Beni görünce tanıyamadılar…

30 yıl felçli yaşamış, 35 ameliyat geçirmiş merhum yazarımız Rüstem Kılıç Hoca’nın vefat etmeden kısa bir müddet önce bize teslim ettiği yazılarını yayınlamaya devam ediyoruz. İşte merhum Hocamızın ibretlerle dolu hayatı…

34 yaşına girmiştim fakat yirmilik denilen dişim henüz yeni çıkmaya başlamıştı. O da arka dişin yanından ters bir şekilde çıkıyordu. Sabahları içtimada komutan, hasta olan parmak kaldırsın derdi ve parmak kaldıranlar öne çıkarak hastaneye gönderilirdi. Dişim ağrıdığı için öne çıkanlardan birisi de bendim. Askeri araç bizi alıp sabah erkenden Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesi’ne bırakıyor ve akşam mesai bitmeden önce tekrar gelip alarak, birliğimize götürüyordu.

Bu arada dışarı çıkabilmemiz için tek tip denilen subay elbiselerimiz ve şapkalarımız da dikilerek imza karşılığı bize teslim edilmişti. Hafta sonu Cuma günü, dersler biter bitmez hemen elbiselerimi giyip, evci iznine çıkıyordum ve çocuklarımla hasret giderip, onların ihtiyaçlarını temin ettikten sonra, pazartesi sabah mesai başlamadan önce gelip nizamiyeden içeri teslim oluyorduk.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı rustem-kilic-kimdir-kac-yasindadir-nerrlidir-biyografisi.jpg

Resmi törenler

Diş tedavim yaklaşık iki hafta filan sürmüştü. Tedavimin erken bittiği günlerde fırsatını bulup, bir taksiye atlayarak, Keçiören’deki çocuklarımdan ve evimden bir haber alıp tekrar geri geliyordum. Giremediğim derslerin notlarını arkadaşlarımdan temin ederek, onları defterime geçirip dersime çalışıyordum. Gülhane’deki tedavim sırasında, zamanım kalınca bir arkadaşımın çok yakın akrabası olan Doktor Albayın, odasında samimi sohbetler ederek vaktimizi tamam ediyorduk.

Mamak Muhabere geniş bir sahaya yayılmıştı. Bizim dışımızda eğitim merkezi ve muhabere tabur komutanlığı vardı. Cuma günü asker ve komutanlarımızla birlikte, ortak camimizde Cuma namazını rahatça kılabiliyorduk.

Yavaş yavaş 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı provalarımız başlamıştı. Ankara’da bizden başka bir de Etimesgut Zırhlı Birlikler Asteğmen Hazırlık Okulu vardı. Başkentte Cumhuriyet Bayramı geçit törenleri, hipodrom meydanında Ankaralılar ve devlet erkânının huzurunda yapıldığından, tören yürüyüşünde biz de bulunacağımız için, tespit edilen günlerde bazen biz Etimesgut’taki birliğe, bazen de onlar bize gelerek çok sıkı tören provaları yapıyorduk.

Nihayet bayram günü gelip çatmıştı. Sabah erkenden askeri araçlarla, bizleri tören alanına taşıdılar ve yürüyüş için sıramızın gelmesini beklemek üzere tören alanında yerimizi aldık. Tören alanı çok genişti. Alanın bir tarafında askerler, diğer tarafında ise okul öğrencileri yerlerini almıştı. Bir de ne göreyim, tam karşımızdaki grubun kendi öğrencilerim olduğunu fark ettim. Tanıdığım öğrencilerimi isimleriyle çağırmama rağmen, askeri kıyafetler içinde olduğumdan beni tanıyamadıklarından olsa gerek bir süre öylece bakakaldılar. Sonra kendimi tanıtıp çağırınca; “Aaa hocamız asker olmuş!” diyerek koşup yanıma geldiler, onlarla da konuşup hasret giderdik.

