Bugün insanlık, dünya sisteminin kuşatması altındadır. Dünya sistemine karşı alternatif bir hayat tarzını gerek dinî metinlerinde gerekse kültüründe barındırmayan Yahudi ve Hıristiyan milletinin sistemle itikadi ve ameli bir sorunu yoktur. Hatta sistem, kendi ürünleridir. Bu sistem, baskın dünya siyasetinin etkisi ile Müslümanlara dayatılmaktadır.
Birçok uluslar arası toplantılarda kendi amentülerini deklare eden dünya sistemi, bu amentüye uymayan İslâm milletini hizaya getirmek için elinden gelen her şeyi yapmaktadır. Bu çerçevede; daha demokrat, seküler ve liberal bir hayat tarzına zorlanan Müslümanlar; insanı aşan tüm aşkın değerlere karşı da pozitivist bir yaklaşım ve inanca zorlanmaktadırlar.
Edilgen olamayız
Müslümanların böyle sıkıntılı bir durumdan kurtulmaları ve tevhidin rengine boyanabilmeleri için iyi bir Kur’an ve Sünnet eğitiminden geçmeleri zorunludur. Vahiy eksenli zihinsel ve ruhi terbiyeyi yeterince almaları gerekir.
Böyle bir eğitim kişileri sıradan olmaktan kurtarır ve Hazreti İbrahim gibi tek başına ümmet (Bkz; Nahl, 16/120) olma konumuna çıkarır. Mahkum değil, hâkim bir duruma getirir. Bunun sonucunda ise, dünyanın fikrî çalkantıları ve dayatmaları onları hiçbir zaman edilgen bir hale düşürmez.
Hak’ta sebat edenler her zaman tercihlerini Allah celle celaluh ve Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem’den yana yaparlar. Herkes kâfir olsa bile bu kimseler mü’min olarak kalırlar. Ne kınayıcıların kınamasından ne de işkencecilerin işkencesinden korkarlar.
Azimet fıkhyla amel ederler
Her halde ve zamanda azimet fıkhıyla amel ederler. Allah’ın ideal insanlar olarak gösterdiği peygamberler, sıdıklar, şehidler ve salih insanlar onların değişmez önderleri olurlar. Dünya sistemine dayatıp imanlarını yüzdelemeyecek olan bu gerçek mü’minler, aynı zamanda tüm dünyanın umududurlar.
Bu insanlar nefes alıp verdikçe hala insanlığın kurtulma umudu vardır. Dünya sistemi kendi alternatifini yok etmek ve böylece bu insanları kendine benzetmek amacıyla kesintisiz çalışmalar yapmaktadır.
Çalışmalarını özellikle onların azmini kırmak için kâfir jargonuyla mü’minleri kliklere ayırıp isimlendirilmektedir. Bu çalışmalara ve Müslümanları zayıf düşürme ameliyesine hem savunmacı hem de taarruz kabilinden cevaplar üretmek gerekir. Bütün bu çalışmaları yaparken de itikadi açıdan taviz vermeden ve kâfirlere benzemeden bir yol bulmak; istikametten ayrılmamak; İslam’ı parçalara ayırmamak, imanı yüzdelememek esastır.
Tek başına ümmet olmak
Bunun yanı sıra ferdi ümmet olmak veya tek başına da olsa cemaat olabilmek esastır. Bu ifade ile kastımız, insanların genelini davetten men etmek değildir. Sıradan olmamak; kişinin kendisini, aklını fikrini, duygularını, düşüncelerini, amellerini toplumun gidişatına bırakmaması; varlığına anlamı fasıkların ve facirlerin vermemesi, hayatının gündemini belirleme yetkisini kâfirlere terk etmemesi demektir. Toplumun kucağına düşmemektir. Hangi etken olursa olsun savrulmadan istikamet üzere yaşayabilmektir.
Herkes sapıtsa bile sapıtmamaktır. Hazreti İbrahim gibi olmaktır. Popüler kültürün ve gidişatın etkisiyle hayatına anlam veren kimseler ise sıradan insanlardırlar. Etkin değil edilgendirler. “Her nerede olursan ol Allah’ın seninle olduğunu bilmen imanın en efdalidir” (Heysemi, Zevaid, c.l, s.60) hadis-i şerifinin şuuruyla hayatı anlamlandıran kimseler sıradanlaşmazlar.
İnsanı sıradan olmaktan kurtaran marifetulahındaki derinliktir. Eğer Müslüman, kendisine bir plân çizmeden hayatını idame ettiriyor; sabahleyin hayata aktif biçimde başlayınca yemekten, içmekten, basit zevklerden, eğlenceden, modadan, spor sektöründen ve magazin haberlerinden bahsederek gününü sürdürüyorsa bu kişi sıradan bir insan olmuştur. Böyleleri için gündemin din dışı anlamlandırılması doğal bir vakıadır. Hayatın gidişatı umurlarında bile değildir.
Sıradan olmayın
Peygamber Efendimiz, ömrünün hiçbir anında, göz açıp kapayana kadar bile sıradan olmamıştır. Marifeti zirvede olan bir kimse sıradanlaşmaz. Davetçiyi sıradanlık illetinden kurtaracak olan şey, Allah Teâlâ ile ilgili bilgilerini kaynaklardan öğrenip bu bilgileri içselleştirmesidir. Sıradan bir insan olmanın onursuzluğundan dolayı Resulullah gece dualarında Allah Teâlâ’dan şu istekte bulunmuştur: “Ey Allah’ım! Kederden, (yersiz) hüzünlenmekten, âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, ağır borçtan ve sıradan bir kimse olmaktan sana sığınırım.” (Buhari, Edeb’ü-l Müfred, s.219)
Duasında ifade ettiği şekilde sıradanlıktan Allah’a sığınan Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem, sıradan insanlara davette etkin görevler vermemiştir. Onun davet kadrosunda raşid halifeler, Mus’ab bin Umeyr, Abdullah bin Mesud, Esad bin Zurare, Muaz bin Cebel, Ubey bin Kab, Zeyd bin Sabit, Sad bin Muaz gibi sahabiler hazır bulunmuşlardır.
Her birisi başlı başına ümmet olan kimselerle çalışan Peygamberimiz; davetin vitrini denilen öncü kadroyu çalışkan, kararlı, sabırlı, bilgili, iletişim kabiliyeti üst seviyede, ibadetlerinde önde, ahlaken temiz ve yıpranmamış kimselerden kurmuştur. Günümüzdeki yeni çalışmalarda bu özelliklerin dikkate alınması İslâm davasının geleceği için çok önemlidir.
Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com