Bir şeyh efendiye rabıta yapmak şirk midir?

Rabıta, aslında çok basit ve yalın bir manevi eğitim yöntemi olmasına rağmen anlaşılması bilinçli şekilde zorlaştırılan ve tartışılan konulardan birisidir. Kimi araştırmacılar mevcut bazı yanlışlardan hareketle genellemeci bir yaklaşımla rabıtayı şirk olarak değerlendirdiği gibi, kimileri de aynı genellemeci anlayışla her türlü rabıtanın doğru ve meşru olduğunu savunmaktadırlar.

Doğru olan ise, her türlü genellemeciliği bir tarafa bırakarak Kur’an ve Sünneti merkeze alarak istikamet üzerine bir tanım yapmaktır. Şayet yanlış rabıta uygulamalarıyla sapıtan kimseler varsa, onları bulundukları yanlış durumdan kurtarmak her Müslümanın görevidir. Konunun daha iyi anlaşılması ve kavranması çerçevesinde önce rabıta kavramını çeşitli yönleriyle tanımlayalım:

Rabıta tanımları

  1. Sözlükte; ip, alâka, bağ, münasebet, ilgi, sevgi, bağlantı ve ilişki anlamlarına gelir.

2. Cesaret ve sabır gösterme, savaş hazırlığı yapma, sınırda nöbet beklemeanlamına gelir ki şu ayet bu konuya ışık tutmaktadır:“Ey iman edenler! (Allah yolunda mücâdele verirken, karşınıza çıkabilecek zorluk ve sıkıntılara) sabredin, (zulme karşı toplumsal direnç göstererek) birbirinizle sabırda yarışın! (Gerek düşmandan gelebilecek saldırılara, gerek şeytânî vesveselere ve ayartılara karşı)her an uyanık ve hazırlıklı olun ve bir de, Allah’tan (gelen ilkeler doğrultusunda hayatınıza yön vererek kötülüğün her türlüsünden titizlikle) sakının ki (böylelikle umduğunuz o zafer ve) kurtuluşa erebilesiniz!”1

3, Tasavvuf yoluna giren kimsenin, eğitimine girmeyi kabul ettiği kâmil bir mürşidin ahlakından ve güzel davranışlarından yararlanmak amacıyla onun tüm güzel yönlerini ve davranışlarını örnek alarak İslâm’ı en güzel bir biçimde yaşayabilme çabası; müridin, mürşidin ahlakı ve hâliyle hâllenmesidir. Çünkü birine tâbi olan, (meşru olan hiçbir şeyde) yoluna girdiği kimseye muhalefet etmez.2 Meşru olmayan hususlarda ise kimseye itaat edilmez. İnsanlara itaat mukayyettir. Mutlak itaat ancak Allah’a ve Resulünedir. Allah’a isyan konusunda hiç kimseye itaat edilmez.

Kişi denetim ve terbiyesine girdiği kâmil mürşidin ahlakıyla ve gayretiyle bezenmelidir. Onun gibi âbid, âlim, mücahid ve muttaki olmaya çalışmalıdır. Eğitim aldığı böyle kâmil bir zatın ahlakıyla ahlaklanıp Muhammedî davranışları üzerinde göstermedikçe velev ki mürşidinin derisini bile giyse yine de rabıta yapmış sayılmaz.

4. Müridin kalben şeyhi ile beraber olması.3 Müridin bu gönül yakınlığı onun günahlara dalmaması hususunda yardımcı bir unsurdur. Bu sayede salik ahlâki bir olgunluk yaşar. Hayalinde bile sadıklarla beraber olan bir kimse kendini devamlı kontrol altında tutar; günaha düşmekten kendini korur.

