En değerlimiz en takvalımızdır…

Şirk ve küfürden sakınmak takvanın ilk adımıdır. Kur’an-ı Kerim, Mekke’deki şirk toplumunu evvela şirkten sakındırmış ve tevhide davet etmiştir. Takvanın ikinci derecesi ise günahlardan sakınmak ve farzları eda etmektir. Yani kalbini şirkten arındıran mü’min, ikinci olarak da kalbini günahların karanlığından koruyacaktır. Kalbini Allah’tan gafil kılacak şeylerden sakınıp farzları yaptıktan sonra, Sünnet ve edeplere de dikkat ederek kulluk vazifelerini ifa edecektir.

İslam’ın değerler hiyerarşisinde “takva” belirleyici bir unsur olarak öne çıkmaktadır. Nitekim; ‘’Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı en çok takvalı olanınızdır” (Hucurat, 13) ayeti takvanın Allah katında kıymet ölçüsü olduğunu göstermektedir. Biz kullar da bu ölçüyü dikkate alıp takvalı olarak gördüğümüz kardeşlerimize daha fazla değer vermeliyiz. Ki bu da zaten Allah için sevmek demektir.

Takva sahipleri

Yüce Rabbimizi razı etmek isteyen herkes takvaya sarılmak zorundadır. “Ey iman edenler! Allah’a karşı gereği gibi takvalı olun ve ancak Müslümanlar olarak can verin’’ (Ali İmran 102) ayeti takvalı olarak yaşamayı emretmektedir. Takva, Allah Teâlâ’nın korkusuyla haramlardan uzak durup, farzları özenle yerine getirme halidir. Muttaki ise, bu hal ile Yaratan’ın azabından rahmetine sığınan ve onun cennet ödülüne layık olan samimi mü’min demektir. 

Şu hadis-i şerifte de böyle bir mü’min vasfedilmektedir. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e; “En faziletli mü’min kimdir?” diye sorulunca: “Kalbi mahmüm (pak), dili doğru sözlü olan herkes” cevabını verdiler. Ashab-ı Kİram: “Doğru sözlülüğün ne demek olduğunu biliyoruz. Mahmümu’l kalb ne demektir?” diye sordular. “(Mahmüm kalb), Allah’tan korkan tertemiz kalptir, içinde günah yoktur, zulüm yoktur, kin yoktur, hased yoktur” buyurdular. (İbnu Mace, Sünen, 4216)

Takvalı olmak belli hassasiyet ölçülerinde yaşamayı gerektirir. Kulluk ve taatta hassasiyet, ibadette, infakta, salih amel işlemekte hassasiyet, emri maruf ve nehyi münkerde hassasiyet muttakilerin önem verdiği hususlardır. Takva sahiplerine verilen müjdeye gelince Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takvâ sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan, ebediyyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah’ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür.’’ (Ali İmran, 15)

Helal rızık

Yüce Rabbimiz her konuda öncü ve örnek olarak gönderdiği elçilerine buyurmuştur ki: “Ey Peygamberler! Bu dünyada size bahşedilen temiz ve helâl yiyeceklerden yiyin için ve daima salih ameller yapın. Hiç kuşku yok ki, Ben yaptığınız her şeyi bilmekteyim.” (Mü’minun, 51) Dikkat ederseniz bu ayet-i kerimede Rabbimizin iki isteği ön plana çıkmaktadır. Birincisi helal yemek, ikincisi salih ameldir.

Bunları biraz açacak olursak şunları söyleyebiliriz. Takva sahiplerinin en çok üzerinde durdukları hususların başında helal gıda meselesi gelir. Helal dinen yapılması veya yenip içilmesi yasaklanmayan, serbest bırakılan şey demektir. Helal dairesi zevke kafidir harama lüzum yoktur. Ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: ‘’Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan şeylerin helal ve temiz olanlarından yiyin. Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o size apaçık bir düşmandır’’ (Bakara, 168)

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in Sad bin Ebu Vakkas’a hitaben şöyle dediği rivayet edilmiştir: ”Ya Sa’d! Helal ve güzel (olan, haramdan arınmış olanı) ye. Duan kabul olur. Muhammed’in nefsini kudret elinde tutana yemin olsun ki karnında haram lokma bulunan kulun duası kırk gün kabul olmaz. Bedeni haram ve riba ile beslenen kişiye cehennem daha layıktır.” (Et Tergib, Ve’t Terhib, II, 547)

Hak dostları

Hak dostlarının da helal gıda ile ilgili çok güzel öğütleri bulunmaktadır. Mevlânâ Hazretleri insanın hikmet pınarlarının çalışmasını helal gıdaya bağlar ve şöyle der: “Bu seher benden ilham kesildi. Anladım ki vücuduma şüp­heli birkaç lokma girdi. Bilgi de hikmet de helâl lokmadan doğar. Aşk da merhamet de helâl lokmanın mahsûlüdür. Eğer bir lokmadan gaflet meydana gelirse, bil ki o lokma şüpheli veya haramdır. Nur ve kemâli artıran lokma, helâl kazançtan elde edilen lokmadır.”

