
Bir insan düşünün onun hakkında bir şeyler duyduğunuzda ya da onunla ilgili bir şeyler okurken her seferinde başka bir atmosfere giriyorsunuz. Böyle yüreğinizi tir tir titretiyor. Sonra fotoğraflarına bakıyorsunuz, saflığın temizliğin bu kadarı da olur mu diyerek ürpermeye başlıyorsunuz. Hiçbir halinde enaniyet olmayan, hiçbir halinde poz verme olmayan, gülümsediği zaman sanki kalbinin temizliğini size gösteren, insanlara gönülden ve içten davranan bu güzel insanın faziletlerini öğrendikçe dayanamıyor ağlıyorsunuz.
Size Kemal Yolcusu’ndan bahsetmeden önce, doğduğu şehir Kars’tan ve bazı menkıbelerden bahsetmek istiyorum. Kars, Ebul Hasan El Harkani Hazretlerinin manevî kokusu ile tütsülenmiş adeta bir maneviyat beşiğidir. Velilerin ana yurdu, bağrı yanık insanların şehridir… Tarihî eserlerin, ozanların, âşıkların, ariflerin, balın, kazın ve kaşarın yani maddî ve manevî nimetlerin buluştuğu yerdir. Cenab-ı Allah bu güzel şehre nimetlerinin en güzellerini vermiş. Kemal Yolcusu gibi bir güzellik abidesini yetiştirmek de bu şehre nasip olmuş.
Şehre bakış
Bazıları bir şehir hakkında güzel sözler söylediğimiz zaman, bunları abartılı bulabiliyor. Oysa bizim şehre bakışımız aynı zamanda o şehir hakkındaki duamız, temennimiz ve hüsn-ü zannımızdır. Şehri güzel görmeyi başaramadan o şehri güzelleştiremezsiniz. Şehre bakışımız bizim hangi dünyanın insanı olduğumuzla da ilgilidir. Mesela Ankara’ya baktığımızda biz ilk olarak Hacı Bayram türbesini görürüz. Kars’a baktığımız zaman Kars bizim için Ebul Hasan El Harkani Hazretleri demektir.
Harkani Hazretleri, silsilede Bayezid-i Bistami Hazretlerinden sonra yer aldığı için veliler zincirinin ilk halkalarındandır. Büyükler onun türbesindeki enerjinin yüksek olduğunu söylerler. Gölün ikliminde dolaşanlar, gülün kokusunu arayanlar mutlaka gidip orayı ziyaret etmelidir. Merhum Mehmed Zahid Kotku Hazretleri dermiş ki: “Her insan ömründe bir defa bile olsa Ebul Hasan Harakânî Hazretleri’nin kabrini ziyaret etmeli, o da ona yeter.”
Ebul Hasan El Harkani Hazretlerinin bir kıssasını, sizlere daha önce bahsettiğim Nurlu Mücahid ve Sırlı Dost’tan dinlemiştim. Gönül insanı Recep Koçak Ağabey’in bir yazısından öğrendiğime göre merhum Prof. Dr. Esad Coşan Hocaefendi de bu menkıbeyi bir düğün merasiminde anlatmış. Evli çiftler için gerçekten de ders verici bir menkıbe.
Sevap yumağı
Ebul Hasan Hasan El Harkani Hazretlerini ziyaret etmek için talebeleri evine gitmişler. Kapıyı çaldıklarında hanımı içeriden “kim o” demiş. Dervişler Harkani Hazretlerini ziyarete geldiklerini söylemişler. Hanımı; “Ormana odun getirmeye gitti. Ne buluyorsunuz bu adamda bilmem ki?” diye de söylenmekten geri durmamış.
Aylar sonra aynı talebeler şeyhlerini tekrar ziyarete geldiklerinde onu yine evde bulamamışlar. Fakat bu kez kapının arkasından gelen ses pek müşfik ve pek naif imiş. “Çocuklar Hocanız ormana odun getirmeye gitti, biraz sonra gelir. Siz geçin bahçede bekleyin” demiş. Bir müddet sonra Harkani Hazretleri gelmiş, dervişler elini öpmüşler ve sohbetini dinlemişler.
Sohbet esnasında akıllarına bir şey takılmış. İçlerinden birisi biraz çekinerek de olsa merakını gidermek için şöyle demiş: “Efendim önceki gelişimizde farklı bir annemiz karşıladı bizi. Bu seferki karşılayan annemiz ise daha farklı birisiydi.” Harkani Hazretleri; “Bahsettiğiniz hanımım rahmetli oldu. Ben o zaman kendi yumağımı sarıyordum. Yeni hanımım ise kendi yumağını sarıyor!”
Ne demek istediğini Bayram Mermer Amca’ya sorduğumda; “Eski hanımı aksi biri olduğu için ona sabrederek kendi sevap yumağını sarıyordu. Yani sevaplarını çoğaltıyordu. Yeni hanımı ise çok anlayışlı bir insan olduğu için o da kendi yumağını sarıyor ve sevaplarını çoğaltıyordu” dedi. Bu güzel menkıbeden anlıyoruz ki eşler zaman zaman birbirlerine sabrederek kendi sevap yumaklarını büyütmeliler.
Yine Recep Koçak Hoca’nın bir yazısından öğrendiğime göre, rivayet olunur ki Ebul Hasan Harkani, Kars’ın fethine katılmış ve kale önlerinde şehid düşmüştür. Kars’ta, Hasan Harkani’nin kabrinin bulunmasıyla ilgili bir rivayeti Evliya Çelebi nakletmiş. Rivayete göre Kars kalesi Osmanlılar tarafından III. Murad Han devrinde tekrar geri alınınca, kalenin tamiratı Lala Mustafa Paşa’ya verilmiş. Tamirat esnasında Hafız Osman isimli hal sâhibi bir asker rüyasında Harkani Hazretlerini görmüş.
