İslam yurdunda gerçek cumalara…

Cuma namazının farziyeti Kitap, Sünnet ve İcma ile sabittir. Cumanın farz oluşunu bildiren ayet gayet açıktır: “Ey iman edenler! Cuma günü, namaz için ezan okunduğu zaman hemen Allah’ın zikrine, (hutbe dinlemeye ve Cuma namazını kılmaya) gidin; her türlü alışverişi bırakın. Bu (hutbe dinlemek ve namaz kılmak), sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz.”1

Peygamber Efendimiz; “Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir Müslüman Cuma namazına gitmekten geri kalmasın”2 buyurmuş, hatta bayram niteliğinden dolayı Resulullah, bir beldede tek yerde cumanın kılınmasını istemiştir.3 Cemaatin bölünmesine razı olmamıştır. Din, siyasetin belirleyicisi olsa, yöneticiler Cuma namazı kılınacak çok geniş arazileri Cuma namazı için tahsis ederler ve bütün Müslümanlara bayram havası teneffüs ettirebilirler; Müslümanların her türlü sorunlarına buralardan çözüm üretebilirler.

İşte bu toplumsal ve çözüm odaklı niteliğinden dolayı Peygamberimiz; “Cumaya gelmeyen kimselerin evlerini yakmak istemiştir.”4 Bu ifade şiddetli bir sakındırma içindir. Şartların oluştuğu bir cumaya katılmamak hem İslâm cemaatinden kopmak hem de Müslümanların sorunlarına duyarsız kalmaktır. “Üç cumayı özürsüz olarak veya önem vermeyerek peş peşe terk edenin kalbinin Allah tarafından (nifak üzere) mühürlendiğini”5 Peygamber Efendimizin haber vermiştir.

Cuma namazı meselesi

Bilinen bir gerçek var ki Cuma namazı siyasal özelliği olan bir namazdır. Peygamber Efendimiz ve sahabesi İslâm’ı hâkim kılamadıkları ve siyasi otorite olamadıkları; bir dar’u-l İslâm kuramadıkları, özgürlüklerini bütün boyutlarıyla kuşanamadıkları ve kâfir tasallutunda yaşadıkları için Mekke’de Cuma namazı kılamamışlardır. Hakiki cumaların ihya edileceği bir “medine” inşası için gece gündüz çalışmalarına rağmen neticeye varamamışlardır.

Bu bir nakısa değildir; insan çalışmalarından sorumludur, neticeyi takdir etmek Allah Teâlâ’nın elindedir. Mekke’de muvaffak olamayan Müslümanlar İslâm’a yeni bir mekân bulmak ve karargâh edinmek için ilahi irade dâhilinde hicret etmişlerdir. Kâfir tasallutundan kurtulan ve gerçek anlamda özgürlüklerine kavuşan Müslümanlara Allah Teâlâ, daha hicret bitmeden Ranuna’da iken Cuma kılmalarını emretmiş ve Müslümanlar da ilk cumayı burada ifa etmişlerdir.

Cuma Suresi’nin önce inip Akabe Görüşmelerinden sonra Medine’de Müslümanların Esad bin Zürare riyasetinde ve Musab bin Umeyr’in imamlığında hicretten önce Cuma kıldıklarına dair malumata ayrıntı olduğu için girmeyeceğiz. Söylemek istediğimiz Cuma namazı ile siyasal hâkimiyet ve hukukun referansları arasında bir ilgi olduğudur. Bu düşünceler bütün zamanların en büyük İslâm hukukçusu olan İmam Ebu Hanife’nin fikirleridir. Dayanakları; ayetlerden, hadislerden ve İslâm’ın yayılış tarihinden çıkardığı sonuçlardır.

