
Tarihimizde tasavvufu en iyi anlayan ve sufi kimlikleri ile tanınan iki büyük lider dikkatimizi çekiyor. Bunlardan birincisi Akşemseddin Hazretlerinin himmet ve dualarını alan Fatih Sultan Mehmet, ikincisi ise Mehmet Zahid Kotku Hazretlerinin dizinin dibinde yetişen başbakan Necmettin Erbakan Hoca’dır. Bu iki şahsiyeti nesillere tanıtmak ülkemizin geleceği için stratejik bir öneme sahiptir.
Her ikisinin de ortak özelliği deha düzeyinde akıl yetisine sahip olmaları, çağın gereğini anlayıp ona göre hareket etmeleri ve teknolojiye önem vermeleridir. Fatih İstanbul’un fethinde kullandığı topların balistik hesaplarını bizzat kendisi yapmıştır. Erbakan Hoca da bir mühendis olarak motor geliştirmiş ve bu konuda büyük mücadeleler vermiştir.
Güzel komutan
Fatih Sultan Mehmet 1429’da Edirne’de doğmuş, 1481’de Gebze’de vefat etmiştir. Türbesi Fatih Camii’nin yanındadır. Peygamber Efendimiz’in müjdesinden dolayıdır ki Eba Eyyüb El Ensari Hazretlerinden sonra İstanbul’un manevi direklerinden birisi sayılmıştır. Özellikle İstanbul’da yaşayanların bu zatı ziyaret etmeleri ve namazdan sonra yapılan dualarda ismen zikretmeleri üzerlerine bir vefa borcudur.
Fatih tarihin yönünü değiştiren adamdır. Gelmiş geçmiş en önemli ve etkili devlet başkanlarından birisi olarak görülmüş ve onun bu yönü yabancılar tarafından da kabul edilmiştir. Hatta yaşadığı dönemde onların korkulu rüyası olmuştur. Ölüm haberi Roma’ya ulaştığında günlerce şenlik yapıldığı söylenir.
Fatih’i yabancılar iyi tanısa da ne yazık ki biz onu yeteri kadar tanımıyoruz. Ondaki azim, sabır ve kararlığı yeni nesillere daha güzel anlatmamız bizim geleceğimiz adına ufuk açıcı olacaktır. Özellikle onun askeri sahadaki dehası, disiplini, planlı hareket etmesi ve istihbarata önem vermesi gibi özellikleri araştırılmalı ve yeni nesillere anlatılmalıdır.

Fatih’in ufku
Fatih’in ufku onu zamanının en iyi teknolojilerini üretmeye ve bunu özellikle askeri alanda kullanmaya sevk etmişti. Havan topunu ilk defa döktüren padişah olması, İstanbul kuşatmasında yetmiş gemiyi Balta limanından kızaklarla Kasımpaşa’ya indirmesi onun zekâsına işaret etmektedir. Üstelik döktürdüğü topların balistik ve mukavemet hesaplarını da bizzat kendisi yapmıştır.
Fatih aynı zamanda çok iyi yetişmiş bir devlet adamıydı. Bazı yabancı dilleri çok iyi konuşurdu. İlme, irfana ve sanata değer verirdi. Akli ve nakli ilimlerde söz sahibi olan âlimleri İstanbul’da toplaması onun bu konudaki ufkunu göstermektedir.
Osmanlı Devletinin temel kanunu olarak yürürlüğe konan Fatih Kanunnamesini hazırlatması hukuk alanındaki, Enderun mektebini kurması eğitim alanındaki hizmetlerindendir. Bununla birlikte mimari alanında da çok sayıda eserin yapımına imza atmıştır.
Zevk ve sefadan uzak bir hayat tarzı ile kendisini daima hedefine doğru kitleyen bir şahsiyetti. Nitekim onun başarıdan başarıya koşmasında sefahat düşkünü olmayıp kötü alıkanlıklardan uzak durmasının payı büyüktür. Ve tabiki de Allah dostlarına olan sevgisi sayesinde hep gönül ikliminde yaşamış ve kulluğunun şuurunda olmuştur.
