Hani herkesin bildiği bir menkıbe vardır: Yavuz Sultan Selim Mısır seferinden dönerken İbni Kemal’in atının ayağından sıçrayan çamur Yavuz Selim Han’ın kaftanına sıçrayınca İbni Kemal çok mahcup olur ve ne diyeceğini şaşırır. Bu hali gören Padişah; “Âlimin atının ayağından sıçrayan çamurlar bize medar-ı ziynettir. Öldüğüm zaman bu kaftanı böylece sandukamın üstüne koysunlar” diyerek hocasını yüceltir. Vasiyeti üzere bu kaftan bugüne kadar yıkanmadan muhafaza edilmiştir.
Bu menkıbede ismi geçen Şemsüddin Ahmed İbni Kemal Paşazade daha sonra Osmanlı’nın dokuzuncu şeyhülislamı olacaktır. Can Alpgüvenç Hoca’nın sunduğu bir televizyon programından öğrendiğime göre İbni Kemal âlim bir şahsiyet olarak onlarca eser vermiştir. Hatta bir hesap yapıldığında ömrünün her gününe yirmi sayfa yazı düştüğü görülmektedir. Bunu nakleden ve bir keramet olarak nitelendiren Can Alpgüvenç, türbesinde gerçekleştirdiği programında onun Şah İsmail’e karşı Yavuz Sultan Selim’e fetva desteği verdiğini ifade etmişti. Nitekim İbni Kemal’in; “Şeriat kim sarây-ı kibriyâdır/ Hakikat yapısı muhkem binâdır/ Ânın bir taşını kim koparırsa/ Yerine başını koymak revâdır” şeklindeki şiiri meşhurdur.
2011 yılının Eylül ayında Eyüpsultan’daki Mihrişah Sultan Sibyan Mektebi’ne gittiğimde görmeyi umduğum Dr. Mehmet Emin Hocamı göremediğim gibi, genellikle bahçesinde ziyaretçisi eksik olmayan bu mekânda hiç kimse yoktu. Altında oturmaktan huzur bulduğum büyük ağacın altında oturup tefekkür ederken, daha önce burada bir kere gördüğüm sarıklı cübbeli bir amca yanıma geldi. Derin bakışlarından dolayı siması aklımda kalmış bir kimseydi.
Yanıma oturdu ve kendisiyle tanıştık; isminin Hüseyin olduğunu söyledi. “Ben” dedi: “İbni Kemal Hazretleri’nin türbedarıyım.” İbni Kemal ismini duyunca aklıma bir müddet önce Üsküdar’daki cenazede tanıştığım Ergün Amca’nın onunla ilgili sözleri geldi. Ergün Amca bana onun kabrini mutlaka ziyaret etmemi tavsiye etmişti. Bundan dolayı Hüseyin Amca’nın sözlerine daha da bir kulak verdim.
Hüseyin Amca o türbeyi yedi sene önce onararak harabe olmaktan kurtardığını, ziyaret edilesi bir mekân haline getirdiğini söyledi. Söylediklerine göre bundan yedi sene önce İbni Kemal’in kabrini ziyaret etmek isteseydiniz Edirnekapı Kabristanı’ndaki harabeye dönmüş bir türbeyle karşılaşacaktınız veyahut büyük bir ihtimalle orayı hiç bulamayacaktınız. Çünkü o zamanlar yolu bile olmayan ve mezar taşı kırılmış o kabirde okunacak bir yazı dahi kalmamış. Kaldı ki orası tinercilerin mekân tuttuğu bir yer olduğu için o kabri ziyaret etmek pek de güvenli değilmiş.
Hüseyin Amca; “İstersen seni oraya götüreyim şimdi” dedi. Tek başıma gitsem mezarlığın içerisinde o kabri bulmamın zor olacağını da düşünerek; “Haydi gidelim” dedim. Aman Ya Rabbim ayağımızı kaydırma; sanki beni o kabre götürmekle görevliymiş gibi gelip beni almıştı. O gün bahçede hiç kimsenin olmaması da sanki bu ziyaretin vaktinin geldiğine bir işaretti.
