Ben değil biz olmalı…

İnsan şu dünyaya hiçbir şey bilmeden gelmektedir. Yaratan bu hakikati Nahl Sûresi’nin şu ayetinde dile getirmektedir: “Allah sizi annelerinizin karnından bir şey bilmez halde çıkarmıştır. Belki şükredersiniz diye size kulak, göz ve kalp vermiştir.” (Nahl, 78)

Yüce Allah bu ayet-i kerimede bizim için hayati öneme sahip olan kulaktan, gözden ve kalpten bahsetmekte ve insanın gelişmeye, tekâmüle muhtaç olduğunu; aynı zamanda bu yolda mesafe alması için kullanacağı cihazatın göz, kulak ve kalp olacağını belirtmektedir.

Toplumda yaşar

İnsan şahsi hayatını ancak toplum hayatıyla birlikte devam ettirebilir. Yediği ekmekte, giydiği elbisede nice insanın emeği bulunmakta… Bundan dolayı insanın ailesine, milletine, topluma şükran borcu vardır ve her fert, topluma yararlı çalışmalar yapmak zorundadır.

Bu çalışmaların en önemlilerinden birisi de tebliğ çalışmasıdır. Tebliğ İslam’ı yaşamayı diri tutan, dinin hayata dahil edilmesi için mutlaka gerekli olan bir eylemdir. Tebliğde göz, kulak ve kalp denklemi çok önemlidir. Allah’ın bize verdiği cihazatın yine Allah yolunda kullanılması esastır.

Öncelikle kulak dışarıya açık olacak. Tebliğ demek sürekli konuşmak, vaaz etmek değildir. İki kulak ve bir ağzımız var. Çevremizde ne oluyor, ne bitiyor kulak vereceğiz. Önce dinlemesini öğrenip sonra konuşacağız. Bazı hocaefendiler malesef tek taraflı bir yayın yapar gibi, iletişimsiz, empatisiz birşeyler anlatma derdine düşüyorlar. Dinlemek değer vermektir, dinlemeden konuşan insanlar itici olurlar.

İkinci olarak göz geliyor. Göz muhatabını arayıp bulacak. Çevresindeki tebliğe ihtiyacı olanları görecek. Sadece tebliğe ihtiyacı olanları değil fakir fukarayı da görecek. İnsan muhatabının maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayarak da tebliğde bulunabilir. Sadakalar, zekatlar hepsi birer gönül köprüsüdür. Gözü iyi kullanan kişiler toplumu iyi gözlem yapar ve toplumdaki yaraları fark ederler. Ona göre de bir tebliğ stratejisi geliştirirler.

Bu denklemin diğer önemli unsuru da kalptir. Kalp uyanık olacak, muhatabını sevecek ki ona tebliğ yapabilsin. İnsanların dünya ve ahiret saadeti için çalışan insanların dağ gibi yüreği olur. İnsanları sevmeyen, sürekli kötü taraflarını gören, kusur arayan insanlar gönüllere hitap edemezler. Kalp Allah’a tahsis edilirse artık o kalp merhamet ile dolar.

Üç türlü saldırı

Şeytan insanın bu üç organını ifsat ettiğinde kulaklar hayrı duymaz, göz yanlış yerlere bakar, kalp de artık şeytanın karargahı olur. Onun için İmam Gazali hazretleri şeytanın kaleye girmek isteyen bir düşman olduğunu, onu kuşatıp sahip olmak istediğini, kaleyi düşmandan korumanın ancak şeytanın giriş kapılarını bilmekle olacağını söyler.

İnsana saldırı genellikle üç yönden oluyor. Bir; ferdi saldırılar; bunlar ibadet ve takva ile önlenebilir. İki, toplumsal saldırılar; bunlar cemaat (teşkilat) gücüyle önlenebilir. Üç; kurumsal saldırılar; bunlar da tevhid ve ümmet ruhuyla önlenebilir. Kısaca şöyle izah etmek gerekirse; ferdi saldırılar, insanın kendi nefsinden, şeytanından dolayı meydana gelen şan, şöhret, makam, cimrilik, haset, gıybet gibi hastalıklardır, bunları ibadetle, ihlâsla, takvâyla yenebilirsiniz.