Örnek sufidir
Onun dünyadan el etek çekmemesine, fetihler yapmasına ve bir çağ açıp bir çağ kapatmasına bakılırsa onun tasavvuf anlayışının ortaya konulması bizi çok doğru bir yere götürecektir. Sufileri sürekli düş âlemine dalan, sürekli rüyalar gören ve hayal dünyasında yaşayan insanlar olarak lanse etmek isteyenler olsa da gerçek bir sufi görmek isteyenler, düşmanlarını ürküten dostlarını sevindiren ve memleketini yükseltmek için çalışan Fatih’e bakmalı ve sufiliğin anlamını yeniden düşünmelidir.
Fatih’i sadece velilerin duası ile fetihten fetihe koşmuş manevi bir şahsiyet olarak lanse etmek haksızlık olur. Onu düşünen taşınan, aklın ve ilmin gereğini yapan, dirayetli ve kararlı bir lider olarak görmek ve anlatmak lazım. Sufiliğe meyilli birisi olmakla beraber o, hisleri ile değil aklı ile hareket eden bir zattır. Bu özelliğinden dolayı da başarıdan başarıya koşmuştur.
Erbakan Hoca
Erbakan Hoca’nın hayatına baktığımızda ise Türkiye’nin yönünü ve gidişatını değiştiren bir şahsiyet olduğunu görüyoruz. O da aynı Fatih gibi zekası ile ön plana çıkmıştır. Çocukluk ve gençlik dönemine baktığımızda çok büyük başarılar kazandığını görüyoruz. 1943 yılında İstanbul Erkek Lisesi’ni birincilikle bitirdikten sonra sınavsız olarak İstanbul Teknik Üniversitesi’ne girmeye hak kazanmış olsa da o sınava girmiş ve elde ettiği başarı neticesinde ikinci sınıftan üniversiteye başlamıştı.
Öğrencilik hayatında sorumluluk sahibi bir Müslümanın başarılı olmak zorunda olduğunu bilerek çalışıyordu. Çünkü bir Müslümana sahip olduğu fırsatları iyi değerlendirmek yakışırdı. Bir taraftan iyi bir makine mühendisi olarak kendini yetiştirirken, diğer taraftan da arkadaşları ile birlikte dönemin münevverlerinin konferanslarını takip ederek düşünce ufkunu geliştiriyordu.
Üniversiteden sonra bir dönem Almanya’ya gitmiş ve Aachen üniversitesinde çeşitli çalışmalar yapmıştı. Alman Leopard tanklarının geliştirilmesinde baş mühendis olarak çalışmıştı. Almanya’dan ithal edilen motorları görünce; “Kendi motorumuzu neden kendimiz üretmiyoruz” diye düşünüyor ve Türkiye’ye döndüğünde bir şeyler yapmak istiyordu.
Gümüş motor
Onun bu düşüncelerinde Hocası Mehmed Zahid Efendi’nin büyük tesirleri vardı. Zira Hocaefendi sohbetlerinde sık sık Müslümanların geri kalmışlıklarını dile getiriyor ve yerli imkânlarla sanayi tesisleri kurma ve işletmenin önemi gibi konulara değiniyordu. Salih Sedat Ersöz Bey’in yazısından öğrendiğime göre bir gün Mehmet Zahid Efendi, Erbakan Hoca’ya şöyle demişti:
“Siz makine hocasısınız. Almanya’ya gidip oradaki sanayinin durumunu yakından incelediniz. Caminin önünde yabancı otomobilleri görünce çok üzülüyorum. İnsanlarımızın ekmek parası için yabancı diyarlara gitmesine de çok üzülüyorum. Türkiye’de sanayinin ve ziraatın gelişmesi için öncelikle motor yapılması gerekir. Sizin gibi yetişmiş insanlarımız varken neden hâlâ dışarıya para verelim de motor, araba alalım? Önce motoru, sonra da kamyonu, traktörü, otomobili neden kendimiz üretmeyelim? Neden siz bu işe öncülük etmiyorsunuz?”
İşte Erbakan Hoca’yı tetikleyen sözler bunlar olmuştu. Daha fazla vakit kaybetmeden Mehmet Zahid Hocaefendi’den ilk çekirdek sermayeyi olarak çalışmalara başladı. Dönemin Müslüman zenginleri bu çalışmaya destek verdiler. 1956’da Gümüş Motor fabrikasının temeli atıldı. 1959 yılında ise üretim başladı. 1 Mart 1960 yılında seri üretime geçildi. Fakat; “Sen misin yerli üretim yapan” diyen bazı işbirlikçi çevreler tarafından engellenmek istendi.