Sohbetimize yol boyu minibüste ve İbni Kemal türbesinde devam ettik. Anlattığına göre Hüseyin Amca’nın asıl adı Saldun Terzioğlu’ymuş fakat büyükler bu ismi münasip bulmayınca, o ismini bir kenara atmış ve kendisine verilen Hüseyin ismini kullanmaya başlamış… 1944 Bursa doğumlu olan Hüseyin Amca özel sektörden emekli olduktan sonra kendisini tasavvufa ve kitap okumaya vermiş. Bu dönemde gönlüne İsmailağa Camii’nde çalışma arzusu düşmüş. Camii vakfı başkanına giderek bu arzusunu iletmiş. İlk önce; “Sen yaşlısın yapamazsın” denilse de; “Ben bu kapıya hizmet etmeye geldim, yaşlılığımı nazar-ı itibara almayın” demesi üzerine kendisine otuz dört tane helası bulunan tuvaletleri yıkama görevi verilmiş. Bu görevi seve seve yaptığını söyleyen Hüseyin Amca, bu vesile ile Mahmud Ustaosmanoğlu Efendi’den çok dualar almış ve hatta bir seferinde Mahmud Efendi’nin; “Hüseyin, Hüseyin sen çok hayırlı işler yapıyorsun” şeklindeki iltifatına mazhar olmuş.
Orada dört sene çalıştıktan sonra 2004 yılında bahsetmek istemediği bir takım işaretlerle ecdadının kabirlerinin bulunduğu Edirnekapı Kabristanı’nda gönüllü olarak temizlik ve düzenleme faaliyetlerine başlamış. O dönemde İbni Kemal’in harabeye dönmüş kabrini görünce çok üzülmüş ve ağlamış. Zira tinerciler kabrin içerisinde ateş yakmış, içki içmiş ve pislemişler. Hüseyin Amca o günden sonra bu kabri onarmaya ve başında durmaya karar vermiş. O günleri kendisi şöyle anlattı:
“Yedi sene önce kabri onarmaya başladım. O zaman kabristanlarda güvenlikler yoktu; takkem çalındı, cübbem çalındı, içinde cüzdanım vardı, param vardı; iki kere de telefonum çalındı. Kendini bilmez insanlar buraları mekân tutmuştu. Her gün gelip buraya hizmet ettim. Rabbim burayı bize tertemiz yapmayı nasip etti. Haziresini onardık, yerlerine taş döşedik, çeşmesi yoktu çeşme getirdik. Küçük bir pano aldım oraya da tarihçesini yazdırdım. Tramvay yolu yapılırken müteahhit Metin Bey’e mezara çıkmak için bir merdiven yapmasını rica ettim. Sağ olsun beni kırmadı. Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nden çiçek istedim, getirip diktim. Belediyeden kaldırım taşı alıp mezara giden yolu yaptırdım. Zaman zaman İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne, Fatih Belediyesi’ne ve Eyüpsultan Belediyesi’ne gidiyorum türbenin ihtiyaçlarını söylüyorum. Hepsi de yardımcı oluyorlar, Allah razı olsun.”
