
Geçenlerde bir fotoğrafla karşılaştım, uzun yıllar önceye gittim. Ortada annemin dayısı Tufan Dayı, sağda ben henüz 16- 17 yaşlarındayım, solda ise abim ve büyük oğlu Tufan. Eskiyi hatırlamanın insanlara bir takım faydaları olur. Geçmişini unutan, bugünlere nasıl geldiğini unutan insanlar şımarık olurlar. Gençler de biraz eskiyi bilirlerse bugünleri daha doğru yorumlarlar.
Her insan bir alemdir. Ve bu alemden niceleri gelip geçmiştir. Size bu yazıda kalaycı Tufan dayıdan ve bazı hatırlardan bahsetmek istiyorum. Dedem çok genç yaşta vefat edince anneannem dört çocuğuyla dul kalmış. Anneannem daha önce de bir evlilik yapmış ve ilk eşi de genç yaşta vefat etmiş. O eşinden de bir çocuğu varmış. Dolayısıyla beş çocukla dul kalmış. Kardeşi Tufan dayı onlara destek olmuş.
Acı bir hatıra
Tufan dayı çok iyilik sever bir insanmış. Tabii o zamanlar yoksulluk hat safhada… İnsanlar lambada yakacak gazyağı bulamıyorlar, ısınmak için odun alamıyorlar, yiyecek giyecek desen hiçbir şey yok. Küçücük bir odada bir sürü insan yatar kalkar. Hastan olur doktor bulamazsın. Çocuklar bir salgına yakalanır, bakarsın bir evden birkaç çocuk ölmüş. Hasılı çok sıkıntılı bir dönem. Annem bu konuları çok uzun anlatırdı.
Tufan dayımın evladı olmamış, abimi evlatlık olarak almış. Bu evlatlık hikayesi de çok acı olmuş. Annem anlatırken ağlardı. İlk çocuğu vefat etmiş, ikinci çocuğunu da evlatlık olarak Trabzon’a götürmüşler. Üç ay sonra çocuk annemi görünce hiç yaklaşmamış. O hikaye çok acı olmuş. Rahmetli abim de anlatırken çok üzülüyordu. Hiçbir anne çocuğundan ayrılmak istemez, annem de bu olaydan çok etkilenmiş. Tabi o yıllarda büyüklerin kararlarına itiraz edilemezmiş.
Eskiden akrabalar arasında evlatlık vermek çok yaygındı. Birçok insan maddi sıkıntılardan dolayı, çocuk daha iyi şartlarda yaşasın, okusun, faydalı insan olsun diye çocuğunu, çocuğu olmayan bir akrabasına verirdi. Ben bu durumu iyi veya kötü diye yorumlamıyorum, eski zamanın anlayışını anlatıyorum. Bugünün insanı bu durumu belki anlayamayabilir, çünkü o dönemin şartlarını bilmediği için bunu garipseyebilir.
Geçmişlerimiz hakkında hep şu ayet aklıma gelir: “Onlar bir ümmetti; gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da size aittir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.” (Bakara, 141)
Bakır yaygındı
Tufan dayı (yani annemin dayısı) Trabzon’da kalaycılık yapardı. O zaman kalaycılık çok meşhur ve yaygındı. Evlerde genellikle bakır kullanıldığı için kalaycılar çok güzel para kazanırlardı. Tufan dayım bayramlarda geldiği zaman biz çok sevinirdik. Çünkü bize bayramlık elbiseler alırdı. Cömert bir insandı. İnsanları memnun etmeyi çok severdi. Kalay ocağının başında terleyerek kazandığı paraları ihtiyaç sahipleri ile paylaşırdı.
Biz Gümüşhane‘nin Köse ilçesinde yaşıyorduk, o zamanlar Köse’miz nahiye idi. Köse’den kalkıp Trabzon’a giden köylülerimizin büyük çoğunluğu Tufan dayımın evinde misafir olurdu. Tufan dayının eşi de benim halamdı; yani babamın kardeşiydi. Rahmetli halamın adı Fatma idi fakat ona Papiya Ana derlerdi. Çok misafirperver, bir o kadar da cömert bir insandı. Onu tanıyanlar iyiliklerini anlatmakla bitiremezler.
Evine her kim gelse ilk yaptığı iş karnını doyurur, ikinci olarak da banyosunu hazırlardı. Belki size garip gelecek ama biz ilk defa banyoyu onun evinde görmüştük. Bizim evlerimizde banyo yoktu. Evimizde musluk yoktu ki banyo olsun. İçeceğimiz suyu, köyün cümle çeşmesinden getirirdik. Bizim yaşlarımızda olanlar o zor şartları çok iyi bilirler.