Harkani Hazretleri rüyada bu askere; “Oğlum Hafız Osman! Uzun müddetten beri toprak altında yatmaktayım. Paşana söyle, kabrimi ayan edip açığa çıkarsın, okunacak Fatihalardan nasibdar olmak isterim” demiş. Hafız Osman birkaç gün aynı rüyayı üst üste görmüş. Son rüyasında kabrin yeri iyice tarif edilmiş ve yanına da bir mescid yapılması söylenmiş.
Hafız Osman gördüğü sadık rüyayı ertesi gün Paşa’ya büyük bir heyecanla anlatmış. Paşa da aynı rüyayı kendisinin de gördüğünü söylemiş. Lala Mustafa Paşa bir tamim yayınlamış ve dualarla zikirlerle kabri bulmuşlar. Mübareğin bozulmamış bedeni ve taze damlayan kanıyla karşılaşmışlar. III. Murad’a kabrin bulunduğu haber verilince vasiyete uyarak yanına mescid yapılmasını emretmiş.
Hafız Osman rüyayı paşaya ileterek bir güzelliğe vesile olmuştur. Güzelliklere vesile olan nice Hafız Osmanlar vardır ki onları da yeri geldikçe anlatacağız. Burada dikkatimizi çeken bir şey daha var; o da Ebul Hasan El Harkani Hazretlerinin belli bir müddet toprağın altında gizli kaldıktan sonra bir rüya vesilesi ile açığa çıkmasıdır. Allah Teâlâ bazı veli kullarını gizleyip vefatından yıllar sonra ortaya çıkarıyor demek ki…
Allah Teâlâ’nın öyle kulları var ki yaşarken hiç kimsenin bilmediği veya çok az kişinin bildiği bu güzel kullar vefat ettikten sonra bir veli olarak anılmaya başlıyor. Mezarı çok uzaklarda bile olsa, Kars’ta bile olsa, bir bakıyorsunuz onu dünya gözü ile görmemiş insanlar onun kabrini ziyaret etmek için Kars’a gidiyorlar. Belki de Allah Teâlâ’nın böyle gizlediği kullarından birisi de Kemal Yolcusu’ydu.

Kars kazı
Sevgili okuyucu, eskiden beridir Kars’a gitmek istediğimi yakınlarıma hep söylerdim. Kars deyince de aklıma Allah’ımızın o şirin mahlûkları yani kazlar gelirdi. Yeri gelmişken kazla ilgili bir de hatıramı paylaşmak isterim. Bir dönem kazlara karşı bir merakım olmuştu. Kazlar hakkında ne kadar video bulduysam izlemiştim. Hatta Fransa’da ciğerleri için beslenen kazların videosunu bile izlemiştim. Doğrusu daha önce hiç yemediğim kaz etinin tadını da merak ediyordum.
Bir gün bir kasabın camında; “Kars kazı bulunur” diye bir yazıya rastladım. İçeri girdim ve fiyatını sordum. Çok pahalıydı. Sonra eşimi aradım, Kars kazı bulduğumu ve almak istediğimi söyledim. Eşim; “Alışık olmadığımız bir et, yenmezse israf olur” dedi. Tabi biraz da ben madden zorlanmayayım diye böyle demişti, çünkü borç ödüyorduk o zamanlar. Ben biraz ısrar edesi oldum fakat alma dediği için almadım.
Yine de merakımı gidermek için kasap beyefendiden rica ettim, dondurulmuş kazı içeriden getirdi. Başı ve ayakları da bir set halinde yanındaydı. Öğrendiğime göre hiçbir şeyi boşa gitmiyormuş. Neyse teşekkür edip ayrıldım. O günden sonra da kaz muhabbetine bir müddet devam ettim. Kazlarla ilgili yeni öğrendiğim bilgileri ailemle ve öğrencilerle zaman zaman paylaşıyordum.
O sıralar bir okulda müdür yardımcısıydım. Birkaç gün sonra okuldaki idare odasına gözlerini tutarak bir erkek öğrenci geldi. Bir başka öğrenci bir şey fırlatmış ve gözüne değmiş. Öncelikle çocuğu oturttum ve endişesini yenmesi için teskin ettim. Gözünü elimle açıp içine baktığımda küçük bir kızarıklık gördüm. Ciddi bir şey olmadığını ve eliyle kaşımaması gerektiğini söyledim.
Çocuk bir müddet sonra geldiği andaki telaşını yendi ve acısı hafifleyince de gözünü açmaya başladı. Masamda genellikle gül suyu bulundururdum. Başım ağrıyor diye yanıma gelen öğrencileri okuyup üfler, üzerlerine biraz gül suyu serperdim. Dişi ağrıyanlara da karanfili okuyup üfler verirdim. Çocuklar rahatlar ve iyi olduklarını söylerlerdi. Biraz da şaşırır ve gülerlerdi.
Bu çocuğumuzla da aynı şekilde ilgilendim. Çocuğun gözleri renkli, iri ve güzeldi. “Bak” dedim: “Senin gözlerin güzel, gözlerine bundan sonra dikkat et nazar değebilir. Nas ve Felak surelerini sürekli oku, Fatiha ve Ayetel Kürsi de arkadaşın olsun. Hatta annene babana söyle, seni her gün nazara karşı okusunlar.” Çocukla bir müddet sohbet ettik. Memleketini sorduğumda Karslı olduğunu söyleyince; “Kaz eti yedin mi?” diye sordum. “Evet” dedi. Çok efendi bir çocuktu, konuşkan değildi, çok fazla da bir şey konuşmadık.
