“Hayatta kalma donanımı” şeklinde tanımlanan ve vücudumuzun “Kara Kutusu” olan beyin; duyguları düşünceleri, yaşadığımız varlık dünyasını, evreni, galaksileri, canlıları-cansızları, duyu organlarımız olan görme, duyma, konuşma, koklama ve dokunma gibi işlevleri ve benzersiz marifetleri olan bir organ. Aynı zamanda “Beyin izi, parmak izi gibi benzersizdir.” İbni Haldun, “İnsan beyni değirmen taşına benzer, içine yeni şeyler atmazsanız kendi kendini öğütür durur” diyerek beynin ihtiyaç duyduğu gıdayı vermemiz gerektiğini veciz bir şekilde açıklar.
Beyin bir uyum sağlama cihazıdır ve bu işi çok karmaşık, henüz anlayamadığımız yöntemlerle sürekli olarak sağlar. Kafatasımızın içinde duran ve düşüncelerimize, duygularımıza, algımıza, hayallerimize ev sahipliği yapan böylesi gelişkin bir organın herkeste farklı olduğu gerçeğinin ilmi olarak da biliniyor olmasıdır. Demek ki içeride bilgi işleyen sistem, herkeste başka… Yani herkesin kafasının içi, zihinsel dünyası, kabiliyetleri, hayalleri, duyguları ve sezgileri, diğer tüm insanlardan farklıdır.”
Kalbin yeri
Yaratılmışların en şereflisi, en onurlusu, en değerlisi olan insanın biyolojik tüm organları aslında benzersizdir. Bu organlar arasındaki mekanizmalar da olağanüstüdür. Bu organlar arasında kalbin yeri başkadır. Kalp, iman ve irfan gıdasıyla beslenir. Bu besin kaynakları ne kadar sahih olursa, insan o kadar mükemmelleşir.
Kemal Sayar; “Son yıllarda yapılan çalışmalar kalbin düşündüğümüzden daha akıllı olduğunu gösteriyor. Kalp beyinden sinyal alıyor evet, ama kendisi de Vagus siniri yoluyla beyne bilgi gönderiyor. Beyne gönderdiği sinyallerle beynin entelektüel işlevlerini yerine getiren bölümünü uyarabiliyor veya tamamen devre dışı bırakabiliyor. Kalp kendi hormonlarını üretip vücuda bırakıyor, beyinden binlerce kat daha güçlü bir manyetik alan yayıyor.
Kalbin üzerinde yer alan kırk bin sinir hücresi, tıpkı beyin gibi yapılanıyor. Kalbin beyni, kendi dopaminini salgılayabiliyor. Bu sinirsel iletici, davranışlarımız üzerinde kuvvetli etkileri olan bir bileşiktir” diyerek kalp-beyin arasındaki koordinasyonunu açık bir şekilde ifade etmektedir.
Kalp ve beyin
Kalp; acımanın, merhametin, hüznün, sevdanın, imanın ve irfanın ikametgahı iken; beyin aklın, rasyonalitenin ve düşüncenin ikametgahıdır. Kalp ve beyin, sıkı bağlarla birbirine bağlı çok önemli iki organdır. Bu iki organı, yaratılış fıtratına uygun tarzda, ihtiyaç duydukları besinlerle dengeli bir şekilde beslersek, aralarındaki koordinasyon sağlanmış ve güçlendirilmiş olur.
Kalp kırmaktan, kalp ağrısından, gönül yarasından söz edilir. Kalbin gözyaşı vardır. Bilmenin, farkına varmanın, sevmenin ayrı bir hazzı vardır. Bilmek, bilinmek, fark etmek farklı bir zevk tattırır insana.
Kemal Sayar; “Duyularımız için kalp, esaslı bir metafordur. Kalbin bilimi ilerledikçe, metafor hakikate dönüşebilir. Kalbin bilgeliği, hatırlamaktır. Kaybedileni, unutulanı, görmezden gelineni hatırlamak. Som akıl, insana kılavuzluk edemez. Böler, ayırır, çözümler. Bütünü göremez, yapısı gereği böler ve ayrıştırır. Belki de insan bir yetimdir. Kaybettiği kutsalın açlığıyla kıvranan bir yetim” diyerek, kalbin esas fonksiyonunu ortaya koymaktadır.
Kalp medeniyeti
Kadim medeniyetimiz, bütünü görme üzerine inşa olmuştur. Beynin bütün hakkını teslim eden bir kalp medeniyetidir medeniyetimiz. İnsanlık, yitirdiği bu medeniyetin ıstırabıyla kıvranmaktadır.
İslam medeniyet tasavvurunda, her bir insana saygınlık ve değer biçme vardır. İslam medeniyet tasavvurunda bütünsel bir yaklaşım söz konusudur. Bu bütün, bizim ve insanlığın hakikati.