5. Kâmil bir mürşidin suret ve siretini; yani hem yüzünü hem de ahlak ve davranışlarını düşünmektir.4 ‘Şeyhin suretini düşünme’ şeklindeki rabıtanın Muhammed Bahaeddin Nakşıbend döneminde başladığı rivayet edilmektedir. Rabıta yapılacak şeyhin kâmil olması üzerinde ise ayrıca durulmuştur. Konunun önemi ile ilgili Abdurrahman Câmî ise şu önemli tespiti yapmıştır: “Rabıta yapılacak şeyhin müşahede makamına ulaşmış, zatı tecellilere mazhar, görüldüğünde Allah’ı hatırlatan kâmil bir zat olması gerekir.” Rabıtanın keyfiyeti hususunda Hace İmkenegî’nin müridlerinden Hacı Abdulaziz; “Rabıtada, müridin hayal yoluyla şeyhini kendi yanına getirmektense, kendisinin hayalen şeyhi huzuruna gitmesinin tasavvufi edebe daha uygun olacağını” ifade etmiştir.5

Rabıtanın amacı

Rabıtanın amacı; kalbi basit dünyevi duygu ve düşüncelerden temizlemek; mürşidin ruhaniyetinden feyz almak ve onun vasıtası ile Allah’ı hatırlamak; gıyabında mürşid ile manevi beraberlik ve muhabbet tesis etmek, bu sayede onun hâlini müride yansıtmaktır.

 Rabıtanın esas gayesi muhabbettir. Bu muhabbetin gücü derecesinde mürid, mürşidinden istifade eder. Bazı Nakşbendiler rabıtayı; “Şeyhe tam muhabbet diye tanımlamışlardır.”6 Muhabbetin şirke dönmemesi için sevginin sınırlı olması şart olduğu gibi, müridin sağlam bir akaid ilmi de öğrenmesi de esastır. 

Muhabbetin gerçek anlamı ise, insanın sevdiğiyle beraber olması, kendine ait (kötü) vasıflardan sıyrılıp muhabbet duyduğu zatın üstün nitelikleriyle ahlaklanmasıdır.7 Bu yaklaşıma göre rabıta yapılacak şahsın, şerî emirleri ihsan hâlinde hayatında içselleştirmesi ve dinden zerre kadar taviz vermemesi şarttır.

Dinden itikat ve amel bağlamında taviz vermeyen vera sahibi bir mürşide muhabbet duyan ve hayalinde bile sadıklarla beraber olan kimselerin hayatlarında çok olumlu değişiklikler olur. Kendilerini kontrol altında hissederek kötülüklerden uzak yaşarlar. Bu bağlamda Peygamber Efendimiz ile yaşanan şu olayı örnek verebiliriz:

Huzurda bulunma özlemi

Hanzala’tü-l Esedî, Peygamberimizin huzurunda bulundukları zamanlardaki manevi coşkuyu diğer zamanlarda alamadıklarını söyleyince Resûlullah sallellahu aleyhi ve sellem şu cevabı vermiştir: “Allah’a yemin ederim ki sizler yanımdaki hâlinizi muhafaza edecek olsaydınız yatağınıza yatarken ve yollarda yürürken bile melekler sizinle musafaha ederdi. İnsan hâli, bazı zamanlar öyle, bazen de böyle olur.”8

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in  bu hadisinden, insanın bulunduğu ortam ve şahıslardan etkileneceğini öğreniyoruz. Durum böyle iken, eğer insan ilim ve irfan meclislerinde hazır bulunmadığı zamanlarda kendini hayali olarak buralarda hissederse davranışlarını düzeltir. Manevi derecesi yüksek bu insanlardan gıyabi anlamda da yararlanır.

Resûlullah’ın “Öyle insanlar vardır ki onlar zikrullahın anahtarlarıdırlar. Görüldüklerinde Allah Teâlâ hatırlanır”9 diye tarif ettiği istikamet sahibi kişlerle manen birliktelik ve onlar gibi istikamet üzere bir hayat yaşama çabası rabıtadır. “(Birbirlerine asla zulüm ve haksızlık yapmayan) müttakiler dışında dünyadaki bütün dostlar, o gün birbirine düşmandır”10 ayetinin mucibince takva sahiplerinden başkasını dost seçmemek ve gönül bağı kurmamak gerçek rabıtadır.