Gözünde ağrı sızı kalmayınca odadan çıktı. Ertesi gün öğle arasında baktım bu çocuk elinde bir poşetle odama geldi. “Annem benimle dün ilgilendiğiniz için teşekkür etti. Bunu da size gönderdi” deyip poşeti verdi. Poşeti elimle yokladığımda sıcak olduğunu hissettim. Şöyle bir içine baktım ki güzelce paketlenmiş bir güveç tabağı, içinde pilav ve bir tane de but var. Okulda yiyeceğim düşünülerek yanına bir tane de ayran konulmuş.
“Bu nedir?” dedim. “Hocam bu Kars kazı, annem pişirdi” dedi. Teşekkür ettim ve çocuğu gönderdim çünkü bu kadirşinas davranıştan çok etkilenmiş ve duygulanmıştım. Çıkınca da zaten gayri ihtiyari gözlerim dolmuştu. Oysaki dün ona sadece; “Kaz eti yedin mi” diye sormuştum. Her hangi bir ima ile bir şey de istememiştim. Önceden haberim olsa engel de olurdum. Öğretmenlik hayatımda hatırladığım kadarı ile bir defa okula yemek geldi ve o da bu kaz oldu. Bir sefer de Urfalı bir öğrencim akşam eve yumurtalı köfte getirmişti.
Bu hatırayı uzun yıllar kimseye anlatmadım. “Dualarım kabul olur mu?” diye tereddüt eden insanlar oluyor, bazen öyle birisi ile karşılaştığım zaman anlatmışımdır. “Ben kaz yemek istiyordum, Rabbim bana kaz gönderdi” demişimdir. Rabbim duaları kabul edeceğini söylüyor zaten. Fakat nefsime bir pay çıkar mı diye endişelendiğim için hâlâ da içimden “estağfirullah” diye diye bu hatırayı yazdım.
Tabi devamı da var. Kazı öğleyin yemedim akşam eve götürdüm. Hanıma; “Senin sözünü dinlediğim için Allah da bize bunu ikram etti” diyerek bir latife yaptım. “Sen aldırmasan da Allah bana gönderdi” demekten de kendimi alamadım. Hanım da ben de böyle şeylere fazla anlam yüklemeyiz. Rabbimizin lütfudur der geçeriz. Çoğu insan niyetine göre böyle şeyler yaşıyordur elbette. Sizlerin de benzer hatıralarınız vardır mutlaka. Canınız bir şey istemiştir, bir bakmışsınız onu birisi getirmiştir.
Akşam yemekte kazı tattık ve benim hoşuma gitti. Böylece merakımı da gidermiş oldum. Bir seferinde kaynaşma olsun diye sosyal medyada; “İnsanın kendisine etliekmek ısmarlayacak Konyalı dostları olmalı” diye yazdığımda Konyalı dostlar cevap vermiş ve her birisi Konya’ya davet etmişti. Şimdi serhat şehir Karsımızın da güzel insanları bu yazıyı okuyunca mutlaka davet ederler. Anadolu insanının kadirşinaslığı hiçbir zaman bitmez. Fakat bana sorarsanız kazı artık bu dünyada değil Kemal Yolcusu ile cennet sofrasında yemek isterim. Ne de olsa istemeye bir engel yok, Rabbimizden gelecek her türlü lütfa dilenciyim.

Hasan Keskin Hocam
Kemal Yolcusu kimdir diye soracak olursanız, yıllar önce yaşamış, Erzincan ve Kars’ta öğretmenlik ve okul müdürlüğü yapmış bir derviştir. Şeyh değil, meşhur bir zat değil, şair değil, yazar değil, eser bırakmamış; peki neden ondan bahsediyoruz bu yazıda? Ya da bu dervişin özelliği ne idi ki neden onun kabrini ziyaret etmek kalbimize düştü de Kars’a kadar gittik? Kemal Yolcusu’nu sevmemize onu çok seven bir hocamız vesile oldu.
Sivas’ta İlahiyat Fakültesi’nde öğrenciyken Tefsir dersimize Prof. Dr. Hasan Keskin Hoca giriyordu. Derse geldiği ilk günü hatırlıyorum. Aslında yumuşak huylu birisine benziyordu ama pek ciddiydi. Şişman ve beyaz ellerini Menzil Şeyhi’nin ellerine benzetmiştim. Menzil’e birkaç sefer gitmiş gelmişliğim vardı. Konya’daki Muhammed Konyevi Hazretlerinin yanında da birkaç gün kalmıştım. Hasan Hoca’nın babası Süleyman Amca’nın Menzil sofisi olduğunu yaklaşık yirmi beş sene sonra öğrenecektim.
28 Şubat zulmünün yaşandığı yıllardı. Bazı zaman eylemlere katılıyor, bazı zaman derslere giriyorduk. Hasan Hoca’nın kardeşi Mehmet Abi bizden bir sınıf öndeydi. İlahiyatçı öğrencilerle pek kaynaşamadığımı görmüş benimle ilgilenmek istemişti. Öğle aralarında birlikte bir kişisel gelişim kitabı üzerinde sohbet ederdik. Diğer kardeşi Hüseyin Abi ise üst sınıflardaydı. Çok karizmatik ve ciddi bir yapısı vardı. Daha sonra uzun yıllar Sultanbeyli Belediye başkanlığı yaptı.