Parçalanan hakikat, hakikat değildir. Bütün insanlığın kurtuluşu olmayan bir kurtuluş, hiçbirimizin kurtuluşu olamaz. Beynin ve kalbin, yaratılış fıtratı doğrultusundaki inşası, insana bu dünyada adeta cenneti yaşatır.
Mikro- Evren demek olan insan, yaratılış fıtratına uygun olarak yaşamak, bu dünyada mutlu olmak ve ebedi hayatı da kazanmak istiyorsa, hayatını hamd-şükür ekseninde inşa etmesi gerekmektedir. Hamd Yaratan’ın yaratılan’a ihsan ettiğine karşı, yaratılanın takınması gereken fiili ve kavli davranışlar bütünüdür. Hamdin insan hayatında büyük bir ağırlığı ve önemi vardır.
İçe dönül olmalı
Bütün bir insanlık, hayatını tüketmek istemiyorsa, yolculuğunu içe, kalbe yapması hayati derecede önemlidir. Zira insanların birçoğu, kendilerini ihmal etmekte, varlık dünyasındaki özgül ağırlığından habersiz olarak bir yaşam sürdürürken, hep başkalarının kusurlarını araştırmakta ve araştırırken, makam-mevki-kariyer ve zenginlik bakımından hep üsttekilere bakarak haset etmekte ve kıskanmaktadır.
Bu durum o kişilerin ruh dünyalarını zehirlemekte ve mutsuz bir hayatı yaşamalarına sebep olmaktadır. Halbuki tam tersine, nimeti arttıran, lezzete değer katan şükürdür. Şükretmek yerine şikayet edenler, sahip oldukları değerlerden mahrum kalırlar.
İnsan, makam-mevki-kariyer ve zenginlik bakımından alt katmandaki insanlara, manevi bakımdan da üst katmandaki insanlara bakarak, hamd ve şükrün gölgesinde bir hayatı inşa ederse, iki dünyanın da mutluluğunu ve saadetini elde eder.
Varlık dünyasındaki her bir öge, bir ayettir. Buna “kevni ayetler” denir. Güneş, bir ayettir. Ay, bir ayettir. İnsanlar, sular, ağaçlar, bütün canlı ve cansız varlıklar, birer ayettir. Her bir ayet, kendi fonksiyonunu icra etmektedir. Kevni ayetlerin toplandığı kitaba “kainat kitabı” denir.
Kainat kitabı
Kainat Kitabından birkaç ayetten bahsedelim: Güneş, sahip olduğu ısı enerjisiyle, bütün bir evreni ısıtmakta, ışık enerjisiyle aydınlatmakta ve çekim enerjisiyle etrafındaki gezegenleri yörüngelerinde tutmakta, böylece Yaratıcı’nın yüklediği görevi hakkiyle yerine getirerek, hamd fonksiyonunu icra etmektedir.
Yanıcı olan hidrojen iki atomuyla ve yakıcı olan oksijen bir atomuyla ittifak kurarak, bütün canlı organizmalarının hayatiyetlerini sürdürmeleri için gerekli olan ab-ı hayat demek olan suyu (O) oluşturmaktadır. Su da böylece hamd fonksiyonunu fiili (uygulamalı) olarak icra etmiş olmaktadır.
Dünyanın kendi ekseni etrafında dönerek gece ve gündüzün oluşmasına, güneşin etrafında dönerek yılların oluşmasına ve ayın da dünyanın etrafında dönerek Med-Cezir (Gel-Git) olayının meydana gelmesine sebep olmakta, böylece yaratıcının yüklediği görevi yerine getirerek hamd işlevini icra etmiş olmaktadır.
Varlık dünyasındaki her bir öge (kevni ayet), görevini ifa ederken, insana ve insanlığa hizmet etmekte ve yaşamına katma değer katmaktadır. İnsanoğlunun da bu iyiliğe, nimete ve katma değere karşı bir hamd ve şükür borcu vardır. Yaratıcının bu hamd ve şükre ihtiyacı yoktur. Ancak insanın bu dünyada mutlu ve müreffeh bir hayat sürdürmesi, İç-dünyası, Dış-dünyası ve Evrenle barışık ve uyumlu olması için Hamd ve şükür fonksiyonlarına ihtiyacı vardır.
Arifler “Kendini bilen, Rabbini bilir” demişlerdir. Rabbini bilen, hiç kuşkusuz hamd ve şükrü eda ederler. Eda ederken bütün fonksiyonlarının hakkını vererek yerine getirirler. Özetle; Aklın hamdi, aklını kullanıp onun hakkını vermektir. Gözün hamdi, meşru olana bakmaktır. Dilin hamdi, hakkı ve hakikatı söylemektir. Kulağın hamdi, meşru olanı dinlemek ve gayri meşru olandan sakınmaktır. Her organın hamdi, kendi fonksiyonunu meşru çerçevede icra etmektir.
Prof. Dr. Şemsettin Dursun/ İrfanDunyamiz.com