Ebu Hanife, Cuma namazının edası ve sıhhati ile ilgili birçok şart ileri sürmüştür. Dileyenler ayrıntılar için fıkıh kitaplarına bakabilirler. Diğer imamlarımız yukarda zikrettiğimiz ayete sarılmışlar ve ortaya siyasal ve sosyal içerikli şartlar sürmemişlerdir. Onlara zaten saygı duyuyoruz. Hanefi olmakla mangalda kül bırakmayan zevatın İmam Ebu Hanife’nin siyasal fikirlerine karşı olmalarını ve bilmemelerini yadsıyoruz. Biz bu düşüncelerimizle seksenli yıllardaki hararetli tartışmalara yeniden girmeyeceğiz. Konuyu ilk defa Hüsnü Aktaş Hocamız gündeme getirdiğinde, çağdaş fakihler(!) başta olmak üzere kimse hocamızı anlamak istemedi. Zira ortada bir teklif vardı.

Teklif sunanların hepsi yalnızlığa mahkûm edildiği gibi Hüsnü Hoca da yalnız bırakıldı. Türkiyeli Müslümanlar buradan bir çıkış yakalayabilirlerdi ama onlar çözüm yerine polemiği ve tembelliği tercih ettiler. Şimdi ise herkes ya bulduğu yere yumulmakta veya reddiyeci yaklaşımını kendinden menkul gerekçelerle devam ettirmektedir. Doğru olan ise şartların oluşturulduğu İslâm yurdunda gerçek cumalara ve bayramlara kavuşmaktır. İşin bu tarafı ağır teklifler ve ağır sorumluluklar gerektirdiği için ağulu aşı yemeye kimse talip olmamaktadır.

İlmi seviyenin çukura düştüğü ve Müslümanların akşamdan sabaha din düşmanlarının medya organlarında arz-ı endam ettiği bir ortamda tartışmayı zait görüyoruz. Fakat bu konuları gündeme getirerek gözümüzü ve düşünce dünyamızı aydınlatan Hocamızı dualarımızla yâd ediyoruz.

Zuhr-i ahir meselesi

Bütün bu değindiğimiz veya konuyu uzatmamak için değinemediğimiz nedenlerden ötürü, şartları oluşturma imkânları varken bu şartları oluşturmayıp tembelce yatan ilim adamlarının sorumluluklarının kat kat olduğunu hatırlatmak isteriz. Onların vebali gerçek cumalara ümmeti kavuşturmamakla ve bu cumaların kılınacağı ortamları oluşturmamakla mukayyettir.

Cuma namazının edasının şartlarında imameti, imamın iznini öne çıkaran Hanefi anlayış, meşru siyaset ile cumanın kabulü arasında bağlantılar kurmuştur. Emevilerin yönetimini meşru kabul etmediklerinden öğle namazına niyabeten “zuhr-u ahir” namazı kılınmasına hükmetmişlerdir. Müslümanların vahdetini sağlamak, toplu bayram havası kazandırmak için de zaruret olmadıkça bir beldede bir yerde cuma namazı kılınmasına karar vermişlerdir.

Bu görüşün temelinde adil siyasete Müslümanların layık olduklarını ispat, zalim siyasete de tepki vardır. Durum böyleyken zuhr-u ahir namazının esprisini anlamadan, bu namazı kılanlara ileri geri laflar etmek; “Cuma namazında veya ibadetlerin arzında tereddüt olmaz” kabilinden mesnetsiz sözler söylemek, Müslümanların siyasal bilinçlerini kırmaktır. Aynı zamanda fetvanın sahibi olan Hanefi hukukçularına saygısızlıktır. İnsanların, kendi yaptıkları yanlışları irdelemek yerine başkasının doğrusunu eğriltmeye çalışmaları istenmeyen bir durumdur. Allah, basiretimizi açsın diye dua etmekten başka söz de bulamıyoruz.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR

1 Cuma 62/9
2 Abdürrezzak, Musannef, c. IX, s. 248
3 Ahmed, Müsned, (Tah: Muhammed Şakir, had. No: 2556), c. IV, s. 200.
4 Ahmed, Müsned, (Tah: Muhammed Şakir, had. No: 4295), c. VI, s. 145.
5 Ahmed, Müsned, c. III, s. 425;hâkim, Müstedrek, c. II, s. 723.

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.