Toplumsal saldırılar, insana dıştan gelen saldırılardır ki hiçbir insanın tek başına bu tehlikeyi def etmesi mümkün değildir. Bu illetin (hastalığın) ilacı ancak cemaat (teşkilat) olmaktan geçer. Günümüzde cemaat olmak, tahmin edildiği kadar kolay değildir. Teşkilatlanmış toplum olmalıdır ki bu toplumun özellikleri şunlardır:

1- Birlikte iş yapma

2- Sorunun değil çözümün parçası olmak

3- Yük olmamak yük almak

Bu vasıfları taşıyan insanları bulmak kolay değildir. Ayrıca cemaatin lideri olmalıdır. Liderde ilim, takva, ehliyet, dünya görüşü vs. gibi sayabileceğimiz her insanda az bulunan özellikler bulunmalıdır. Lider istişâre yaparak karar vermeli ve liderin verdiği karar Kur’an ve Sünnet ölçülerine uymalıdır.

Güven duygusu sarsılmayan cemaatin alacağı kararlar ibadet aşkıyla yerine getirilmelidir. İstişâre farzdır ve çalışmanın temelidir. Yüce Allah şöyle buyurur: “…Ve o kimseler ki Rablerinin çağrısına uyarlar ve namazı dosdoğru kılarlar ve onların işleri aralarında istişâre (danışma) iledir ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infakta bulunurlar.” (Şura, 38)

Biz merkezli

Yaşadığımız dünyada unutulmaması gereken çok önemli bir konu daha vardır. Teknolojiyi elinde bulunduran güç dizilerle, magazinlerle, internetle, videolarla “ben” merkezli bir dünya oluşturmaya çalışıyor. Maalesef birçok ülkede başarılı oldukları gibi bizim ülkemizde de günden güne yol kat etmektedirler. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın…”, “Karışma kimsenin işine, akşam evine sabah işine…” gibi söylemler maalesef ilgi görmüştür.

Ne gariptir ki günde beş vakit namazda “ancak senden yardım isterim” demeyip “isteriz” diyenler, “ancak sana ibadet ederim” değil “ederiz” diyenler bile bugün “ben” merkezli dünya kurmaya çalışanlara prim vermektedir. Hani bir kötülük gördüğümüzde elimizle düzeltecek, o olmazsa dilimizle düzeltecek, ona da gücümüz yetmiyorsa kalbimizle buğz edecektik. Oysa bakın “ben” merkezli dünyada kimseye müdahale edemezsiniz. Peki, o zaman emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker ibadeti nasıl yapılacak?

Bu sebepten dolayı cemaat olmak, şuurlu insan yetiştirmek zorlaştı ama biz zora talip olan insanlar olarak her zorluğun karşısında muhakkak bir kolaylığın olduğu idraki ile yolumuza devam edeceğiz. Bugünkü vakıflarun derneklerin yeteri kadar binaları bulunmaktadır, fakat biz vakıf binalarını çoğaltırken “vakıf insan” yetiştirmekte geride kalmış durumdayız. Bunun için vakıf binalarını insanlar ayakta tutmakta ve içlerini doldurmakta zorlanmaktadır.

Biliyorsunuz yurtdışında camilerimiz daha kapsamlı faaliyetler yapıyorlar. Yurtdışında olan kardeşlerimize sık sık şunu ifade ediyorum: “Bu camiler burada ibadethaneden ziyade emniyet merkezidir. Camilere sırt dönenler yavrularını aslanın önüne atmış olurlar. Aslan yavruyu bir kere yer, sistemler ise ömür boyu işkence çektirirler.”

Üzülerek gördüğüm bir noktaya da değinmeden geçemeyeceğim. Bugün cemaatlerimizde en çok görülen çabalardan biri de sayıyı çoğaltma gayreti. Ayrıca insanları İslam’a değil de cemaate davet etme çalışmaları görülmektedir. Hâlbuki sayıdan çok kaliteye bakılmalı. Bu ne demektir? Kur’an, Sünnet ışığında insanlara yol gösterilmeli, bunun için günümüzde telaffuzu en az edilen; “cihad şuuru” insanlara verilmelidir. Cemaat elbette olmalı ama “ümmet” düşüncesinin önüne geçirilmemelidir.

Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Öncü neslin abisi Prof. Dr. Osman Nuri Çataklı

1895 yılı civarında İstanbul Mercan’da dünyaya gelen Abdülaziz Bekkine Hazretleri tüccar Halis Efendi’nin oğludur. Tahsiline …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.