Bir gün Hasan Hoca’nın dersinde bir patavatsızlık yaptığımı hatırlıyorum. Fakat Hocamız hilm üzere mukabele etmişti. Hocamızı bir gün namaz sonrası İhramcızade’nin kabrinin başında gördüm. Karşılaşınca musafaha yaptık. Bana karşı soğukluğu olmadığını anlayınca sevinmiştim. Aradan yıllar geçti ve mezuniyetten sonra Hocamızı hiç görmedim. Kardeşi Mehmet Abi ile bir kere Sultan Ahmet’te, diğer kardeşi Hüseyin Abi ile de Eyüp Sultan’da karşılaştım.
Daha önceden kurduğum whatsapp grubuna bu üç güzel kardeş de sağ olsunlar katıldılar. Artık Hasan Hocamla samimiyetimiz ve dostluğumuz başlamış oldu. Senede birkaç kere çeşitli şehirlerde görüştük. Kimi zaman haftada bir kimi zaman ayda bir olsun telefonla sohbet etmeye başladık. Benim velilere olan sevgimi bildiği için bana sürekli Kemal Yolcusu’ndan bahsediyordu. Kendisi onu çocukken babasının dükkânında görürmüş ve ondan çok etkilenmiş.
Uzun telefon görüşmelerimizde Hasan Hocam bana Kemal Yolcusu’nu anlatmaya hâlâ devam ediyor. İslam’ı anlatan çok kişi olduğunu ama onun gibi İslam’ı yaşayan birisini görmediğini söylüyor. Onun okul arkadaşları ile görüştüğünü, onu tanıyan kim varsa herkesin ondan etkilediğini anlatıyor. Bazı arkadaşlarına onu anlattığını, anlattığı kişilerin de ilginç bir şekilde ona karşı sevgi beslemeye başladığını söylüyor. Hatta kendisinden onu dinleyip hakkında şiir yazanlar ve Kars’a kabrini ziyarete gidenler bile olmuş.
Hüseyin Keskin Abi Sultanbeyli Belediye Başkanı iken Kemal Yolcusu hakkında Sultanbeyli’de 2013 yılında bir anma programı düzenledi ve ardından “Bir Gönül İnsanı Kemal Temel” adı bir kitap bastırıldı. 2024 senesinde ise Sultanbeyli Belediyesi “Bir Kemal Yolculuğu Kemal Temel” adında daha geniş ve daha güzel bir eser yayımladı. O zaman Hüseyin Abi’yi arayıp bu eseri bastırdığı için tebrik etmiştim. Kaderin tecellisine bakın ki böyle bir kültür hizmetini yapan Hüseyin Abi bir yıl sonra İstanbul Kültür Müdürü oldu.
Hasan Hocam ise kitabı bana gönderdi. İlk defa 2024 yılında elime geçer geçmez okudum. Bir defa da bu yazıyı yazmak için okudum. Kitaptaki en etkilendiğim bölüm ise yine Hasan Keskin Hocamın yazdığı bölüm oldu. Özellikle Hocamızın bir rüyası var ki gerçekten bir ders niteliğinde. Bozuk fikirli bazı ilahiyatçıların dinimizi bozmaya çalıştığı bu dönemde bu rüya daha da bir anlamlı hale geliyor. Bu rüyayı yazımızın en sonunda nakledeceğiz inşâallah.
Bir de onun şeyhi Abdurrahim Reyhan Hazretlerinin hayatı ve hatıralarının anlatıldığı Gülden Bülbüllere adlı kitabı okudum. Bu kitapta Kemal Yolcusu ile ilgili bazı detaylara rastladım. Erzincan’da bulunan bu dergâhın dervişlerinin âşık meşrepli olduğunu ve Salih Baba divanındaki gazellere karşı ilgileri söz konusu olduğunu öğrenince teberrüken bu divanı da büyük oranda okudum. Zaman zaman Kemal Yolcusu’nun da bu gazelleri dinlediğini okumuştum. Coşkulu ve ahenkli beyitlerin yer aldığı o divanı okuyup kim bilir hangi deryalara dalıyordu. İşte o güzel beyitlerden bir tanesi:
Bize derya-yı vahdetten haberler söyleyen gelsin.
Hakikat güllerin görüp bizi mest eyleyen gelsin.

Çağlayan köyü
Kemal Temel Hazretleri’nin kısaca hayatı şöyle. 14 Nisan 1947’de Kars’ın Çağlayan köyünde saf ve dindar bir ailede dünyaya gelmiş. Ailesinde on iki yaşına gelip de namaz kılmayan yokmuş. Ailenin bütün çocuklarına önce helal ve haram öğretilirmiş. Öyle ki bir akrabası; “Bir gün onunla beraber yolda giderken yerde oyun kartı gördük ve yolu değiştirdik” diyor. Bu hatıra o zamanki insanların safiyetinin anlaşılması bakımından önemli bir detay olsa gerektir.
Kemal Temel Hoca, nezaket, zarafet ve hayâ sahibi sadık ve salih bir kuldur. Onun veliliği keşif kerametleri ile değil sağlam bir karakter sergilemek sureti ile tezahür etmiştir. Onun olgunluğu adeta ismi ile müsemma olup çocukluğundan beri kendini belli etmiştir. Akrabaları onun çocukken de çok olgun olduğunu, kimseyle tartışmadığını, herkesle iyi geçindiğini, herkese iyilik yaptığını, zühd halinde olduğunu ve az yiyip az uyuduğunu söylüyorlar.
Bulunduğu ortamlarda gıybet ve dedikodu yapılmasına mahal vermezmiş. Bu gibi durumlarla karşılaştığında mutlaka uyarır ve tavır alırmış. Arkadaşlarının naklettiğine göre, yanında birilerini eleştirecek olursanız cevabı hazırmış: “Kendi gözümüzdeki merteği görmeyiz; başkasının gözündeki çöpü görürüz.” İnsanların hiçbir şekilde ayıp ve kusurlarını araştırmaz; “Kâmil kişi, mahlûkatta kusur görmez ve aramaz” dermiş.