Hüseyin Amca bazı zayiatlar vererek bu türbeyi onardıktan sonra bu mekân yine bir takım saldırılara maruz kalmış. Bu sıkıntıları şöyle anlattı: “Biz bu onarımı yaptıktan sonra defineciler bu mübareğin kabrini rahatsız etmişler. İki – iki buçuk metre kabrini kazmışlar bir hazine buluruz diye… Bu da bana çok dokundu, çok üzülerek onu muhafazaya almak için demir bir kafes yaptırmak zorunda kaldım. İbni Kemal Hazretleri vasiyetinde kendisi için vefat ettiğinde üstü kapalı türbe yaptırılmasını istememiştir. Ben de içine yağmur girmeyen kapalı türbeler gibi olmaması gerektiğini düşünerek bu demir kafesi yaptırdım.“
Eskiden her gün türbeye gelen Hüseyin Amca bugünlerde haftanın üç günü gelebiliyormuş. Burada huzur bulduğunu söylüyor ve ilave ediyor: “Buraya devamlı gelmediğim zaman içim sıkılıyor, evde duramıyorum. Bir de rüyamda sakallı bir zat eliyle gel diye bana işaret ediyor.” Onun bu kabre olan düşkünlüğü öyle bir hal almış ki artık hane halkı da rahatsız olmaya başlamışlar. Öyle ki hanım teyzemiz Hüseyin Amca’ya; “Bir gün mezarlıklarda ölüp kalacaksın” diyormuş…
Hüseyin Amca türbenin bulunduğu Mahmud Çelebi Haziresi ile ilgili şu bilgileri verdi: “İbni Kemal’in bulunduğu hazireye Mahmud Çelebi Haziresi denilmektedir. Kapıdan girildiğinde türbedeki ilk kabir İbni Kemal’in kabridir. Türbedeki ikinci kabir Mahmud Çelebi’ye aittir. Mahmud Çelebi meşhur Şeyh Emir Buhari’nin (Emir Sultan) damadı ve bu isimle bilinen tekkenin ilk şeyhidir. 1531 tarihinde vefat etmiştir. Ayvansaraylı Hafız Hüseyin Efendi’ye göre Kazasker Mehmed Efendi’nin ve Muhyiddin Hicri Efendi’nin kabirleri de bu türbededir.” Hüseyin Amca bu ve benzeri bilgileri bir levhaya yazdırarak türbenin yanına da asmış.
Hüseyin Amca’nın değişik ve derin bir bakışı olduğunu söylemiştim. Onun bir farklı özelliği de Türkçeyi çok kibar ve düzgün bir şekilde kullanmasıydı. İbni Kemal Paşazade ile ilgili bildiklerini şöyle özetledi: “Osmanlı döneminde üç padişah görmüş Osmanlı’nın dokuzuncu şeyhülislamı İbni Kemal, Sultan II. Beyazıd-ı Veli zamanında Sipahi Ocağı’nda bir askermiş. O zaman bir komutanının yani bir paşanın Filibeli bir âlim geldiğinde ayağa kalktığını görmüş. Bir asker arkadaşı ile bu konuda sohbet etmişler. ‘Bu zat kim ki paşa ayağa kalktı?’ diyerek hayrete kapılmış. Arkadaşı da onun Tokatlı Molla Lütfi adında çok büyük bir âlim olduğunu söylemiş. O gün Osmanlı’da âlimlerin baş üstünde tutulduklarını anlayan İbni Kemal; ‘Ben orduda yükselsem en fazla bir paşa olurum’ diye düşünmüş ve asıl önemli makamın paşalık değil hocalık olduğunu anlamış. İstanbul’a döndüğünde ordudan ayrılmaya ve kendisini ilme vermeye karar vermiş. Ve hakikaten döndüğünde dediği gibi yapmış ve ordudan ayrılarak Edirne’ye Molla Lütfi’nin yanına ilim tahsil etmeye gitmiş. Orada talebeliğe başlamış, daha sonra başka hocalardan ders alarak sonunda müderris olmuş. Gel zaman git zaman ilimde iyice ilerlemiş. Bunu bilen Osmanlı padişahı II. Beyazıd-ı Veli kendisine Osmanlı’nın ilk ansiklopedisini yazmasını emretmiş. O da büyük bir tarih ansiklopedisi yazmış.”
