Celvetiye tarikatının piri olarak bilinen Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri yaklaşık olarak 1541 tarihinde Şerfelikoçhisar’da doğmuştur. Babası Fadlullah bin Mahmud’tur. Asıl adı Mahmud olup “Hüdayi” ismi kendisine şeyhi Muhammed Üftade Hazretleri tarafından verilmiştir. (Bkz. Yılmaz, Hasan Kamil, Aziz Mahmud Hüdayi, İstanbul, 1990, s. 37, 40)
Soyunun Cüneyd-i Bağdadi Hazretlerine onun vasıtası ile de Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e dayandığı söylenmektedir. (Bkz. Ertan, Mehmet Emin, Aziz Mahmud Hüdayi, İstanbul, 2001, s.19) Aziz Mahmud Hüdayi’nin silsilesinde, Somuncu Baba’dan sonra (v. 1412) şu zatlar yer almaktadır: Hacı Bayram Veli (v. 1429), Akbıyık Meczub (v. 1455)i Hızır Dede (v. 1512) Muhammed Muhyiddin Üftade (v. 1580) Kuddüse sirruhum. (Yılmaz, a.g.e., s 153,154)
Usul-i esma
Çocukluğu Sivrihisar’da geçmiş olup daha sonra İstanbul’da Küçük Ayasofya Medresesi’nde tahsile başlar. Hocalarından en şöhretli olanı Nazırzade Ramazan Efendi’dir. Talebeliği esnasında Halvetiye tarikatına mensup Küçük Ayasofya Camii Şeyhi Nureddinzade Muslihiddin Efendi’nin sohbetlerine katılır. Kahire’de bulunan Şeyh Kerumuddin Halveti den de usul-i esma dersleri alır. (Bkz. Ertan, a.g..e., s.21)
Aziz Mahmud Hüdayi, otuz üç yaşlarında iken hocası Nazırzade ile birlikte Bursa’ya gelerek orada üç sene kadar Ferhadiye Medresesi’nde müderrislik yapar. Hocasının vefatı ile aynı dönemde Bursa kadılığına getirilen Hüdayi Hazretleri kadılık yaptığı dönemde, bir gece rüyasında bazı tanıdığı kişilerin cehennem ateşinde yandığını görmesi üzerine bu durumdan fazlası ile müteessir olur. Rüyanın verdiği teessür duyguları içerisinde iken, görmekte olduğu bir boşanma davası esnasında, esrarengiz bir takım olaylarla karşılaşması neticesinde, şaşkınlığı bir derece daha artar. Karşılaştığı bu durum üzerine hemen o davayı gördükten sonra kadılığı bırakarak kendisini irşad edecek bir şeyh arayışına girer. (Bkz. Hüdayi, Divan-ı İlahiyat, s.3)
Mısır dönüşünde önceleri zaman zaman sohbetine katıldığı Halveti şeyhlerinden Eskici Mehmet Dede’ye bağlanmak istese de onun “Senin nasibin bizde değil, Hazreti Üftade’dedir, sen ona müracaat et” demesi üzerine Üftade dergâhına yönelir. (Bkz. Ertan, a.g..e, s.27; Yılmaz, a.g.e., s.77)
Üftade dergahında
Otuz altı yaşında iken Üftade Hazretleri’ne intisab etmiş bulunan Hazreti Hüdayi’den mürşidi evvela, mal ve mülkten, ikinci olarak memuriyetten feragat etmesini, üçüncü olarak da nefsini ayaklar altına almasını ister. Hüdayi Hazretleri mürşidinin bütün bu isteklerini tereddütsüz kabul ederek onun irşad halkasına katılır. Beyat ederken mürşidine verdiği sözleri bir bir yerine getirerek önce mal ve mülkünü fukaraya dağıtır, sonra da memuriyeti ve makamını terk eder. Dergâha kabulü ile birlikte nefsini ayaklar altına alabilmek için çok sıkı bir riyazata başlar. (Yılmaz, a.g.e., s .47; Vassaf Sefine, II/373)
Uludağ eteklerinde Yerkapı Semti’nde bulunan dergâhın çilehanesinde üç yıl boyunca zaman zaman çile doldurarak tasavvufi eğitimini ikmal eden Hazreti Hüdayi,zaman zaman da Şeyhi Üftade’nin emriyle Bursa sokaklarında kadı kıyafetiyle ciğer satarak ağır bir nefis imtihanından geçer. Ciğerleri astığı sırıklar bu gün Bursa’da Üftade Dergahı’nda hatıra olarak hâlâ saklanmaktadır.
