
İslam’ın insanı olmak, ilim ve irfan ile olur. İslam’ın İnsanı olmak, her türlü kibir ve gururdan arınarak, tevazuu kuşanarak olur. İslam’ın İnsanı olmak, iman ve salih amel birlikteliğini yakalayarak, öz ile sözün uyumunu sağlayarak olur.
İslam’ın insanı olmak adaletli olmak demektir. İslam’ın İnsanı olmak, zulmün karşısında net ve kararlı bir duruş göstermekle olur. Direnmekle ve direnişçileri alkışlamakla olur. Zalimlere yağcılık yapma yüzsüzlüğü yapanlar İslam’ın insanı olamazlar.
Zulüm işlenirken mazlumları eleştirmek de bir zulümdür. Zalimin işine yarayacak her görüş onu alkışlamak demektir. Her sıkıntıda hemen kendimizden, değerlerimizden, geçmişimizden, şüphelenmeyelim. “Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;/ Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem” diyen Akif’e kulak verelim.
İslam’ın aydınlığı
İslam karanlığa karşı merhameti, iyiliği, sevgiyi ve insanlığı ön plana çıkararak cahiliye karanlıklarını yıkmış ve asrı saadeti getirmiştir. İslam, bedevilerden medeni, haramilerden sahabe ve eşkıyadan evliya çıkaran bir nizamdır.
Muhammed İkbal; “Yol kesenler, Kur’an’ı okuyup öğrenince yol gösterici oldular” diyerek İslam’ın o dönüştürücü gücüne dikkat çekmiştir. Üstad Bediüzzaman zindanları medrese-i Yusufiyeye çevirince önceden katil olan zindan arkadaşları karıncayı bile incitmez hale gelmişlerdi.
Böyle bir İslam güneşini kimin söndürmeye gücü yeter. “İslam güneş gibidir, üflemekle sönmez; gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar” diyen iman kahramanı bu gerçeği haykırmıştır.
Bir düşünür der ki: “İnsanın aradığı İslam, İslam’ın aradığı ise insandır. Bu iki sevgilinin buluşmasıyla iman ortaya çıkar. İnsanın İslam’ı yaşamasıyla amel, bilmesiyle ilim, görmesiyle ihsan, tanımasıyla irfan ve yaşamasıyla takva ortaya çıkar.”
İman, amel, ilim, ihsan, irfan ve takva gibi altın kavramlar; bireyi, İslam’ın insanı yapar. Bu güzelliklerle inşa olan insanın elbette ki o oranda sorumlulukları olur. Bu sorumlulukları Mehmet Görmez Hoca şu şekilde açıklıyor:
“Rabbimize, kendimize, ötekine ve aleme karşı sorumluluklarımız. Alemi alametlerle okumak, imana götürür. Alemi ayetlerle okumak, tevhide götürür. Alemi emanet olarak okumak, ahlaka götürür.“
Yararımıza olur
Bütün bir varlık dünyasını yaratan ve eşref-i mahlukat olarak yarattığı insana bu varlık dünyasını musahhar eden Rabbimize karşı sorumluluklarımız vardır. Bu sorumluluklar çerçevesinde hayatımızı inşa etmek durumundayız.
Bunu biraz açmaya çalışalım. Allah’ın “yap!” dediğini yapmak ve “yapma!” dediğini yapmamak. Allah, neyi “yap!” diyorsa bizim lehimize ve neyi “yapma!” diyorsa bizim aleyhimizedir. “Yapma!” dediği şeyi yapmadığımız zaman bu lehimize, yararımıza dönüşür.
Mesela; “Namaz kılın, oruç tutun!” deniliyor. Sonra anne babaya ihsan geliyor. Sığınağınız demek olan annenize ve dayanağınız demek olan babanıza iyi bakın deniliyor. Cömert olun, iyiliksever olun, yoksulu kimsesizi itip kakmayın deniyor. Bütün bunları yaptığımızda hem Allah indinde hem de toplum nezdinde daha itibarlı ve onurlu bir konuma geliriz.
Allah’ın “Yapma!” dedikleri neydi? Kul hakkına girme, hırsızlık yapma, içki içme, kumar oynama, zina yapma, cinayet işleme, yalan söyleme ve faizle iş yapma. Bunları yapmadığımız zaman, Allah indinde de toplum nezdinde de daha itibarlı konuma gelmiş oluruz.
Bizler bu evrende “zübde-i âlem” demek olan âlemin özüyüz, özetiyiz. Bu öze uygun tarzda bir hayatı inşa etmemiz gerektiği aşikardır. Bizim dışımızda kalan tüm insanlara, tüm toplumsal katmanlara karşı sorumluluklarımızın olduğu açıktır.
İnsanlara öğüt vermekten ziyade, yaşantımızla örnek olmamız en güzel öğüt olacaktır. Ama yeri geldiği zaman nazik hatırlatmalarında fayda vereceği kuşkusuzdur. Çünkü insanın yapısı bazen doğru olanı hayatın gidişatı esnasında hatırlayamaz, birinin hatırlatması ile hatırlar. Bu da bizim tebliğ sorumluluğumuzdur.
Biz içinde yaşadığımız evrenin çocuğuyuz. Bu evren bize emanettir. Emanete iyi bakmamız, ahlakın gereğidir. İslam’ın insanı olmak, emanete sıkı sıkıya sarılmamızı gerektirir. İnsanlık alemi içinde her konuda örneklik göstermemiz, söylem ve eylemlerimizin örtüşmesine bağlıdır. Söylem-eylem birlikteliği, örnek olmanın mihenk taşıdır.
Cahiliye döneminde Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’i öldürmeye giden Ömer Bin Hattab’ın Hazreti Ömer’e dönüşme sahnesini, Üstad Sezai Karakoç adeta şöyle özetliyor: “İslam’ı öyle canlı ve diri yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin.”
Yatay yürüyüş demek olan düşünceyle dikey yürüyüş demek olan tefekkürü sentezleyerek ve İslam’ın ruhuna uygun olarak yola revan olmak durumundayız. İslam’ın insanı olmak bunu gerektirir.
Prof. Dr. Şemsettin Dursun/ İrfanDunyamiz.com
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair çok güzel yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.