Kardeş Azerbaycan alperenleri bekliyor…

Hep duyardık, aynı dili konuştuğumuz, iki devlet tek millet olarak gördüğümüz Azerbaycan diye bir kardeş ülkemiz varmış diye. Şöyle bir araştırdığımızda şu bilgilere rastladık. Güney Kafkasya’nın en büyük yüz ölçümüne sahip ülkesi olan Azerbaycan’ın doğusunda Hazar Denizi, kuzeyinde Rusya, kuzeybatısında Gürcistan, batısında Ermenistan ve güneyinde İran ile komşu. Kendisine bağlı olan Nahcivan Özerk Cumhuriyeti dolayısı ile de Türkiye ile kısa bir sınırı bulunuyor.

2,5 milyonluk nüfusuyla Bakü, Azerbaycan’ın, Hazar Denizi’nin batı kıyısında yer alan başkentidir. Kafkasya’nın en büyük şehri, en önemli kültür ve ticaret merkezidir. Ülkenin en doğusundaki ve en önemli sanayi, ticaret ve kültür merkezi olmanın yanı sıra bir liman kenti olarak da önemlidir. Halkın yüzde doksanı Caferi Şii mezhebindendir. İlginç bilgilerden birisi de gece hayatının en yoğun olduğu şehirlerden birisi olarak tanıtılıyor.

Küçük bir sürpriz

Çok okuyan mı çok gezen mi bilir diye sorarlar. Evliya Çelebi de gezerek seyahatnamesini yazmıştır. Tabii biz bir Evliya Çelebi olamayız ama kader bizi bazen başka ülkelerde konaklattı. Genellikle imam olmamızdan dolayı vazife gereği Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde bulunduk. Son ziyaretimizi ise 2025’in bu son günlerinde komşumuz Azerbaycan’a yapmak nasip oldu.

Oğlum bir sürpriz yaparak Bakü’ye 4 günlük bir seyahat ayarladığını, orada bir ev kiraladığını söyleyince bu bilgileri de internetten araştırmış oldum. Aklımda, planımda böyle bir şey yoktu. Hiç gitmeyi düşündüğüm bir ülke de değildi doğrusu. Neyse müftülükten izin işlemlerimi hallettikten sonra, ailecek, Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan uçakla 2 saat 15 dakika gibi bir zaman içerisinde Azerbaycan’ın başkenti Bakü’ye indik.

Tabi pasaportsuz deniyor ama herkes pasaportla işlem yaptırarak giriş yaptı. Kiralık evin sahibi bizi, Bakü havaalanından kiralanan eve kadar getirdi. Akşam hava karardığı için eve yerleştikten sonra yemek için Bakü merkezinde lokantaların olduğu yere gittik. Maalesef her girdiğimiz lokanta içki sunulduğunu görünce biz buralardan çıkarak bayağı bir yürümekle bir köşede içkisiz bir lokanta bulduk ve karnımızı doyurduk.

İçkisiz lokanta

Ertesi gün; “Burada içkisiz bir lokanta var mı” diye birilerine sorduk. Uzak bir mevkide, bir binanın dördüncü katında içkisiz bir lokantanın olduğunu söylediler. Adresini aldık ve artık 4 gün o lokantaya devam etmek durumunda kaldık. Hani derler ya ilk izlenimler çok önemlidir diye… Tabii 70- 80 sene Rus işgali altında bulunan bir ülke bu şekilde oluyormuş. Maalesef tüm içkili mekanlar neredeyse tıklım tıklım doluydu.

Burada hayat gece saat 19- 20’den sonra daha canlanıyormuş. O mekanların geceleri daha çok müşterisi olduğunu söylediler. Namaz kılmak için bir cami aradık epeyce yürüyerek ancak bir camiye ulaşabildik. Abdest almak için lavaboya gittiğimde, abdest alınacak lavabonun neredeyse göğsüm hizasında olduğunu görünce şaşırdım. Çünkü ayaklarımı nasıl yıkayacaktım? Kenarda iki çeşmeli bir yer yapmışlar artık orada abdestimi alarak camiye gittim.