Yine Hak dostlarından Süf­yân-ı Sev­rî kuddise sirruhu; “Ki­şi­nin din­dar­lı­ğı, ek­me­ği­nin he­lâl­li­ği nis­be­tin­de­dir” bu­yur­muş­tur. Bir ­gün ken­di­si­ne: “Efen­dim! Na­ma­zı bi­rin­ci saf­ta kıl­ma­nın fa­zî­le­ti­ni an­la­tır mı­sı­nız?” de­dik­le­rin­de de he­lâl lok­ma­ya dik­kat çek­miş ve ‘Kar­de­şim! Sen ek­me­ği­ni ne­re­den ka­za­nı­yor­sun, ona bak! Ka­zan­cın he­lâl ol­duk­tan son­ra, han­gi saf­ta di­ler­sen na­ma­zı­nı ora­da kıl; bu hu­sus­ta sa­na güç­lük yok­tur” ce­va­bı­nı ver­miş­tir.

Şöyle eğitici bir menkıbe anlatılır: Behlül Dânâ bir gün Harun Reşid’den bir vazife ister. Harun Reşid de ona çarşı pazar ağalığını (denetimini) verir. Behlül hemen işe koyulur. İlk olarak bir fırına gider. Birkaç ekmek tarttırır, hepsi normal gramajından noksan gelir. Dönüp fırıncı ya sorar:“Hayatından memnun musun, geçinebiliyor musun, çoluk çocuğunla ağzının tadı var mı?” Adam her soruya olumsuz cevap verir. Memnun olduğu tek bir şey yoktur.

Behlül bir şey demeden oradan ayrılır ve bir başka fırına geçer. Orada da birkaç ekmek tarttırır ve görür ki bütün ekmekler gramajından fazla geliyor, eksik gelmiyor. Aynı soruları bu fırının sahibine de sorar ve her soruya olumlu cevap alır. Bundan sonra başka bir yere uğramadan doğru Harun Reşid’in huzuruna çıkar ve yeni bir vazife ister. Harun Reşid; “Behlül, daha demin vazife verdik sana, ne çabuk bıktın?” der.

Behlül açıklama yapar: “Efendimiz çarşı pazarın zaten bir ağası varmış. Benden önce ekmeklerle birlikte vicdanları da tartmış ve buna göre herkes hesabını ödemiş, yani bana ihtiyaç kalmamış” der… (Osman Nuri Topbaş; İslam Tefekkür Ufku, 381)

Şunu unutmayalım ki helal lokma ibadet aşkı ve şevki meydana getirir, haram ise ibadet iştiyakını söndürür, ibadet zevkini öldürür. Bir insan harami ise namaz kılsa bile hem kendisine hem de çocuklarına yazık etmiş olur. Onları da haram ile büyüterek zararlı yetiştirmiş olur. Haramla büyüyen çocukların inanç problemleri de çok olur. Ülkemizde yapılan sosyolojik araştırmalar da bunu doğrulamaktadır.

Salih amel

Yukarıda naklettiğimiz ayet-i kerimede ikinci olarak salih amel konusu işlenmektedir. Bir insanın ahretini kurtaran şey, yalnızca iman etmesi değil, aynı zamanda o imana uygun salih ameller işlemesidir. Salih amel, samimi imanın da bir göstergesidir. Salih amelin neticesini Rabbimiz Ankebut Suresi 9. ayette şöyle müjdelemektedir: ’Ayetlerime  iman ederek salih ameller sergilemiş olan kimseleri, o gün cennete, iyi insanların arasına katacağım’’

Dolayısıyla yalnızca “iman ettim” deyip, bu imanın gereklerini yerine getirmemek, insanı kurtarmaz. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, “İman ettik” demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar? And olsun ki biz, onlardan öncekileri de sınamıştık. Allah, elbette doğru olanları ortaya çıkaracaktır; kezâ O, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır.” (Ankebut, 2- 3)

Bir amelin salih amel olabilmesi için; salih ameli yapan kişinin Müslüman olması, o salih ameli imanının bir gereği olarak tam bir ihlasla yapması gerekir. Buna ilaveten salih amel Kur’an ve Sünnet’e uygun ameldir. Rabbim cümlemize helal kazanıp salih ameller işlemeyi nasip etsin. Bizleri takvalı bahtiyar kularının arasına katıp cennetine girdirsin. Amin.

Recep Uzun/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Çobanın tek dileği buymuş…

Bazen bana; “Ne kadar çok hikaye anlatıyorsunuz?” diyenler oluyor. Çok geziyorum, çok dinliyorum ve çok …

Bir yorum

  1. Allah razi olsun.Faydali bir yazi kaleme alinmis.Hayirli cumalar…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.