Gönlü geniş
Rahmetli halamın misafirlerine o tatlı dili ve güleryüzü ile “Siz yoldan geldiniz, bir banyo yapın da rahatlayın” dediği hâlâ kulaklarımda çınlar durur. Tabi o zamanlar yolculuk yapmak, yoldan gelmek çok zor bir işti. Şimdilerde Zigana dağına tünel yapmışlar birkaç dakikada geçiyorsunuz. O zaman Zigana dağını eski araçlarla aşacaksınız, 8- 9 saatte Trabzon’a varacaksınız, varabilirseniz.
Halamın insanları misafir ettiği ev de çok ilginçti. Evin zemin katı kalaycı dükkanı idi. Onun hemen yan tarafında merdiven çıkardı. Yukarıda bir mutfak, yan tarafta küçücük tuvalet banyo bir de oda vardı. Bir de sonradan yukarıya oda ilave ettiler ki o odanın yapılışını ben hatırlıyorum. Yani bir oda bir mutfak falan düşünün, böyle bir evde sayısız insan misafir kaldı.
Nasıl sığdılar, nasıl kaldılar diye akla gelebilir. Gençler şöyle diyebilirler: “Öyle küçük bir eve niçin misafir gider ki?” Evet işin hayret verici yönü de burası zaten. Hastanede işi olanlar olurdu ya da alışveriş için şehirlere gidilirdi. O günkü şartlarda bir şehre gidip otelde yatmak, lokantada yemek kolay değildi. İkinci Dünya Savaşı olmuş, yoksulluk tavan yapmıştı. Tufan dayının evi diğer evlerle kıyaslandığında çok daha iyiydi ama büyük sayılmazdı. Gönülleri geniş olunca misafirleri de eksik olmuyordu.

Yokluk zamanı
İnsanlar, Ankara ve İstanbul gibi uzak yerlere kolay kolay gidemezlerdi. Oralara gitmek büyük bir iş sayılırdı. Zaten şimdiki gibi de ulaşım imkanları yaygın değildi. İnsanların giyecekleri elbiseleri bile yoktu. Bizim oralarda istisnasız herkes yamalı elbise giyerdi. Başka bir şehre gitmek için önce borç elbise bulurlardı. O da herkeste olmazdı. Okullarda hademelik yapan, maaş alan varsa onlardan istenirdi.
Küçük yaşta Trabzon’a gittiğimde ilk defa elektriği o evde görmüştüm. Kaç yaşındaydım bilmiyorum. Beni kucağına alıyorlar, elektrik düğmesine bastırıyorlardı. Böyle yukarı aşağı kalkan düğmeler vardı. O düğmeye bastığımda ışıkların yandığını görünce dünyalar benim oluyordu. Daha önce böyle bir şey görmediğimiz için bize çok ilginç geliyordu.
Hatta bir gün caminin önünden geçerken, üç tekerlekli bir arabayla bir adam; “Bardaklar 50 kuruş bardaklar 50 kuruş” diye bağırıyordu. Tabi ben 50 kuruşun da ne olduğunu bilmiyordum, inanın bardağın da ne olduğunu bilmiyordum. Çünkü biz suyu, ayranı tasla içerdik. “Bardak elli kuruş” diye bağırarak bir zaman o adamı taklit ettim. Bana bakıp gülerlerdi, benim de hoşuma giderdi.
Bir hatıra
Tekrar Tufan dayıya dönecek olursam, rahmetli abimden dinlediğim bir hatırasını anlatayım. Kendisi çok merhametli bir insandı. Hastaydı, midesinden rahatsızdı, sık sık doktora giderdi. Devlet hastanesinde midesinden ameliyat olmuş. Acılar içerisinde kıvranıp dururken yan taraftaki yatağa bir genci yatırmışlar. Onun da ameliyat olması icap ediyormuş. Ancak genç Kars’tan gelmiş. Artık niçin gelmiş, nasıl gelmiş orasının bilmiyorum.
O zamanlar hastalardan ameliyat için para istenirmiş. Fakat gencin üzerinde parası olmadığı gibi yanında refakatçisi de yokmuş. Doktorlar; “Bu hasta hemen ameliyat olması lazım” diyorlarmış. Tufan dayı doktorlara demiş ki: “O kardeşin ameliyat ücretini ben öderim. Siz bu genç kardeşimi hemen ameliyata alın, ne gerekiyorsa yapın.” Bunun üzerine genci hemen ameliyata almışlar.
Tabi bugünün gençleri eski Türkiye’yi bilmiyorlar. O günkü Türkiye’de paranız yoksa, sigortanız yoksa, çok zorluklar çekiyordunuz. Hatta memursanız başka bir hastaneye, sigortalıysanız başka bir hastaneye gidiyorsunuz. Sigortanın ilacını öteki eczane vermez, beriki bunu vermez. Zaten muayene olmak için bile hastanede bir hizmetli bulmanız lazım veya saatlerce beklersiniz. Ve daha neler neler.