Geçit töreni sırasıyla başlamıştı. Nihayet sıra bize geldiğinde uygun adım ve düzgün bir şekilde yürüyerek biz de görevimizi tamamladık. Töreni başarıyla tamamlayıp, bitirdikten sonra belimde bağlı olan “palaska” denilen kemerin olmadığını fark ettim. Başımızda bizimle yürüyen komutanımıza giderek, durumu arz ettim. O da bana geriye dönerek toplanma yerine bakmamı söyledi. Üzerime zimmetli olan kemeri bulabilmek için hemen geri dönüp komutanımın bana bahsettiği yere ulaştım ve orada bulup belime takarak derin bir “oh!” çektim.

Küçük radyo

O günlerde şu an Cumhurbaşkanımız olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan Beyefendi, 1991 seçimlerinde İstanbul ikinci bölgeden yani Beyoğlu’ndan milletvekili olabilmek için adaylığını koymuştu. Seçimin nasıl sonuçlandığını merak ettiğimden, küçük radyomu da çantama koyarak nizamiyeye geldim. Nizamiyedeki nöbetçi komutan, çantamı açmamı söyledi. Açınca da radyoyu gördü ve “Bunu içeri sokmak yasak” dedi. Ben de; “Cezası neyse çekmeye razıyım komutanım” dedim. Komutan da omuzumdaki öğrenci numaramı yazarak kaydetti ve “Yarın şikâyetçi olacağım” dedi.

O gece sabaha kadar uyumayıp, radyo kulaklıklarını taktım ve seçim sonuçlarını dinledim. Hangi partinin, ne kadar milletvekili çıkardığını öğrenmekten ziyade, Erdoğan’ın milletvekili seçilip seçilmediğini merak edip, öğrenmek istiyordum. Seçim çok çekişmeli geçti ve sabaha doğru Tayyip Erdoğan’ın Beyoğlu bölgesinden Refah Partisi milletvekili seçildiğini radyodan dinledim ve çok mutlu oldum.

Erdoğan ile aynı parti ve aynı bölgeden milletvekili olmak için yarışan hemşerisi Mustafa Baş isimli aday, ilk defa uygulanan tercihli oy sisteminden dolayı az bir farkla milletvekili olmuştu. Böylece Erdoğan’ın milletvekilliği düşürülmüştü. Kaderin cilvesine bakın ki daha sonra yapılan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanan Erdoğan, yapmış olduğu çok güzel hizmetlerden dolayı daha büyük başarılara imza atmıştır. İstanbul’daki belediye başkanlığı döneminde, o güne kadar kimsenin cesaret edip yapamadığı zor işleri başarmış, bu başarıları sonraki seçimler için de bir referans olmuştur.   

Arkadaşlarımızın bir kısmı asteğmenliği tercih etmişlerdi ve diğer bir kısmının ise meslekleri ile ilgili yerlerin kurasını çekerek o bölgelere gittiler. Kursumuz bitmeden önce, bizlere bir haftalık memleket izni verilmiş ve serbest bırakılmıştık. Ben de annemi, babamı, arkadaşlarımı, yakın akraba ve dostlarımı ziyaret etmek üzere, memleketim olan Giresun’a doğru yola çıktım. Köyüme ulaşıp, anne babamla ve aile fertlerimle kucaklaşıp, hasret giderdikten ve dinlendikten sonra ertesi gün köyün çarşısına çıkmak için yürüyerek yola çıktım.

Beni askeri kıyafetler içinde kahvehanenin camından görüp tanıyamayan köylüler birbirlerine; “Komutan tek başına geliyor herhalde, çabucak silahları saklayın” diye haber salmışlar. Kahvehaneye girdim, şapkamı asıp selam verdikten sonra aralarına oturdum. Beni ancak o zaman tanıyabildiler ve “Allah iyiliğini versin hoca sen miydin? Biz de karşı köydeki karakoldan komutan geliyor zannederek, silahlarımızı sakladık” dediler ve beraberce güldük.

Bir hafta çabucak geçti. İznim bitmişti, artık vedalaşıp tekrar Ankara’daki birliğime döndüm. Bizlere başlangıçta verilen elbise ve eşyaları imza karşılığında tekrar birliğe teslim ederek Mamak Muhaberedeki serüvenimiz böylece son bulmuş oldu.

Rüstem Kılıç/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.