Gümüş motor seri üretime geçmeden önce ithal motorlar piyasada 7 bin liraya satılırken, üretime başlar başlamaz önce 5 bin liraya sonra da 4 bin liraya düşürüldü. Bunu Gümüş Motoru piyasadan tamamen silmek için yapıyorlardı. Gümüş motor da bu defa fiyatını 3500 lira yapınca artık zarar etmek kaçınılmaz olmuştu.
Erbakan Hoca o dönemde bir yandan Gümüş Motor’la ilgileniyor, bir yandan da seri konferanslar vererek yerli üretimin önemini anlatıyordu. Motor üretimi, otomobil üretimi, sanayileşme diyerek insanlara yepyeni ufuklar açıyordu. “Türkiye’nin Sanayileşme Davası” başlığı ile ülkenin her yerinde konferanslar veriyordu.
Yerli otomobil üretme hayali ile Devrim Otomobili projesini hayata geçirmek istediyse de çok büyük engellerle karşılaştı. Bunun üzerine TOBB genel sekreterliğine aday oldu ve kazandı. Ne var ki dış güçlerin etkisiyle bu görevden de el çektirildi. O da üniversitedeki görevinde geri döndü. Daha sonra bu millete hizmet etmek için siyasete girmek gerektiğini düşünerek siyasi çalışmalarına başladı.

Tasavvufi yönü
Erbakan Hoca küçük yaştan itibaren babası ile birlikte dergâhlarda yapılan sohbetlere katılıyordu. İlerleyen yıllarda önce Hasib Efendi’nin, sonra da onun yerine geçen Abdülaziz Bekkine Efendi’nin sohbetlerine katıldı. Abdülaziz Efendi o dönemde Zeyrek’te Ümmü Gülsüm Camii‘nde görevliydi. O cami aynı zamanda bir dergâh gibiydi ve Erbakan Hoca da orada Hadis derslerine katılıyordu. Abdülaziz Efendi 1952 yılında vefat edince onun yerine Mehmed Zahid Kotku Efendi geçti.
Gümüşhanevi dergâhı olarak bilinen bu dergâhın özelliği, burada Hadis derslerine ağırlık verilmesi ve müntesipleri arasında da çok sayıda üniversite öğrencisinin olmasıydı. Ve bu öğrenciler özellikle üniversitede kalmaya ve akademik çalışma yapmaya yönlendiriliyorlardı. İşte Erbakan Hoca akademiye yönlendirilen bu gençlerden birisiydi.
Tam bir insan sarrafı olan Mehmed Zahid Efendi, Erbakan Hocadaki ışığı görmüş ve onun üzerinden himmetini hiçbir zaman esirgememişti. Ona her zaman değer verir ve nasihatlerde bulunurdu. Erbakan Hoca da her fırsatta Hocasını ziyaret eder ve tavsiylerini dinlerdi. Prof. Dr. Cevat Akşit şöyle bir hattırasını anlatıyor:
“Bir gün Erbakan Hoca geldi, o zaman üniversitede doçentti. Ben sohbette çay dağıtıyordum. Erbakan Hoca, kapının girişinde kendine yer buldu. Oturabileceği bir halı yoktu, tahtanın üzerine oturdu. Rahmetli, Mehmed Zahid Efendi öyle güzel sohbet ederdi ki, o gün iki saat sürdü sohbet. Erbakan Hoca iki saat tahtanın üzerinde oturdu, onu dinledi. Bu anımı da hiç unutmam.”
Erbakan Hoca da ceddi Fatih Hazretleri gibi tasavvufun insan terbiyesindeki rolünü biliyor ve velilere muhabbet ve hürmet besliyordu. Her ikisi de büyük liderler olarak bize tasavvufun nasıl anlaşılması gerektiğini hayatları ve mücadeleleri ile öğretmişlerdir. Bu kısa yazıda örnek iki sufi olarak Fatih ve Erbakan’ı dikkatlerinize sunmuş olduk.
Aydın Başar/ İrfanDunyamiz.com
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.