Karslı genç ameliyattan çıkıyor, yanına bir de refakatçi lazım. O zamanlar öyle telefon telgraf kolay değil. Kars’taki akrabalarına ulaşacaksın da onlar gelecekler, ne mümkün? Tufan dayım hasta haliyle ona yardımcı olmaya çalışmış. Kendi yakınlarından onunla da ilgilenmelerini istemiş. Tabiri caiz ise o insana bir abilik yapmış. Tabi o insan da ameliyattan sonra dayımın adresini almış, onu ziyaret etmiş. Bir müddet sonra da ameliyat masraflarını ona ödemiş.
Kars’a gitmiş
Aradan yıllar geçmiş, bu genç, Tufan dayımı Kars’a davet etmiş. O sıralar Tufan dayımda evlatlık olan rahmetli abim henüz çocuk. Yolculuğun zor olduğu zamanlarda birkaç araba değiştirip ailecek Karsa gitmişler. Oradan ilçeye, köye derken yorgun argın davet edilen köye ulaşmışlar.
Gence yardım edip ameliyat ettirdiğini duyan köylüler hep toplanmış ve onları büyük bir minnettarlıkla karşılamışlar. Bir hafta onları paşalar gibi misafir etmişler. Bir hafta sonra gidecekleri zaman tereyağları, peynirler, akla hayale gelmeyecek hediyeler vermişler. Zaten gencin ailesi ağa sülalesi imiş, durumları da iyiymiş. Yapılan bu iyilik, böyle güzel bir muhabbete vesile olmuş.
Rahmetli abim diyor ki: “Bizi öyle misafir ettiler ki biz şaştık kaldık. Nasıl bize hürmet ediyorlar bir görseniz.” Anadolu’nun o güzel misafir ağırlama kültürünü büyük oranda kaybettik. Aman Ya Rabbim, şimdi yazarken üzülüyorum. Gün geçtikçe çok faziletleri kaybediyoruz. Hiç olmazsa bu güzellikleri anlatalım da neleri kaybettiğimizi hatırlatmış olalım.
Bu yazıda, aldığı bayramlıklarla çocukları sevindiren Tufan dayıyı ve onun misafirperver eşi Fatma halamı hayırla yâd etmek istedim. Onlar zor zamanda bir hastaya yetişmişler, iyilik yapmaktan geri durmamışlar. Misafiri Allah’ın misafiri olarak görmüşler ve o küçücük evde sayısız misafir ağırlamışlar. Misafir deyince suratlarını asmamışlar, misafir gelince yüzlerinde güller açmış.
Rabbim tüm geçmişlerimize rahmet eylesin. Bizlere de bu sade hayatlardan ilham almayı nasip eylesin.
Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com

Yayın Yönetmeni Notu: Bugün insanlık olarak egoizmin, bencilliğin, çıkarcılığın, menfaatçiliğin ve bizi insanlıktan uzaklaştıran her türlü kötü duyguların girdabından kendimizi kurtarmak istiyorsak, bir boyacı sandığı ile ailesini geçindiren İsmail Amca, koyunlarını sağıp sütünü hediye eden Kerime Yenge, kurtlar kuşlar yesin diye ağaçlara aşı yapan Kadir Dede, misafir ağırlamayı seven Ahmet Amca, arabacıya fazla para veren Yusuf Amca, her zaman sözünde duran Marangoz Kara Mehmet, mesleğinin hakkını veren hademe Yaşar Abi, hatırı sayılır Havva Ana ve merhametli Tayfun Dayı gibi şahsiyetlerin güzel, samimi ve sade hayatlarını okumalı ve onlardan ilham almalıyız. Bizi yeniden diriltecek olan ruh bu ruhtur. İşte bu duygularla İrfanDunyamiz. com olarak güzel ve sade hayatları sizlerle buluşturma gayretindeyiz. Sizler de bu güzel içerikleri sevdiklerinizle paylaşabilir, iyiliklerin, faziletlerin, erdemlerin yayılmasına katkı sunabilirsiniz.
Sade Hayatlar ↗
Bize kaybettiklerimizi hatırlatan, ilham veren sade hayatlar tanımak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
- Sumud filosu bir umut oldu…
- Ali Haydar Efendi o gece uyuyamamıştı…
- Ezan muhaciri hafız Zekai Sarsılmaz hoca
- Pulurlu Maksut baba gözü yaşlı bir zattı…
- Kemalettin Altıntaş amcayla görüşmek nasip oldu…
“Gönlün sığdığı yere gövde de sığar” derler eskiler. İspatı da Tufan Dayıdır. Buradaki kişilerin bir kısmının okuma-yazması da yoktur zannediyorum. Nasıl bu irfana ve ahlaka ulaştılar? Maalesef biz o damarı kaybettik. Çok teşekkür ederim Geylani Hocam.
Değerli hocam doğru söylüyorsun tufan dayım nereden nasıl öğrendiyse okuyordu,
Halamızın okuma yazması yoktu fakat insani erdemler zirvede idi