Allah’ı hatırlatmalı

Rabıta yapılacak kimsenin Allah Teâlâ’nın velîlerinden birisi olması esastır. Peygamber Efendimize; “Velî kimdir?” diye sorduklarında; “Görüldükleri zaman Allah celle celaluh hatıra gelen kişilerdir” buyurmuştur.11

İnsana Allah Teâlâ’yı hatırlatan üstün bir konuma gelebilmek için velînin farz ve nafilelerle ihsan hâlinde Allah celle celaluh’a yaklaşması gerekir ki bu durum kutsi hadiste şöyle dile getirilmiştir: “Her kim benim velîlerimden birisini küçük düşürüp hakaret ederse bana savaş açmış olur. (Velî) kulum bana farzlarla yaklaştığı gibi hiçbir şeyle yaklaşamaz. Bu yaklaşımını nafile ibadetleri yerine getirmekle devam ettirir. Neticede ben onu severim; istediğini veririm ve duasına da icabet ederim…”12 

“Allah Teâlâ’nın sevdiği bu güzel kulların yeryüzünde ve gökyüzünde de sevilmesi için emir çıkarılır. Bunun üzerine Cebrail aleyhis selam, yer ve gök ehline şöyle buyurur: Allah Teâlâ, filan zatı seviyor sizler de seviniz.”13

Hâliyle, ilahi sevgiye mazhar olmuş Rabbani âlim ve manevi önderleri hayatın genişlik alanlarında örnek alıp onlar gibi olmaya çalışmanın insanın gelişimine olumlu katkı sağladığını unutmayalım. Gerçek hayatımızda beraber olmak zorunda olduğumuz salihlerle hayal âleminde de beraber olalım. İşte doğru ve gerçek rabıta budur.

Herkesin rabıtası vardır

Rabıtayla ilgili söylenenleri ve yapılış biçimlerini tasavvuf kaynaklarından çoğaltmak mümkündür. Yeri olmadığı için konuyu uzatmak ve tekrara düşmek yerine özet vermeyi uygun gördük. Eğer rabıtayı sevgi, saygı, ilgi ve alâka olarak düşünürsek, hayatında rabıta olmayan kimse yoktur. Kiminin rabıtası eşine ve işine, kimininki çocuğuna, ebeveynine, arkadaşına, grubuna, evine, arabasına veya davasınadır.

Olaya bu açıdan bakarsak, mahiyetini bilmeden rabıtayı iman küfür meselesine taşımak doğru bir yaklaşım değildir. Fakat şu esasların rabıta adına şirke düşmemek için zihinde canlı tutulması elzemdir:

Bazı esaslar

1- Rabıta yapılacak şahıs, seyrü sülukünü kâmil bir mürşidin gözetiminde tamamlamış istikamet ehli rabbani bir âlim olmalıdır. Bu çerçevede Cüneyd el-Bağdadî, ilim öğrenmenin önemini tüm tasavvuf yoluna intisap edenlere tavsiye mahiyetinde şöyle açıklamıştır: “Kim bu yola süluk eder de Kur’an-ı Kerim ezberlemez; hükümlerini muhafaza etmez ve hadis yazmaz ise kesinlikle onlara uyulmaz. Çünkü bu yol Kur’an ve Sünnetle mukayyettir.”14

Ayrıca şu husus da bilinmelidir ki istikametten zerre kadar sapanın irşadda ehliyeti olmadığı gibi, Müslümanlara model olması da söz konusu değildir. İlk dönem sûfilerine baktığımızda görürüz ki bu zevatın tamamına yakını fıkıh, tefsir, hadis ve akaid ilimlerinde derinleşmiş insanlardır. Bu kıymetli ve ilim ehli zevat, hem kendilerini hem de çevresindekileri şirkten korumayı amaç edinmişlerdir. Gerçek anlamda âlim olmayan insanların irşatlarına bu yolda itimat edilmemiştir.

