasik bir hayatı vardı.
Zakir Abi ise elinden kitap düşmeyen, beş vakit namazın yanına beş daha katan, sadaka ve infakta önde koşan bir insandı. Cümle aynı fakat şahıslar farklı olunca çok şaşırdım. Zakir Abi’ye; “Doğrusu ne demek istediğinizi anlamadım. Kafanı çalıştır derken neyi kastediyorsunuz? Ne yapayım da kafamı çalıştırmış olayım?” diye sordum. Şöyle dedi:
“Güzel kardeşim fırsatlar ele geçmeden imtihan olmaz. Fakirken cömertlik sözlerini konuşmak kolaydır. Asıl olan zenginlik varken cömertlikten bahsedebilmektir. Şimdi senin yaşın genç, çalıştığın yerde kadın imtihanı, rüşvet imtihanı başta olmak üzere nefsin hoşuna gidecek fakat hem dünyanı hem de ahiretini perişan edecek imtihanlar ile karşılaşacaksın. İşte bu fırsatı kaçırma kafanı çalıştır. Rabbine iman ettiğini Hazreti Muhammed Mustafa sallelallahu aleyhi ve sellem’e ümmet olduğunu ortaya koy.”
Duyduğum cümleler kulağımdan girerken yüreğim yandı, ayağa kalktım elini öpmek istedim elin öptürmedi, boynuma sarıldı gözlerimden öptü. Uzunca sohbet ettik ayrılırken unutma; “En büyük sermaye dürüstlüktür” dedi.
Şimdilerde yaşımız kemale erdi, yaşayarak şahit oldum ki en büyük sermaye gerçekten de dürüstlükmüş. Elimize geçen fırsatları maddeye çevirseydim bir çok şeyim olurdu. Fakat şimdi bu yazıyı yazarken klavyenin tuşları bile benimle konuşurdu. ”Yediğin nanelere bak verdiğin nasihatlere bak” diyerek beni rezil ederdi.
Genç kardeşlerim; amirler, memurlar, patronlar, işçiler unutmayın, en büyük sermaye dürüstlüktür. Gençlikte sahtekarlık ile ele geçen mal, sahibi yaşlanınca onunla konuşur ve şöyle der: “Seni gidi hak hukuk bilmez hain. Şimdi hayatı anladın dürüstlükten dem vuruyorsun. Bindiğin arabayı, içinde yaşadığın evi nereden aldın?”
Dürüst olanların beli eğilir de boynu eğilmez. Dürüstler boyunlarını bir olanın huzurunda eğerler. Dürüstlük en büyük zenginliktir. Sözü rahmetli Süleyman Yılmaz Abi’nin sözü ile bitirelim: “Al bu sözü defterin sonuna yaz. Sahtekarsan sonun ayaz.”
Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair çok güzel yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
Allah razı olsun abi sizden.