Aynı zamanda çok merhametli bir yapısı varmış. Kimsenin ilgilenmediği, yanına yaklaşmaya çekindiği veya iğrendiği kimselerle o ilgilenirmiş. Onun merhametinin bir örneğini yeğeni şöyle anlatıyor: “Deli Turgut diye biri vardı. Herkes ondan kaçarken dayım onu eve getirir, yemek yedirir, ona temizlenmesi için banyo hazırlardı.”
İlk ve orta öğretimini Kars’ta tamamladıktan sonra 1967 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne kayıt yaptırır. O yıllarda bu fakülte batıcı ve modernist eğitimi ile bilinen bir fakültedir. Üniversite arkadaşlarının anlattığına göre Ankara İlahiyat’ın batıcı eğitimine karşı çıkar ve hocalarına cevaplar vermekten çekinmez. Fakat onun cevapları her zaman nezaket ölçüleri içerisindedir. 1971’de Ehl-i Sünnet itikadı üzerinde sabit kalarak, bozulmadan bu fakülteden mezun olmayı başarır.
Arkadaşlarının anlattığına göre öğrencilik hayatında da sonrasında da namaz konusunda çok hassas davranır ve namazlarını cemaatle kılmayı tercih eder. İbadet konusundaki hassasiyetini inanç konusunda da gösterir. Dinini taviz vermeden yaşar. Bu tavizsiz duruşuna rağmen onun en önemli özelliklerinden birisi de hiçbir kimsenin kalbini kırmamaya çalışması ve çok nazik olmasıdır. Ayaklarının ucuna basarak yürürken sanki toprağı incitmemeye çalışır gibi bir hali vardır. O kadar hassas bir insandır ki yürürken karınca yuvasına bile dikkat eder.
Sınıf arkadaşı Mehmet Tahir Yaren’in söylediğine göre her zaman ayaklarının ucuna bakarak yürür ve zorunlu olmadıkça da yolda giderken kafasını sağa sola çevirmez. Böylece gözlerini de haramlardan korumuş olur. O ruhi arınmaya önem verdiği kadar bedeninin sağlığına da dikkat eder. Sabahları Judo hareketleri ile spor yapar.

Evliya Camii
1974’te Kars’ta öğretmen olarak meslek hayatına başlar ve daha sonra okul müdürü olur. Meslek hayatında öğrencilerine karşı çok merhametli ve sevecen davranır. Kimisine ayakkabı alır, kimisinin başka bir ihtiyacını görür. Neredeyse maaşının tamamını ihtiyaç sahiplerine tahsis eder. Okul müdürü olduğu dönemlerde her gece okulun pansiyonuna gider ve öğrencilerin üzerlerini örter. Bazı çocukların çoraplarını yıkayıp başucuna koyduğu da olur. Hatta bir seferinde gece kontrolü esnasında yatakhanedeki bir battaniyenin tutuştuğunu fark eder ve büyük bir felaketin önüne geçer.
İsrafa karşı savaş açar, pansiyonun yemekhanesinde israf olmaması için her türlü tedbiri alır. İhtiyaç oldukça okulun bütün işlerini kendisi yapar. Kimi zaman tuvaletleri temizler, kimi zaman sınıfları süpürür. Hatta bir gün onu soran bir öğrenci velisine bahçede kömür atanlardan birini göstererek “İşte müdürümüz odur” derler. Okulun araçlarını kullanma konusunda da çok hassastır. Bir gün eve bir çuval un alır, okulun resmi aracı ile götürmeyi teklif ederler, ciddileşir ve bunu kabul etmez. Okulun telefonunu kendi özel işi için hiçbir zaman kullanmaz. Özel aramalarında jetonlu telefonu kullanır.
Kars’ta kaldığı bu dönemde bütün namazlarını Evliya Camii’nde kılmaya özen gösterir. Çünkü Kars’ın manevî sultanı Harkani Hazretleri’nin türbesi bu caminin bitişiğindedir. Orası gölün insanları için adeta manevî bir şarz noktasıdır. Kemal Temel Hoca da oradan tefeyyüz etmekte ve manevi olarak gıdalanmaktadır. Onun intisap ettiği şeyhi ise Erzincan’daki Abdurrahim Reyhan Efendi’dir. Onun için şeyhi dünyadaki en önemli şahsiyettir.
Aynı okulda çalışan öğretmen arkadaşı Davut Yaylalı Bey bir hatırasını şöyle anlatıyor: “Bir gün okulumuzun meslek dersleri öğretmenlerinden birisi ile öğretmenler odasına girdiğimizde baktık ki Kemal Bey tek başına oturmuş teybini de açmış kemal-i edeple bir şey dinliyor. Dinlediği kişinin sesi, aynı zamanda güzel sesli olan ve ağırlıklı olarak Kur’an-ı Kerim derslerine giren başka bir öğretmenin pek hoşuna gitmemişti. Selamlaşmadan sonra Kemal Bey’e; ‘Güzel ilahi dinlemek istiyorsan teybi kapat ben sana ilahi okuyayım’ demişti.
Bunu duyan Kemal Bey’in yüz şekli birden değişmiş, pek alışık olmadığımız kızgın bir hâlde, ‘Dikkatli ol, beğenmediğin bu kişinin kim olduğunu biliyor musun?’ diye karşılık vermişti. Sonra da hiçbir kelam etmeden çıkıp gitmişti. Ben durumu fark ederek öğretmen beye; ‘Arkadaş bu zat herhalde Kemal Bey dostumuzun sevip saydığı, değer verdiği Erzincanlı Abdurrahim Efendi idi, Kemal Bey onun için celallendi. Onu bulup özür dileyelim’ demiştim.