2- Rabıta yapılan mürşidin seyrü sülukunu tamamladığına dair icazetnamesi olmalıdır. İcazetname, mürşidin, başka bir kâmil mürşidin rehberliğinde manevi eğitimini tamamladığının ve yol güvenliğini bildiğinin belgesidir. Yol güvenliğini bilmeyen kişi başkasına rehberlik edemediği gibi örnek de olamaz. İcazetname verecek yeterlilikteki kâmil zatın, yetiştirdiği kimsenin manevi alanda katettiği mesafeleri ve vuslatta yol güvenliğini bildiğine dair şehadetini yazılı belgeye dönüştürmesi şarttır. Dini ilimlerde nasıl ki icazet önemli ise, hâl ilmi olan tasavvufta da icazet ve üstatlar silsilesi çok önemlidir.

 3- Hayatını Kur’an ve Sünnet’e göre anlamlandırmalıdır. Kemal ehli bir mürşidin hayatının bütün boyutlarında vahiy egemen olmalıdır. İrşad ehli, moderniteye zihnen ve amelen teslim olmamalıdır. İnanç ve amel bağlamında tüm ideolojik yaklaşımlardan (gulat bidatlerden) uzak durmalıdır. Farzları kâmilen ikmal edip nafilelerle de Allah celle celaluh’a yaklaşmalı; sünnetler hayatında somut olarak gözükmelidir. Hatta mubahlarla bile çok oyalanmamalıdır. Rabıta yapılan şahsın davranışlarında vahiy mücessem hâle gelmelidir. Bu anlamda velî, yürüyen bir Kur’an ve Sünnet olmalıdır. Vahiyden bir an kopmanın insanı Allah Teâlâ’nın velâyetinden uzaklaştıracağını iyi bilmelidir.

4- Sadece Müslümanları velî edinip kâfirleri velî edinmemelidir. Kâfirleri, müşrikleri, Yahudileri, Hristiyanları, fasıkları, münafıkları, masonları, kapitalistleri, sosyalistleri ve zâlimleri velî edinenlerin Allah’ın velâyetinden çıkacağını hem kendisi hem de çevresindekiler öğrenmelidir. Unutulmamalı ki kâfirden ve zalimden velî olmaz. Hiçbir zalim ve kâfirin de Müslümanlar üzerinde velâyet hakları yoktur. Velî, Müslümanların bütün dünyaya velâyet edeceği bir siyasi ve sosyal sistem için cehdini ortaya koymalıdır. Dünya sisteminin icazetli kurumlarına kendisi teslim olmadığı gibi, kendisine emanet edilen Müslümanları da teslim etmemelidir. Öyle ki rabıta yapılan velî şu hadisi içselleştirmeli ve öğrencileri durumundaki müridlerini hayattan koparmamalıdır: “Kişinin, Allah yolundaki safta bir anlık duruşu altmış yıllık (nafile) ibadetten daha hayırlıdır.”15 Dinin varlık alanı bulamadığı her yer, Müslümanlar için saf düzeni alacakları bir yer olmuştur; kıyam mekânıdır. Bu nedenle velî, saf düzeni kurmasını bilen ve mü’minleri düşman safına terk etmeyen basiretli kimsedir.         

5- İnsanların manevi durumlarını ve terakkilerinin derecelerini bilmelidir. Müzaheret ettiği kişilerin ruh hâllerini bilmeyen kimselere rabıta yapılmaz. O, bir psikologdan daha maharetli şekilde tek tek insanların ruh hâllerini anlamaya çalışır ve şahsın manevi durumuna göre ilahi vuslatın yollarını öğretir. Durumlarına göre ders tarifi yapar ve me’sur duaları belletir. Müridin şeytana oyuncak olmaması için tedbirlerini alır. Şeytanın nefse giriş ve iğva yollarını bilir. Bu bilgi çerçevesinde gerekli uyarılarını yapar.

6- Muhabbetin zata değil vasfa olduğunu beyan etmelidir.Eğer muhabbet zatta kalır ve vasfa sirayet etmez ise rabıtanın neticeleri tecelli etmez; rabıta yapan kimsede manevi değişiklikler gözükmez. Böyle bir rabıta tehlikeleri içerisinde barındırır. Uyarı yapılmaz ve işaret taşları sağlam konmaz ise şirke açılabilir. Rabıta vasfa yapıldığı zaman, nebevi sünnete uymayan kimseler istikametten saptılar mı yol arkadaşlığı da sona ermiş olur. Vasfa yapılan rabıta da bireyden çok ilim, amel, ahlak, tavır, kıyam ve istikamet öne çıkar.