“Yavuz döneminde İbni Kemal’le Padişah’ın arasında bir ahbaplık oluşmuş. Yani Yavuz Sultan Selim Han’ın çok sevgili bir hocası olmuş. İbni Kemal kitabında der ki; ‘İran taraflarından Şah İsmail, Allah tarafından haram kılınanı helal, helal kılınanı haram telakki ediyor.’ Onun İslam’a böyle zarar verdiğini düşünerek Yavuz Selim Han’a, Şah İsmail’i haklaması gerektiğini söylemiş. Yavuz Sultan Selim Han da bunun üzerine Şah İsmail’e birçok kez elçiler göndermiş. Elçiler öldürülünce, olumlu cevaplar da gelmeyince; Yavuz da İstanbul’dan başlayarak ordusunu toplamış ve Çaldıran’da Şah İsmail’i hezimete uğratmış… Şah İsmail tasını tarağını alıp kaçınca Yavuz Sultan Selim onun hanımlarını komutanları ile evlendirmiş.”
“Daha sonra cifir ilmini kullanarak Yavuz’a Mısır’ı fethedecekleri zamanı söylemiş. Sonra da Sultan’a Şah İsmail’i destekleyen Memlüklerle mücadele etmesi gerektiğini söylemiş. İbni Kemal, Şam fethinden sonra orada ebcetle İbni Arabi’nin kabrini bulmuş. Yavuz Selim Han da oraya bir cami bir medrese, bir aşevi yaptırmış. Benim bildiklerim bu kadar.”
Yağmur çiselemeye başlayınca, Mavi Marmara şehitlerini ziyaret edemeden Hüseyin Amca’yla vedalaşmak zorunda kaldık… Türbeden dönerken yolda Çarşambalı Hattat Bakkal Arif Efendi’nin mezarını da ziyaret ederek bir Fatiha okuduk. Hüseyin Amca bu zatla ilgili olarak da şu bilgileri verdi: “Bu mübareğin yazısı öyle güzeldir ki Şehzadepaşa Camii’nin Vefa’ya bakan kapısındaki yazmış olduğu sülüs yazılı besmele insanı mest eder. Bu mübareğin yazılarını meşhur Hattat Sami Efendi de övmüştür. Bu mübarek Çarşamba’da evinden çıkıp çarşıda kahvenin önünden geçtiği zaman saygıdan bütün herkes ayağa kalkarmış. Mezarının baş taşındaki güzel yazıyı ise Hattat Rakım Efendi yazmıştır.”
Edirnekapı mezarlığının çıkış kapısına ulaştığımızda Hüseyin Amca eskiden mezarlığın yola bakan tarafında yüksek bir utanç duvarı olduğunu ve kendisinin ecdadımızın mezarını kapatan bu duvardan dolayı çok üzüldüğünü hatta bu yüzden; “Ecdadımızın kabristanını bu büyük utanç duvarı ile kapattılar” diyerek çok ağladığını söyledi… Daha sonra bu duvar tramvay yolu yapımı esnasında kaldırılınca Hüseyin Amca Rabbine gözyaşları ile çok şükürler etmiş. Ne kadar takdir edilesi bir tavır. Zira İslam medeniyetinde hayatla ölüm iç içe algılandığından mezarlıkların yüksek duvarlarla gizlenmesi bu medeniyetin inceliklerine yakışmayan bir uygulama olsa gerektir. Hem mezarlıkların görünmesi okunan Fatihalar anlamında da bir bereket vesilesidir.
Bundan bir zaman sonra Hüseyin Amca ile Fatih’teki Koyuncu Baba parkında bir bankta beş on dakika kadar oturup sohbet ettik. Aradan bir zaman geçtikten sonra üçüncü görüşmemizi evinde yaptık. O ziyarete Dr. Mehmet Emin Hoca ve genç bir arkadaşla birlikte gitmiştik. Birkaç gün önce ameliyattan çıkmış ve kanepede inleme vaziyetinde yatıyordu. Çok acı çektiğini ve Allah’a şükrettiğini söylemişti. O ziyaretimizden kısa bir müddet sonra da rahmetli olduğunu öğrendik. Allah ondan razı olsun, sayesinde bir Ehl-i Sünnet âlimi ve şeriat muhafızı olan İbni Kemal Hazretlerini tanımış olduk.
Aydın Başar/ İrfanDunyamiz.com
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.