Fakat Kemal Bey’i gün boyu aramamıza rağmen bulamadık. Ertesi gün karşılaştığımızda öğretmen bey ondan özür dilemek istemiş ama o daha erken davranarak; ‘Özür dilerim dün bir anlık öfke ile sana biraz sert davrandım. Hakkını helal et’ deme faziletini göstermişti. Herhalde Kemal Bey, olaydan hemen sonra Erzincan’a giderek o muhterem zatın ikazını almış ve gelip özür dilemişti. (Bkz. Prof. Dr. Davut Yaylalı, Bir Kemal Yolculuğu, s.150)
Davut Bey’in anlattığı bir diğer hatıra da şöyledir: “Bir defasında Kemal Bey derse 5- 6 dakika geç kalmış. Telaşla kapıyı açınca o sırada arkadaşına kızıp ayakkabısını fırlatan bir öğrencinin ayakkabısı rahmetlinin yüzüne çarpmış. Herkes çok üzülmüş, sevdikleri bir hocanın böyle bir durumla karşılaşmasına. Fakat kızması beklenen Kemal Bey, gayet olgun bir tavırla; ‘Evladım üzülme, bu ikazı Allah bana derse geç kaldığım için senin elinle yaptı. Ben dersimi aldım, teşekkür ederim’ diye karşılık vermiş.” (Yaylalı, a.g.e. s.150)
Ondaki tevazu adeta bir mahviyete dönüşmüştü. O nefsini kabartanlardan, kendini bir şey sananlardan değildi. Tam tersine nefsinin kusurlarını görenlerden ve nefsini yerenlerdendi. Onun bu konudaki bir hatırası da şöyledir. Bir gün bir tanıdığı; “Kemal Ağabey, geçen yıl Umre’de gördüğümde böyle değildin. Maşallah daha gençleşmişsin, zindeleşmişsin. Zaten güzeldin, daha da güzelleşmişsin” dediğinde ona şöyle cevap vermiş:
“Mustafa Ağabey, bu günahkâr kardeşini bağışla. Arsızlığımızdan bir türlü ihtiyarlayamıyoruz. Cenab-ı Allah, Kur’an’ı Kerim’inde: ‘Festekim kema umirte’ buyurmuş. Yani; “Emrolunduğun gibi doğru ol.” Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de buyuruyor ki: ‘Hud Suresi beni ihtiyarlattı.’ Bu ayet Peygamber Efendimiz’de ismet sıfatı olmasına rağmen, günah işlememesine rağmen, onu ihtiyarlatmış. Ama biz arsızlığımızdan bir türlü ihtiyarlayamıyoruz.” (Mustafa Tekin anlatıyor, Gülden Bülbüllere, s.89)

Âşıklar şehri
Âşıklar şehri Erzincan’da şeyhi Abdurrahim Reyhan Efendi olduğu için onun hayali Erzincan’da yaşamaktır. 1980’de Erzincan Lisesi’ne Din Kültürü öğretmeni olarak atanır. Erzincan’dayken ders dışı zamanlarda ve her akşam Reyhan Kültür Merkezi’ne gider. Orası aslında bir dergâhtır ve orada özellikle çay dağıtma, sobayı yakma ve temizlik işlerini kimseye kaptırmaz. Okul müdürüyken bile çay dağıtmaktan ve hizmet etmekten geri durmaz. 1982’de evlendiğinde düğünü bu dergâhta mevlid eşliğinde yemekli olarak icra edilir. O kendi düğününde bile hizmet eder.
Evlenmeden önce hanımına aile hayatında İslam’ı yaşamak istediğini ve dünyevi heveslerinin olmadığını söyler. O da Kemal Temel Hoca’nın bu hassasiyetine hayatının her döneminde saygı gösterir. Evlerine yetecek kadar eşya alırlar ve mütevazı bir hayat yaşarlar. Bir kitaplık, birkaç kilim ve yataktan başka eşyaları yoktur. Kendisi adeta bir sahabe gibi yaşar. Vefatından sonra evini taşımaya gidenler evinde çok az eşya olduğunu görür ve şaşırırlar.