 7- Rabıta yapılacak zata muhabbetin izafi olduğu beyan edilip mutlak ve sınırsız bir sevgi olamayacağı izah edilmelidir. Herkesin hak ettiği sevginin dinimize yaptığı hizmetle mukayyet olduğu bilinmelidir.  Çünkü mutlak ve sınırsız sevgi sadece Allah Teâlâ’ya gösterilir.16 Unutulmamalı ki peygamber sevgisi bile risalet sevgisiyle sınırlıdır. Velâyet sevgisi ise risalet sevgisinin altındadır. Hiçbir velî peygamber sever gibi sevilmez. Velîyi peygamber gibi seven sapıtır. Peygambere ulûhiyet makamını veren ise mutlak kâfir olur. Diğer bütün sevgiler de sınırlıdır. Şayet rabıta yapılan zata muhabbet ulûhiyet ve nübüvvet derecesine çıkarılırsa ortaya mutlak küfür çıkar. Bu nedenle, insanlar tasavvuf yoluna intisap etmeden önce akaid ilmini yeterince öğrenmek zorundadırlar. Aksi hâlde şirkten ve bidatlerden kurtulmak mümkün değildir.

8- Tasavvuf yoluna girenlere rabıtanın geçici olduğu söylenmelidir. Maksat hâsıl olunca; Yüce Allah’a vuslat gerçekleşince rabıtanın sona ereceği belirtilmelidir. Çünkü rabıta, insan eğitiminde bir yöntemdir. Böylece rabıtanın Allah’a vuslat yollarından sadece birisi olduğu açıklanmalıdır. Bu çerçevede bakarsak rabıta, rehberlik, örneklik ve muallimliktir. Maksat hâsıl olur ve marifetullah gerçekleşirse rabıta da ortadan kalkar.

9- Rabıta yapılacak kâmil mürşid, görüldüğünde Allah Teâlâ hatıra gelmeli ve dünyevi kaygılar gönülden çıkmalıdır.Mürşidin sireti huzur verdiği gibi sureti de huzur vermeli; yüzündeki güven gam ve kederleri gidermelidir. Sebepsiz yere asık surattan, argo konuşmaktan, insanları sömürmekten, kabalık ve katılıktan uzak durmalıdır. Kendi katılığı ve kabalığı sebebiyle tek bir Müslüman bile istikametten ayrılırsa bunun vebalinin kendi üzerinde olduğunu bilmelidir.

Şirk değildir

Şayet rabıtaya bu saydığımız sıfatlar noktasından bakar ve vasıf üzerine bir rabıtadan bahsedersek kimse rabıta ile şirk arasında irtibat kuramaz. Olaya birde tasavvuf yoluna intisap eden şahısların evvela Akaid ilmi öğrenmelerinin farziyetini eklersek şirkten bahsetmek asla mümkün değildir.

Rabıta bir modellemedir. Modelleme her dönemde olmuştur. Her dinin de model insanları vardır. Müslümanların rehberi, modeli, önderi ve iktida edeceği tek model ise Peygamber Efendimizdir. Hayatını ona benzetmeyen herkesin hayatı gayrimeşrûdur. Kur’an Resûlullah’ın model ve örnek oluşunu bizlere şöyle bildirmiştir: “(Ey iman edenler!)Allah’ı ve âhiret gününü arzulayan ve O’nu sürekli anıp yücelten kimseler için Allah’ın Elçisi,(o sarsılmayan imanı, ibadeti, tertemiz ahlâkı, fedâkârlığı, cömertliği, cesareti, cihadı, kararlılığı ve çalışkanlığı kısaca bir hayat boyu yaşadığı kulluğu ile) gerçekten size mükemmel bir örnektir.”17