Camiye ilk girdiğimde sağa sola şöyle bir göz atmak için baktığımda, caminin giriş yerinde bir iki santim boylarında bir taş yığını gördüm. Tabii burada genelde Caferiler çoğunlukta olduğu için Kerbela taşı olarak bilinen taşları secdede alınlarına koyuyorlardı. Yolduğum için sünnetleri terk edip farzları iki rekat eda ederek camiden ayrıldım. Mezhep farklılığından dolayı fazla da dikkat çekmek istemedim.

Kenar kesimleri bilemeyiz, ama bizim kaldığımız yerdeki sokaklar çok temizdi. Rus mimarisini andıran kesme taşlardan açık kahverengi tek renk olarak yapılmış çok güzel görünümü olan binalar vardı. İnsan bunları görünce düşünmeden edemiyor. Bu kadar içki tüketilen ve gece hayatı ile bilinen bu şehrin maddi yönü maşâallah çok kuvvetli… Dışı güzel süslemişler.

Tarihi dostluk

Azerbaycan ile bizim aramızda tarihi bir dostluk var. Yaygın tabiriyle iki millet tek devlet olarak kabul ettiğimiz bir gerçek. Bizim bu coğrafyada ayrı düşmemiz her iki ülkenin de faydasına olmaz. Filistin konusundaki içler acısı tutumlarına ise üzülmeden edemiyoruz. Şaşılacak derecede de bizi de seviyorlar. O yemek yediğimiz içkisiz lokantada servis yapan genç yavrumuzla epey bir sohbet etme imkanı bulduk. Kendisi İstanbul’a gelmiş, Sultanahmet’te namaz kılmış, İstanbul’u gezmiş ve çok sevmiş Türkiye’yi. Adeta Türkiye aşığı bir genç kardeşimiz.

Orada parkta tanıştığımız bir başka beyefendi de Türkiye’yi çok sevdiğini söyledi. Azerbaycan’da Fetö’nün okullarında büyük meblağlarla okuduğunu ve orada çeşitli yarışmalara girip dereceler aldığını hatta çok güzel şiir okuduğu halde şiir okurken ağlamadığı için ikincilikle ödüllendirildiğini anlattı. O zamanlarda Fetö’nün yurtlarında kalmanın çok prestijli olduğunu fakat 15 Temmuz darbesinin patlak vermesi üzerine gerçekleri gördüğünü anlattı.

Şu anda onların ne okulları ne de kişilerinin hiçbirisini görmediğini ve onlardan kurtulmanın ne güzel bir şey olduğunu söyledi. Kendi dayısının Kerbela günlerinde sırtlarını zincirlerle dövenlerden olduğunu ve kendisini de ona davet ettiğini fakat kendisinin bu törenlere katılmadığını söyledi. “Niçin Bakü’de cami bulmak zor?” diye sorduğumda, şu anda devlet tarafından Bakü’deki 27 tane caminin restorasyon sebep gösterilerek kapatıldığını söyledi.

Azerbaycan’da 3 vakit namaz kılındığını ve ezanların da Caferi mezhebine göre okunduğunu da öğrenmiş olduk. 1991 senesinde bağımsızlığına kavuşmasına rağmen hala demek ki Rusya’nın tesirini üzerlerinden atamamışlar. Malesef dini yönden kendilerini daha fazla ilerletememişler. Dönüş için Aliyev havaalanında akşam namazını kılmak için mescid aradım. Ancak 10 kişi alacak kadar küçük bir yer tahsis edilmiş. Zaten de mescitte sadece üç kişi vardı.

Hasılı kelam bu gezimizden anladığımız şu ki kardeş Azerbaycan Alperenleri bekliyor.

Osman Gülşen/ İrfanDunyamiz.com 

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Onların halleri bir başka olurdu…

Analarımız, ninelerimiz dua ederken “Ey güzel Allah’ım” diye yakarırlardı. Ne güzel bir hitap değil mi? …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.