Tanıyanların onun hakkındaki ortak görüşü şudur: “Biz onun gibisini görmedik.” Onun hayatının özeti Efendiler Efendisi sallallahu aleyhi ve sellem’in İbn Ömer radıyallahu anh’a söylediği şu hadis-i şerifte gizlidir. “Dünyada sanki bir yolcu gibi ol.” (Buhârî, Rikak, 3) Kemal Temel Hoca’nın yakın bir arkadaşının Hasan Keskin Hoca’ya anlattığı şu hatıra onun dünyadaki misafirliğini hiç aklından çıkarmadığını göstermektedir
“Bir gün, Kemal Hocamıza bir eşya almak için bir beyaz eşya dükkânına gittik. Fiyatını sorduk. Hocamızın parası tam çıkışmadı. Çok az bir miktar eksiği vardı. Maaş alımına da beş gün kalmıştı. Dükkân sahibi tanıdık olduğundan; ‘Hocam, eksik önemli değil, beş gün sonra getirirsin’ dediğinde Hocamız: ‘Hayır alamam. Ben dükkândan çıkacağımı bilemezken beş gün sonrası için nasıl söz verebilirim? Maaşımı aldığımda alacağım şeyi de gelir alırım’ dedi.” (Prof. Dr. Hasan Keskin anlatıyor. Bir Kemal Yolculuğu Kemal Temel, s.134)
1984’te Erzincan İmam Hatip Lisesi’nde okul müdürü olur. Onun için makamlar ve mevkilerin bir önemi yoktur. Onun hedefi bir gönle girmektir. Bilhassa öğrencileri üzerinde çok büyük tesirler bırakır. Ramazanlarda salona birkaç sedir serer ve yurtta kalan öğrencileri iftara davet eder. Onlara her zaman gönlünü ve evini açmaya devam eder. Öğrencileri ile adeta bir baba şefkati ile ilgilenir. Erzincan İmam Hatip’te 5 yıl birlikte çalışan müdür yardımcısı Osman Ceyhan Bey şunları anlatıyor:
“Allah’ın sevgilisi ve veli kulu olduğuna inandığım, saygıdeğer merhum müdürüm Kemal Temel ile beş yıl beraber çalışma şerefine nâil oldum. Yatılı öğrencilerden bazıları uyku arasında yatağını ıslatırdı. Bu tür sıkıntısı olan öğrencileri hizmetlilere tespit ettirip her gece gelip belli saatlerde onları kaldırarak tuvalete gönderirdi. Bu hizmetleri yaparken öğrencilerin hiç haberi bile olmazdı. Onları hiç mahcup etmezdi ve ettirmezdi. Islatılmış yatakların yenileriyle değişimini yaptırırdı. Müdürüm bizzat kendisi bu hizmeti yapardı.” (Bir Kemal Yolculuğu, s.168)
Eski öğrencileri de onu hiçbir zaman unutmaz ve fırsat buldukça hocalarını ziyaret ederler. Bir öğrencisi ziyaret hatırasını şöyle anlatıyor: “1988 Haziran’ında Kemal Hocamız Erzincan İmam Hatip Lisesinde müdürlük yapıyordu. Benim de fakülteyi bitirmeme bir aylık süre vardı. Vize ile final arasındaki haftada Hocamı ziyarete gittim. Yanımda fakülteden bir arkadaşım da vardı. Okula vardığımızda öğle tatili yaklaşmıştı. Kemal Bey bizi öğle yemeğine davet etti. Okulun dışına doğru ilerlerken Hocamız cebinden bir anahtar çıkarınca, ‘İyi, Hocamızın arabası da varmış, böylece Erzincan’ı da dolaşırız’ diye düşünürken onun az ileride bir ağaca bağlı bisikletini çözmeye çalıştığını gördük. Bisikletiyle yürüyerek lokantaya vardık.
Yemek esnasında ‘Orhan! Demek ki, fakülteyi bitiriyorsun hayırlısıyla, peki ne yapmayı düşünüyorsun?’ deyince ben de; ‘Öğretmen olmak istiyorum Hocam, özellikle de sizinle birlikte Kars İmam Hatipte çalışmak istiyorum, Kars’a gelmez misiniz?’ dediğimi her hatırladığımda gözlerimin nemlendiği o anı hiç unutamıyorum. Önüne doğru dalgın bir bakışla adeta ötelere nüfuz eden bir şekilde daldı gitti.
Bir müddet sonra ‘Kars’a geliriz ama sağ mı geliriz ölü mü onu Mevla bilir, Orhan!’ dedi. Aynı gün biraz daha hocamızın yanında kaldıktan sonra Erzincan’dan ayrıldık, dönüp Erzurum’a geldik. Aradan çok zaman geçmemişti ki Hocamız da Kars’a geldi ama… Ey Gafur, Rahim ve Vedud Rabbim! Onu Habibi’ne bizi de ona komşu kıl, çünkü biz onu çok sevmiştik.” (Prof. Dr. Orhan Atalay anlatıyor. Bir Kemal Yolculuğu Kemal Temel, s.165)
Sevgili okuyucu, Kemal Yolcusu’nun güzel ahlakının en önemli unsurlarından birisi de insanlara karşı insan haysiyet ve onurunu zedelemeyecek şekilde davranması ve onlara değer vermesidir. Onun gözünde küçük bir çocuk da değerlidir, hiç kimsenin ilgilenmediği herhangi bir insan da değerlidir. O bütün insanları kendisine muhatap alır. Kaldı ki bir okul müdürü olarak dergâhta her seviyeden insana hizmet etmesi ondaki bu anlayışın bir yansımasıdır. İnsanları muhatap almak Allah dostlarının âdetidir.
Bütün Allah dostlarında olduğu gibi Kemal Temel Hazretlerinin de temel prensibi; “Hâlıkı tazîm, mahlûka şefkat” yani Yaratana hürmet ve yüceltmek, yaratılanlara ise şefkattir. Onun küçük gördüğü veya nefsinden aşağı gördüğü hiçbir insan yoktur.

Vuslata doğru
Dünyanın nimetleri hiçbir Allah dostunu tatmin etmez. Onlar daima vuslat ümidi ile yaşarlar. Rabbimizin uygun göreceği zamanda, O’na kavuşmayı arzu ederler. Bazı insanlar dünyaya eğlenmeye geldiğini zannetse de salih kullar için dünya bir gölgeliktir. Bir müddet burada bekledikten sonra yola devam edilir. Kemal Temel Hazretleri gibi veliler için dünyanın bundan öte bir anlamı yoktur. Kulluğu hassasiyet boyutunda yaşadığı için bu dünya ona biraz çileli yüzünü de göstermiştir. Mesela çocuğu olmamıştır ve evlat hasreti çekmiştir. Eşinin evlat hasretine şahit olmak belki bundan daha da acıdır. Netice de hayat acılarıyla onun kemal mertebelerine ulaşmasına vesile olmuştur.