Resul’e ittiba etmek Allah’a muhabbetin bir göstergesidir ki Kur’an bu konuya şu ayetle açıklık getirmiştir: “(Ey Muhammed! Allah’ı sevdiğini iddia eden ve O’nun sevgisini kazanmak isteyen kimselere) de ki: “Eğer siz gerçekten de Allah’ı seviyorsanız, (Allah’ın emirlerini size ileten bir elçi olarak) bana (ve bana indirilen Kur’an’a) uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah, (pişmanlıkla tövbe edildiği takdirde, en büyük günahları bile)bağışlayandır, merhamet edendir.”18

Ayetlerdeki ana vurgu, Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem’e hayatın bütün boyutlarında ittiba etmenin zorunluluğudur. O’na ittiba etme hususunda, Müslüman olduğunu söyleyen kimseler için seçme hakkı bile yoktur. Müslümanım diyen hiç kimse Peygamber’e uyup uymamada serbest değildir. Müslümansa, Peygambere uymak zorundadır. Şu ayet konuyu çok net bir şekilde ortaya koymaktadır:

“Allah ve (dolayısıyla, O’nun emirlerini ve yasaklarını sizlere ulaştıran) Elçisi herhangi bir konuda (kesin ve bağlayıcı) bir hüküm vermişse, artık inanan bir erkek ve kadının, kendi görüşüne dayanarak aksi yönde bir tercihte bulunması kesinlikle söz konusu olamaz! Şunu iyi bilin ki her kim (kendisinde böyle bir hak görerek) Allah’a ve Elçisine başkaldıracak olursa, muhakkak apaçık bir sapıklığa düşmüş demektir!”19

Resûlullah’ın sünnetine göre Müslümanlar hayatlarına anlam vermek mecburiyetindedirler. Herkesin hayatı Peygamber Efendimiz’e uymak suretiyle meşruiyyet kazanır. Hayatı O’nun hayatına benzemeyen kimsenin hayatı meşrû değildir. Tasavvufta ise mürşidin örnekliği Kur’an ve Sünnet’e uyması, hayatına ihsan makamında Peygamberimizin hayatıyla anlam vermesiyle değer ifade eder.

Vahiyden zerre kadar ayrılan bir şahıs irşad ehliyetini kaybeder ve Müslümanların böyle bir şahsı örnek almaları; rabıta yapmaları kesinlikle caiz değildir. İslâm’a aykırı davranışlar sergileyen bir kimseye muhabbet beslenemeyeceği gibi rabıta da yapılmaz. Ehliyetsiz kişilerle gönül bağı kurmak/rabıta yapmak insanı istikametten uzaklaştırır.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR
1 Âl-i İmran 3/200
2 Sülemi, Ebu Abdurrahman Muhammed b.Hüseyin,Hakaik’utTefsir, D.K.İ, Beyrut, 2001, c.I,s.97.
3 Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri sözlüğü, Marifet Yay. İstanbul,s.425.
4 Tosun, Necdet, Bahaeddin Nakşbend, İnsan yay. II. Baskı, 2003, İst, s.315.
5 Tosun, a.g.e, s.315
6 Tosun, a.g.e, s.315-6.
[7]     Sülemi, Hakaik’ut Tefsir, c.s.97
8 Müslim,49, Zikir, 3,had. no:2750,c.III, s.3107.-
9 Suyuti, Celaleddin, Cami’u-s Sağir, c.I,s.148.
10 Zuhruf 43/67
11 Nahhas, Ebu Cafer, Mean’i-l Kur’an, Mekke,1998,c.III, s.302.
12 Ahmed, Müsned, c.VI, s.256.
13 Buhari,59, Bed’ü-l Halk,6,c. IV, s.79.
14 İbni Kayyim, Medarc’ü-s Salikin,c.II,s.382.
15 Darimi, Cihad, Had.no:7,c.I,s.598
16 Bak: Bakara 2/165
17 Ahzab 33/21
18 Âl-i İmran 3/31
19 Ahzab 33/36

İlim Hazinem ↗

Ehl-i Sünnet usulüne uygun yazılmış ilmî makaleler okumak için tıklayın

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İlk Japon Müslüman kimdi?

Japonya’nın en eski ve en büyük İslamî kuruluşu olan Japonya İslam Merkezi Başkanı Dr. Salih …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.