Hayat imanla güzel…

18.04.2013 Perşembe günü bir programa katılmak için İstanbul’dan Ankara’ya gitmiştim. “Yıllar ne çabuk geçmiş” dedim kendi kendime. 1984 yılında Ankara’ya gittiğimde çok garip bir halim vardı, hiç kimseyi tanımıyordum. Polislik mesleğinde görev yapacağım ilk yer Ankara’ydı. Gençliğin verdiği heyecan ile “Bu büyük şehirde görevimi başarıyla yapabilecek miyim?” diye düşünüyordum.

Yolculukta arkadaşım, hemşerim rahmetli Aziz Baba idi. Sabaha yakın Ankara terminaline varmıştık. Rahmetli Aziz Baba’nın o güzel üslubuyla bana, “Gel babam fazla düşünme, bu şehri öğrenirsin. Hele şu Ulus’a gidelim, sıcak sıcak bir tuzlama yiyelim de aklımız başımıza gelsin” deyişi daha dün söylenmiş gibiydi sanki.

O ne yücedir

Yaratan ne kadar yüce! O gidişim memuriyete ilk başlangıç için, bu seferki gidişim ise Gençlik Parkı’ndaki Necip Fazıl Kısakürek Konferans Salonu’nda yurtdışından Türkiye’ye gelen, öğrenimini burada yapan üniversiteli gençlere konferans vermek için…

Rabbim murad ederse kayanın içinden su çıkarıyor… Cansız yumurtadan canlı civciv meydana getiriyor… İnsan denen Yüce varlığı değersiz, adi bir sudan yaratıyor… Çünkü O, aziz olandır, hakîm olandır; O’nun gücünde sınır yoktur. Akıllı olan insan O’na dost olma yollarını aramalıdır; O’na dost olanın dünyası da, ahireti de güzel olur.

Yine eskiye dönelim. 8 yıl ikamet ettiğim Şentepe’ye gittim. Mahalle bakkalımız Mustafa Alıcıoğlu’nun evinde misafir oldum. O akşam Mustafa’nın küçük oğlu Maşuk ile Hâkka Sûresi’nden birkaç âyet okuduk ve bu âyetler minvalinde sohbet ettik.

Âyet 19’da kitabı sağ tarafından verilen “Alın kitabımı okuyun, doğrusu ben hesabımla karşılaşacağımı biliyordum” der. Takip eden âyetler cennet nimetlerini, daha sonrakiler ise cehennemlikleri, kitabı soldan verilenleri anlatır ki bu anlatılanlar bu yazıya sığamayacak kadar önemlidir.

Mealden okuyun

Yazımı okuyan kardeşlerimden bu âyetlerin meâllerini okumalarını rica ediyorum. Çünkü önümüzde öyle bir gün var ki, ahirette geriye dönüş olmadan amelimizle karşılaşacağız. Orada “eyvah” demenin, “pişman” olmanın hiçbir anlamı olmayacak; babanızın, dedenizin, kardeşinizin âlim veya hoca olmasının size hiçbir faydası olmayacak. Bakın o sahneyi Mu’minûn Sûresi nasıl anlatıyor:

“Sûra üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır. Birbirlerini de arayıp sormazlar. Artık kimlerin tartıları ağır basarsa, işte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir. Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir, (çünkü onlar) ebedi cehennemdedirler. Ateş yüzlerini yakar, orada suratları çirkin ve gülünç bir halde bulunurlar.” (101-104 arası âyetler)

Yatsı namazında camiye gittik. Eskiden % 90’ını tanıdığım cemaat içerisinde sadece birkaç tane tanıdığım çıktı. Onların da kimisinin gözü görmüyor, kimisinin kulağı duymuyordu; kimisinin elinde baston yürüyemez hale gelmiş, kimisi akıl hastası olmuş yüzüme bakıyor ama beni tanımıyor; bazı dostlarımız ise yıllardır hasta yatağında ölümü bekliyordu.

Şairin dediği gibi:

Sonbahar gelmiş de samyeli esmiş,
Yaprağı dökülmüş dallar gibiyim.
Bahçıvanı gitmiş, bakımsız kalmış,
Boyunları bükülmüş güller gibiyim.

Merakım yok yeşilinde, alında,
Dünyadan vazgeçmiş mecnun gibiyim.
Hevesim kalmadı dünya malında,
Dengini toplamış göçmen gibiyim.

Derdim tükenmedi ömür boyunca,
Gülmedim ömrümde bir kez doyunca,
İsyana düşmedim sabrım bitince,
Mevlâ’ya açılan eller gibiyim.

Seccade başımda, tespih elimde,
Duaları fısıldayan dilimde,
Tefekkürle boyun eğdim önünde,
Allah’a yalvaran diller gibiyim.

Bizim yuva kurmasına vesile olduğumuz Halit isimli arkadaşımız genç yaşında vefat etmiş, iki kızı yetim kalmış. Zenginler de gitmiş, fakirler de gitmiş… Kalanlar ise takatsiz kalmış. Kendi kendime dedim ki:

“Yolun sonu görünüyor, daha dikkatli olmalısın. Bir zamanlar seni tarlalarda çalıştıran Rabbin, daha sonra çeşitli kademelerde polislik yaptırdı, şimdi de dünyayı gezdiriyor, sana hatiplik yaptırıyor. Unutma ki, beyaz elbiseye bürünüp toprağa yan yatacağın gün çok yakındır; onun için yürüme koş!”

Ankara değişmiş

29 yıl önce geldiğim Ankara çok değişmişti. İnsanlar değişmiş, evler yıkılmış, gecekondular apartman, gençler ihtiyar olmuştu. O anda aynaya baktım, benim de yüz hatlarımın çok değişmiş, saçlarımın ağarmış, dünyanın beni de ihtiyarlatmış olduğunu gördüm.

Dünya sanki bir kalbur gibi insanları elemekte… Kimi bugün, kimi ise yarın toprağa düşüyor. Ne kadar yaşamış olmak veya geçen günlerin süresinin çok olmasının bir önemi yok; asıl olan nasıl yaşamış olmaktır.

Geçen günler ibadetsiz ise, hayat insanların yararına bir iş yapılmadan boşu boşuna geçmişse, o zaman keşke desek ne olacak? Önemli olan vicdanın sesini dinleyerek hayatın her safhasına program yapmamızdır. Allah ile olan ilişkimizde, ibadette ihlâs; kullar ile olan ilişkimizde, muamelatta ise adalet olursa o zaman hakkaniyet ortaya çıkar, o zaman ihtiyarladığımızda “ihtiyarım ama bahtiyarım” diyebiliriz.

Hayat imanla güzeldir. Müslüman cennete uçan iki kanatlı kuş gibidir; biri Rabbine, diğeri de kullara karşı görevlerini temsil eden kanadı… Bunun için de önünde Muhammed Mustafa’n, elinde Kur’an’ın, midende helal lokman, alnında secden, gözünde yaşın olmalıdır. Zaten topraktan geldik, yine toprağa gideceğiz; ne fark eder ki ha bugün, ha yarın… Rabbim hesap gününü unutmadan iman ile can verip ak yüz ile huzuruna varmamızı nasip etsin.

Ne mutlu iman ile göçenlere!

Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.