Sivas’ta öğretmenlik yapan İlhami Yemenoğlu adlı öğrencisinin ifadesine göre Kemal Temel Hoca vefat etmeden dört ay kadar önce kendisini Sivas’ta ziyaret eder. Öğrencisi Kemal Hoca’yı önceki görüşmelerinden daha farklı ve durgun görür. Bunun sebebini öğrenmeye çalışırken Hocamızın ağzından şu sözler dökülür: “İlhami ben bu dünyada kalmaya artık dayanamıyorum. Bir an önce vuslatı istiyorum.” (Hasan Keskin anlatıyor. Bir Kemal Yolculuğu Kemal Temel, s.140)
Kemal Yolcusu, 18 Haziran 1988’de Kayseri’ye şeyhi Abdurrahim Reyhan Efendi’nin sohbetine giderken yolda geçirdiği trafik kazası sonucu bu çilesi bol hayata veda eder. Dünya güzel bir insana veda ederken şeyhi Abdurrahim Efendi ise en sevdiği dervişlerinden birine veda etmiş oldu. Onu vefatı üzerine şöyle diyordu: “Geride kim kaldı? Böyle bir ihvan bugüne kadar gelmedi, bundan sonra da gelmez. O incinmedi ve incitmedi.”
Kemal Yolcusu’nun vefatından sonra şeyhi Abdurrahim Efendi’nin onun kalbini nasıl bulduğunu ise Hüsnü Karabudak Bey şöyle anlatıyor: “Kayseri’de bir ağabeyimizde yemekteydik. Oradan Abdullah Çay Ağabey’in evine geldik. Burada Abdurrahim Efendi abdest aldı. Daha sonra elma, şeftali gibi meyveler getirdiler. Mübarek soyup bizlere ikram ediyordu. Biz de muhabbetle ve afiyetle yiyorduk. Saat gece 23.00 civarıydı. Daha yatsıyı kılmamıştık. O esnada telefon çaldı. Kemal Bey’in trafik kazası geçirdiğini ve vefat ettiğini haber verdiler.
Namazımız kıldıktan sonra yollara düştük. Olay yerine vardığımızda hava aydınlandı. Abdurrahim Efendi; “Aha, Kemal Hoca’nın kalbi de burada!’ buyurdu. Ben de baktım ki yolda, Efendim’in işaret ettiği yerde bir kalp duruyor. Bu suretle Kemal Temel Hoca’nın kalbini de gördük. Hafız Ağabey de oradaydı. Sonra kaza yeri detaylarını gördük. Arabalar pestil gibi olmuşlardı. Böyle bir kazadan insanın kurtulması mümkün değildi. Zaten cesetlerin hepsi paramparça olmuştu. Efendim o güzel insanın cesedindeki en kıymetli olan yeri, kalbini bize göstermişti.” (Bkz. Gülden Bülbüllere, s.76)
Sevgili okuyucu, bu dünya onun varlığıyla eşi bulunmaz bir inciye şahitlik etmiştir. İnsanlar bu çağda bile kemal ehlinin var olabileceğini görmüşlerdir. Sahabenin kokusunu ondan almışlardır. Belki fakir gibi onun fotoğrafındaki temiz simaya bakıp da utanmışlardır. Belki onu düşündükçe gözlerinden birkaç damla yaş akıtmışlardır. Belki saf, çocukça duygulara dalmışlardır. “Canlarının çektiği kuş etleri vardır.” (Vakıa, 21) ayetindeki müjdeye nail olma ümidiyle onunla cennette bir kaz sofrasında buluşmayı ummuşlardır.
Peki, Kemal Yolcusu nasıl böyle bir Allah dostu olmayı başardı? Son olarak bu sorunun cevabını arayalım. Size daha önce Hasan Keskin Hocamızın bir rüyasını nakledeceğimizi söylemiştim. Hocamız bu soruyu rüyasında kendisine sormuş. Buyurun cevabını kendisinden dinleyelim:
“Vefatından sonra Kemal Temel Hocamızla ilgili araştırmalarım esnasında onun her özelliğini duyduğumda ve kendisini biraz daha tanıdığımda, hayranlığım daha da artıyordu. Böyle bir hayatı bu çağda yaşamanın adeta imkânsız olacağını düşünüyordum. Zaman zaman kendisiyle hayalen konuşuyor, ona hayran birisi olarak kendisine; “Hocam ne olur Allah aşkına bana da söyle, sen bu işi, Allah’a güzel kulluk yapma işini nasıl başardın?” diye soruyordum.
Hocam da bu ısrarlı sorularım karşısında sessiz kalmadı, bir gece bu sorumun cevabını rüyama gelerek şu şekilde verdi: ‘Hasan Hoca, burası senin zannettiğin kadar kolay değil, şeriattan zerre kadar ayrılma.’ Böylece anladım ki Hocamız vefatından sonra da bizler için yol gösterici olmaya devam etmektedir. Allah rahmet eylesin.”(Bir Kemal Yolculuğu Kemal Temel, s.141)
Allah Teâlâ bizlere bu öğüde uygun yaşamayı nasip eylesin. Din bozgunculuğu yapanların, modern düşüncelerle dini tahrif etmeye çalışanların, dinin hükümlerini beğenmeyip müctehidliğe soyunarak hüküm uyduranların şerrinden ümmeti muhafaza eylesin.
Başta miras hukuku olmak üzere İslam’ın hükümleri karşısında kemal-i edeple davranmayanları hoş görmeme izzetini bizlere nasip eylesin. Dini bozanlara karşı güler yüz gösterme zilletinden de bizleri muhafaza eylesin. Ümmete Kemal Yolcusu kamil şahsiyetler yetiştirmeyi nasip eylesin.
Aydın Başar/ İrfanDunyamiz.com
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Rabbimiz razı olsun emeğinizden. Böyle güzel bir Allah Dostunu tanımak da bizler için ayrı bir nimettir. Allah c.c onları sevmeyi nasip eylesin.