Her gün sabah Üftade Hazretlerinin abdest alması için su ısıtan Aziz Mahmud Hüdayi, bir gün erken kalkamayınca suyu göğsüne bastırır ve o şekilde ısıtmak ister. Bu suyu Üftade Hazretlerinin eline dökünce Üftade Hazretleri; “Bu su ateşle ısınmış su değil” der ve dervişinin piştiğini anlar. Hüdayi’nin manevi mertebeleri kısa zamanda kat ederek üç sene gibi kısa bir sürede yükselmesi bazı dervişlerin kıskançlığına mucib olur. (Bkz. Yılmaz, Hasan Kamil, Aziz Mahmud Hüdayi, İstanbul, 1990, s.79)
Kemale ulaştı
Hüdayi Hazretleri Bursa’daki bu üç yılın sonunda kemal derecesine ulaşarak seyr-ü sülukunu tamamlaması üzerine Şeyhi Üftade Hazretleri tarafından kendisine tasavvufi hilafet teklif edilir. Fakat bu yükün ağırlığının çok, sorumluluğunun ise fazla olduğunun bilincinde olan Hüdayi Hazretleri bu göreve karşı pek istekli olmayınca şeyhi Üftade Hazretleri ona şöyle telkinde bulunur: “İrşadı kabul eylersen Allah’tan bil. Allah Teâla ise na-ehil olanlara irşad vermez. Zira benden sonra gayrı şeyh ile sohbet edemezsin. İmdi irşad sana lazım oldu. İlel’an beş kere söylüyorum kabul edesin.” (Bkz. Ertan, a.g.e., s.28; Yılmaz, a.g.e., s.48) Bu ısrar üzerine Sivrihisar’a halife sıfatıyla gönderilir.
Altı ay kadar Sivrihisar’da kalan Hüdayi Hazretleri şeyhinin hasretine dayanamayarak onunla görüşmek için Bursa’ya geri döner ve bu ziyaretinde şeyhiyle yaptıkları özel görüşmede kendisine Üsküdar taraflarına gitmesi işaret buyrulur. Bundan kısa bir süre sonra gözünün bebeği olan üstadı Üftade Hazretleri 26 Temmuz 1580 tarihinde rahmet-i Rahman’a kavuşacaktır. (Bkz. Ertan, a.g.e., s.28; Yılmaz, a.g.e., s.49)
Mürşidinin vefatından kısa bir süre sonra İstanbul’a gelen Aziz Mahmud Hüdayi, Üsküdar Çamlıca’daki Musalla Mescidi’nin olduğu yere taştan iki oda yaptırarak oraya yerleşir ve çok mütevazı bir hayat sürmeye başlar. Daha sonra Üsküdar’da Rum Mehmet Paşa Camii’nin yakınına taşınacak ve o dönemlerde, devrin Şeyhülislam’ı Sadreddin Efendi’nin ricasını kıramayarak Küçük Ayasofya Tekkesi’nde şeyhlik makamına oturacaktır. Bir müddet kadar da Fatih camiinde vaizlik yapacaktır. (Bkz. Ertan, a.g.e., s.24)
Sekiz padişah
1595 yılına tekabül eden bu dönemde Üsküdar’dan bir arsa satın alarak dergâhını inşa ettirmeye karar veren Hazreti Hüdayi, artık bu dergâhta her kesimden insanın irşadıyla ilgilenmeye başlayacaktır. Bu yıllarda Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’nde de zaman zaman vaizlik yapan Aziz Mahmud Hüdayi 1616’da kendisi tarafından açılışı yapılan Sultan Ahmed Camii’nde ilk hutbeyi okumuş ve hayatının sonuna kadar her ayın ilk pazartesi günü bu camide halka vaaz etmiştir. (Bkz. Yılmaz, a.g.e., s.71)
Ömrü boyunca sekiz padişah gören, pek çok devlet adamının ilgisiyle karşılaşan, 25 kadar da tasavvufi eser bırakan Üsküdar’ın manevi önderlerinden Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri, takvimler 1623 Ekimini göstermekteyken yaklaşık doksan yaşlarında Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Altmışa yakın halife bıraktığı rivayet edilen Hüdayi Hazretleri, sevenleri, dervişleri ve yazdığı otuz kadar eseriyle Anadolu ve Balkanlar’daki dinî tasavvufî hayat üzerinde derin tesirler icra etmiş ve bu şekilde etkileri günümüze kadar ulaşmıştır. Tekkesi, İstanbul’un en önemli tasavvuf ve kültür merkezi olarak hizmet görmüş bu dergâhtan pek çok ilim ve fikir adamı geçmiştir. (Bkz. İslam Ansiklopedisi, Hüdayi Md.)
Hüdayi Hazretleri kişilik itibari ile çok kibar, nazik, zarif bir şahsiyettir. İnsanlara karşı ayrım yapmaksızın yumuşak ve şefkatli davranmayı daima kendisine düstur edinmiştir. Ailesine ve çocuklarına karşı da her zaman son derece merhametli, tatlı dilli, güler yüzlü bir baba olmayı başarmıştır. (Bkz. Ertan, Mehmet Emin, Aziz Mahmud Hüdayi, İstanbul, 2001, s.25) Bütün insanlığa müşfik bir şekilde gönlünü açmasından dolayıdır ki onun dergâhı insanların huzur ve saadete kavuştuğu bir mekân olmuştur. Vefatından sonra da türbesi müminler için huzur veren bir manevi durak olmuştur. Türbesinde yazılı olan duası şöyledir:
“Sağlığımızda bizi, vefatımızdan sonra kabrimizi, ziyaret edenler ve türbemizin önünden geçtiğinde Fatiha okuyanlar bizimdir. Bizi sevenler denizde boğulmasın, ahir ömürlerinde fakirlik çekmesin, imanlarını kurtarmadıkça göçmesin.”
Aydın Başar/ Somuncu Baba Dergisi
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.