İmam Nevevî, Sahîh-i Müslim’e yazdığı şerhin mukaddimesinde şunları söylemektedir;
“Hadis yazan bir kişinin Lafza-i Celâl’e rastladığı zaman “Azze ve Celle”, “Teâlâ”, “Sübhânehû ve Teâlâ”, “Tebâreke ve Teâlâ”, “Celle Zikruhû”, “Tebâreke ismuhû”, “Cellet Azametuhû” gibi övgü ifadelerini kullanıp yazması, aynı şekilde Peygamberimizin (aleyhisselâm) adı geçtiğinde kısaltma ve bu duayı ifade eden işaretler kullanma yollarına başvurmaksızın salât ve selâmı tam olarak içeren “Sallallahu aleyhi ve sellem” diye yazması çok güzel bir davranıştır. Sahâbî adı geçtiğinde “Radıyallahu anh” demek, diğer âlimlerin ve seçkin insanların adına rastlandığında onlara Allah Teâlâ’nın rahmet ve rızasını dilemek de böyledir. İşte hadis yazan kişi nakilde bulunduğu asıl nüshada yazılı olmasa bile bunları yazmalıdır. Zira bunlar rivayet değil duadır. Kişi okumakta olduğu asıl nüshada yer almasa bile yukarıda söylediklerimizin tamamını okumalı, bunları tekrar tekrar yapmaktan usanmamalıdır. Zira bu görevi aksatıp gaflet gösteren kişi çok büyük hayırlardan ve lütüflardan mahrum kalır.” (Nevevî, Şerhu Müslim, I, 39)
İmam Nevevî el-Ezkâr isimli kitabında şunları söyler:
“Sahâbe, tâbiûn ve onlardan sonra gelen âlimler, ibadet ehli ve diğer seçkin şahsiyetler anıldığı zaman onlar için Allah Teâlâ’nın rahmet ve rızasını dileyerek “Allah ondan razı olsun (radıyallahu anh)” ve “Allah ona rahmet etsin (rahimehullah)” gibi dua cümleleri sarfetmek çok güzel bir davranıştır. …İbn Ömer, İbn Abbas, İbn Zübeyr, Üsâme bin Zeyd gibi zikredilen sahâbînin babası da sahâbî ise kullanılan dua cümlesinin hem zikredilen sahâbîyi hem de babasını kapsamına alması için, Allah her ikisinden de razı olsun (radıyallahu anhumâ), denir.” (bkz. Nevevî, el-Ezkâr, s. 100.)
Muteber âlimleri ve ibadet ehli salih kişileri övgü ve saygı ifadeleriyle birlikte zikretmek, hem öğrenilen ilimle amel etmenin en önemli unsurlarından biridir hem de ilmin gerektirdiği bir husustur. Bu ifadeler müsteşrikleri taklit etmekte olan bazı modernistlerin sandığı gibi sözü boş yere uzatmak anlamına gelmez. Bu modernist kesim, eser sahibi imamların isimlerini kesip kısaltarak neredeyse matematikte kullanılan rakamlara ve şifrelere dönüştürmüşlerdir.
Bu kısaltmalar çok zorunlu kalmadıkça selef âlimlerinin metoduna uymadığı gibi büyüklere, âlimlere ve salihlere karşı selim fıtratın takınılmasını emrettiği edebe de aykırıdır. Zira onların isimlerini övgü ve saygı ifadeleriyle birlikte anmak, gönüllerde onların sevgisinin filizlenip yeşermesini sağlar, kalplere onlara karşı hürmet hissini yerleştirir, onların değerini anlamayı kolaylaştırır ve hem amellerimizde hem de gidişatımızda onlara uyma ve onlardan yararlanma duygusunu diri tutar. Allah onlardan razı olsun ve bizden yana onlara bol hayırlar ihsan etsin.
Kendisini Allah yoluna adamış rabbânî âlim ve İslam düşünürü Ebü’l-Hasen en-Nedvî (Allah onu muhafaza etsin) şunları söylemektedir:
“Selim fıtrat sahibi insanlar, fazilet ehli kişilerin üstünlük ve güzelliklerini itiraf etmeye, yardım ve iyilikte bulunan ya da ülkesi ve toplumunu savunurken namusu, değerleri, dini ve inancı uğruna öldürülen kişilere karşı şükran duyguları beslemeye yatkındır. Zaten fıtratları sapmalara uğramayan ve erdemli bir mizaca sahip olan toplumlar, iyiliklerini itiraf etmek ve yeni nesillere örnek olmalarını sağlamak amacıyla kendi kahramanlarının anısını ebedileştirme yolunu benimsemişlerdir. İşte bu yüzden batı toplumlarında “Adsız Kahraman” öğesi önemli bir yer tutar. Peygamberlerin takipçileri olan müminler ise güzellikleri itiraf etme ve iyiliği dokunan kişilere karşı şükran duyguları besleme gibi özellikler bakımından bütün toplumlardan daha fazla pay sahibi olmalıdır. Nitekim Allah Teâlâ iyilikleri itiraf etmek, daha önce yaşamış olanlara dua etmek, onların faziletlerini anmak ve ileri gelenlerden olduklarını kabullenmek gibi özelliklerin müninlerde bulunduğunu belirtmiştir: “Onlardan sonra gelen müminler ise, “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla. İnananlara karşı kalbimizde en ufak bir kırgınlık ve nefret duygusuna yer verme. Ey Rabbimiz. Şüphesiz Sen çok şefkatli, çok merhametlisin.” (59 Haşr 10) Buna karşılık cehennem ehli olan kâfirler ise inkâr, nankörlük, verilen nimetleri küçümseyip reddetme, sonra gelenin öncekileri lanetlemesi ve onlara karşı nefret besleyip uzaklaşmak istemesi gibi özelliklerle nitelendirilmiştir: “Her topluluk ateşe girerken, kardeşi olan topluluğa lânetler yağdıracak.” (7 A’râf 38).Hâlbuki İslâm ümmeti; gönül zenginliği, fazileti itiraf, insanlar arasında adil davranmak, ecdadın mirasını koruyup geliştirmek, onların ardından çokça dua etmek ve onlara Allah’tan rahmet dilemek gibi erdemler bakımından diğer topluluklardan temayüz eder.” (Ebü’l-Hasen en-Nedvî, el-İmâmu’l-lezî lem yuveffe hakkahu mine’l-insaf ve’l-i’tirâf: Ahmed b. İrfân eş-Şehîd, s. 6-7)
Önde gelen âlimleri ve salih imamları herhangi bir yüceltme, övme ve rahmet ifadesi olmadan, kendi küçük çocuklarını veya akıl, ilim, erdem ve ibadetleriyle dünyaya ışık tutmayan gafil ve ahmak kişileri anar gibi anan müsteşriklerin taklitçileri ile onların izini takip edenlerin dikkatini çekmek istediğim için bu açıklamaları geniş tuttum. Muvaffak kılan Allah Teâlâ’dır.
Kaynak: Bu yazı merhum Abdulfettah Ebu Ğudde’nin Haris El Muhasibi’nin Risaletül Müsterşidin adlı eserine yazdığı şerhin ikinci baskısın önsözünden alınmıştır. Bu eser Mehmet Odabaşı tarafından çevrilmiş ve “Hakikati Arayanlara Kılavuz” ismi ile yayınlamıştır. Bu ibare bu kitabın 24-26. sayfalarından iktibas edilmiştir.
İmam Birgivi de salevatların uzun ve açık yazılmasını vasiyet etmiştir; okumak için buyurunuz.
Abdulfettah Ebu Ğudde
İrfanDunyamiz.com