
Bir öğretmen arkadaş anlatmıştı, dedesi her sohbette konuyu namaza getirirmiş. Eve misafir gelse, ne eder eder, bir şekilde konuyu namaza bağlarmış. Dedesi çok tatlı dilli bir insanmış, gelen kişiyi önce dinler, sonra bir vesile ile takdir eder, peşinden de güler yüzle; “İyisin hassın da namazlarını da kılıyor musun peki?” diye sorarmış. Kılıyorum derlerse tebrik edermiş, kılmıyorum derlerse; “Olur mu öyle şey” deyip şu hatırasını anlatırmış:
“Rahmetli kayınpederim dindar bir insanmış, çocuklarına hep namazı öğretmiş. Hanım da çocukluktan beri kılarmış. Ben evlendiğimde hanımım 16 yaşındaydı. Evliliğimizin ilk günlerinde baktım ki hanım abdest alıp namaz kılıyor, ben kılmıyorum. O kılıyor ben niye kılmıyorum dedim, utandım, ben de namaza başladım. O gün bugündür hanım da ben de hiçbir gün namazlarımızı terk etmedik.”
Hatırlatmak fayda verir
Cenab-ı Allah buyuruyor ki; “Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü’minlere fayda verir.” (Zariyat, 55) Yeter ki bu öğüdü itici olmadan vermeyi başarabilelim. Bir kompozisyon yazarken bile giriş, gelişme, sonuç bölümleri var. Bazı şeyleri anlatırken de önce bir altyapı hazırlayıp sonra uygun bir şekilde söylemek lazım.
Konuşma yaptığım bir program sonrasında yaşlı bir teyzemiz el kaldırdı, söz istedi. “Buyur teyze” dedim. “Ne olacak bu namazsız ve ahlaksız gençlerin hali?” diyerek güzel bir konuşma yaptı. Yaşlı teyzenin samimi ifadeleri salondaki herkesi etkiledi. Programdan sonra, kimdir bu teyzemiz falan derken oradaki arkadaşlar teyzenin çok güzel hizmetlerinden bahsettiler. Teyzemiz bir iş adamının annesiymiş. Şunları anlattılar.
Almanya’daki Türklerden bir iş adamı etrafındaki çalışanları iftara davet etmiş. Muhabbetli bir sofra kurulmuş, çok güzel katılım olmuş. İftardan sonra herkes kalkmış, abdest alıyor, namaz kılıyor, işçilerden Bulgar Mehmet diye biri var, bir tek o namaz kılmıyormuş. Bulgaristanlı olduğu için ona öyle diyorlarmış. Bulgar Mehmet oturmuş sağa sola bakınırken iş adamının annesi yanına gelmiş.
Mehmet’e; “Oğlum sen niçin oturuyorsun? Bak herkes namaza kalkıyor, sen neden namaz kılmıyorsun?” diye sormuş. Mehmet; “Teyze ben namaz kılmayı bilmiyorum” demiş. Teyze sevimli ve samimi bir edayla; “Aşk olsun evladım hem oruç tutuyorsun, hem de namaz kılmıyorsun” demiş. Sonra aralarında şöyle bir konuşma geçmiş:
“- Teyzeciğim ben hiçbir şey bilmiyorum.”
“- Oğlum önce işte abdest alacaksın.”
“- Teyze ben abdest almayı da bilmiyorum.”
“- O işler çok kolay önce ellerini yıkayacaksın. Ağzını, burnunu, yüzünü yıkayacaksın. Kollarını yıkadıktan sonra başını, kulaklarını ve enseni mesh edeceksin. Ayaklarını da yıkadın mı tamam be evladım. İşe bu kadar kolay.”
“- Ama teyze ben namazda ne okuyacağımı da bilmiyorum.”
“- Aman evladım dert ettiğin şeye bak. Kur’an‘dan kolayına giden sureleri okuyacaksın. Kur’an’ın baş tarafında bir Fatiha var, önce onu okuyacaksın. Ondan sonra Kur’an’ın arka sayfalarında bir iki tane kısa süre var, onları öğreneceksin. Bir de Subhaneke, Tahiyyat ve Salli Barik dualarını da öğrenirsen tamam olur.”
“- Teyze! Bunları kısa zamanda öğreneceğim sana söz veriyorum.”
Teyzenin yüzünde gülücükler açmış; “Aferin sana evladım. Kılarsın tabi, niye kılmayasın, Müslüman evladısın” demiş.
Ziyaret etmiş
Birkaç gün sonra Bulgar Mehmet patronuna demiş ki: “Ben teyzeyi görmek istiyorum.” Patronu Mehmet’i yaşlı annesinin ziyaretine götürmüş. Mehmet’i gören teyze çok mutlu olmuş. Mehmet ezberlerini teyzeye dinletmiş. Böylece Mehmet namaza başlamış.
Tabii bu olay 2000’li yıllardan önce olmuş. O zaman telefonlar çok yaygın değildi. Mehmet bir avuç jeton almış ankesörlü telefonla Bulgaristan‘a telefon etmiş. Hanımına; “Ben namaza başladım. Namaz da pek kolaymış” demiş.
Hanımı; “İnşâallah gelince bana da öğretirsin” demiş. Mehmet; “Benim gelmemi beklemene gerek yok. Sen de namaza başla. Kur’an’ın başından bir yeri var, Fatiha diyorlar orasını ezberle. Sonra Kur’an’ın arka sayfasında küçük bir yerler daha var onları da okursan olup gidiyor” demiş.
Bildiği kadarıyla tarif etmiş, eşi de öğreneceğine söz vermiş. Bir zaman sonra Mehmet izine gitmiş. İzinde akrabalarından başlayarak her gördüğünü namaza davet etmiş. Kısa zamanda onlarca kişinin namaza başlamasına vesile olmuş. Tabi o zamanlar Mehmet’in memleketinde insanları cahil bırakmışlar. İnsanlar Kur’an okumak istiyorlar ama Kur’an yok, öğreten yok.
Bunu Mehmet Almanya’daki arkadaşlarına anlatınca, yardımcı olmuşlar, gereken her şey temin edilmiş. Mehmet bir daha Bulgaristan’a gittiğinde hediyeleri ile birlikte gitmiş. Kısa zamanda bütün köylülerini namaza başlatmış. Köylerinde cami varmış ama imam yokmuş. Mehmet camiye bir imam ayarlamış derken maneviyat yoksunu köyde güzellikler başlamış.
Mehmet bununla da yetinmemiş Almanya’daki caminin müdavimi olmuş. Her gün sabah namazından önce camiye geliyor Kur’an öğreniyor ve işe öyle gidiyormuş. Caminin hizmetleri için de koşturuyormuş. Tabiri caizse Mehmet artık hizmette yarış yapıyormuş.
Acizane diyorum ki yaşlı teyze ufak bir gül atmış, sonra o gül gülistana dönüşmüş. Bir kaç tatlı sözle Mehmet’in gönül dünyasına namazın girmesine vesile olmuş. Sonra o güzellik yayılarak çoğalmış, bir köyün ibadete yönelmesine vesile olmuş.
Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair çok güzel yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.