
İmamlık yaptığım yıllarda, bir çarşamba günü Kapu Camii’nde öğle vaazı yapmıştım. Müftü yardımcısı hocamızın zaman zaman telaşı olur görevi fakire tevdi ederdi. O gün vaazdan önce ve vaazdan sonra Konya’nın iki meczubuyla kısa birer konuşmam oldu. Bazı şaşırtıcı şeyler söylemişlerdi ama söylediklerine bir anlam verememiştim.
Üzerimde bir şaşkınlık hali vardı. Cemaatle musafaha ettikten sonra eve mi müftülüğe mi gitmekte kararsız kaldım. Müftülükte işim yoktu, müftü yardımcısına; “Görevi ifa ettim” demek üzere müftülüğe gitmek gönlüme düştü. Meğer sonuçta Allah’ın bir lütfu olacakmış.
Büyük nasip
Müftülüğe vardığım zaman müftü yardımcısı hocamın başının kalabalık olduğunu gördüm. Bir fırsat bulup; “Hocam görevimi yaptım. Bir emriniz var mı?” diye sordum. “Biraz otur Muzaffer hoca” dedi. Herkesin işini görüp başı rahatlayınca bana bir kağıt ve kalem verdi ve “yaz” dedi. İkametgâh ilmühaberi, yurtdışına çıkış izni, fotoğraf vs gibi bir evrak listesi yazdırdı.
Şaşırmıştım; “Hocam bunları niçin istediniz?” dedim. “Çabuk bunları iki gün içinde hazırla seni Hacca göndereceğim demez mi?” Hiç bir şeyden haberim yoktu. Hala bu konuyu anlayabilmiş değilim. Tahminimce görevlendirilen bir hocamızın mazereti çıkmış ve böylelikle bize nasip olmuştu. Allahu a’lem.
Sevinçle; “Tamam hocam, hemen hazırlarım” dedim, elini öpüp çıktım. Eve giderken adeta uçuyordum. 1977 de göreve başlamıştım ve o günden bu yana gönlümde; “Ya Rabbi, bana Haccı nasip et. Kâbe-i Muazzama’ya ve Habibin sallellahu aleyhi ve sellem’e ulaştır” diye yalvarıyor, ağlıyordum. Bir yandan da şiirler yazıyordum.
İki kere Hac
Bu haber başta annem babam olmak üzere herkesi sevindirdi. Hazırlıkları yaptık, gün geldi hacılarımızı Konya’nın eski garajında otobüslere yerleştirdik. Bu arada bir iş için garaj kapısından çıkarken çok sevdiğim ve Konya’nın çok iyi tanıdığı meczup Silleli Pirali İsmail Abi’yi gördüm. Kendisi ile ara sıra muhabbet ederdik.
Ama o günlerde görüşmemiştik. Hacca gideceğimden haberi yoktu. Hemen yanına vardım. Elini öperken; “Abi hakkını helâl et, Hacca gidiyorum” dedim. “Haberim var” demez mi? Sonra adeti üzere; “Para ver” dedi. Parayı verdikten sonra tekrar helâllik istedim.
Öyle bir ifade kullandı ki, hem şaşırdım hem sevindim: “Bir daha para ver. Gelecek ve tekrar gideceksin.” Yine verdim, sevinçle elini bir daha öptüm. Helâlleştik ve vedalaştık. Elhamdülillâh o yıl çok bereketli ve heyecanlı bir Hac nasip oldu. Geldikten sonra bir yıl geçti, hiç talebim olmadığı halde yine nasip oldu.
Bu mübarek zatın kerametini hiç unutamam. Zaten günlük birkaç kişi ile bu kerametleri zuhur ederdi. Normalde herkese, meczupluğunu belli eden farklı davranışlar sergilerdi. Ama bildikleriyle gayet ciddi olur, sohbet ederdi. Hele Allah dostlarının yanında daima sükût ehli olur, sessizce ağlar ve gözyaşı dökerdi.
Meczubların işine akıl ermiyor. Bazen insanlara etmediğini bırakmazdı. Tam bir sabır imtihanı yapardı. Çoğu kişi de kaçmaya çalışırdı. Bir şey vermekten kaçınanlar dedikleri çıkınca, artık hep yanına uğrar ve sabrederlerdi.
Hikmet-i Hüdâ, hallerine hayret edilirdi. Kâğıt toplar, bağrına basardı. Bir arabaya binerse öyle kolay inmezdi. Ama o, Konya’nın güllerinden idi. Bilen asla bırakmazdı. Topladığı paraları da fakirlere verdiği söylenirdi.
Meczupları üzmeyin
Biz büyüklerimizden meczupları kırmamak gerektiğini ve onlar para isterlerse vermek gerektiğini duymuştuk. Zaten bu zatın da dediği şeylerin çıktığını hep duyardık. Mesela İsmail Abi bazılarına dermiş ki: “Şu kadar para ver, yoksa başına şu iş gelecek.” Vermezlerse o sıkıntıyı yaşarlarmış.
Bir gün bir talebeye demiş ki: “İki buçuk lira ver.” Gencin parası olduğu halde; “Param yok” demiş. Ona 3 dersten kalacağını söylemiş. Hakikaten de üç dersten kalmış. Bu zatların sırrını bizim anlamamız mümkün değil. Parayı gönülsüz veren olursa da; “Sen niyetini bozdun” deyip almazmış.
Bu gibi insanlar bizim için gizli olan bazı şeylere vakıf olurlar. Birini gördüğü zaman sıkıntısını anlar ve ona ne lazımsa söylermiş. Hatta sıkıntısı olanlara yardım edermiş. Bir gün borçtan dolayı sıkışmış bir adamın cebine para koyup; “Git arabana mazotunu al. Çalış, senedini öde” demiş. Adam dediği gibi yapmış sonra getirmiş borcunu ödemiş ona.
Helva istemiş
Anlatılır ki bir gün yengesinden helva yapmasını istemiş. O da; “Herhalde İsmail’in canı çekmiş” deyip yapmış kadıncağız. Helvayı ona vermiş ama tabak geri gelmemiş. Bir kaç zaman sonra abisi Hacdan gelince, tabak onun çantasından çıkmış.
Bu iş nasıl olmuş diye şaşırırlarken işin aslı ortaya çıkmış. Abisinin canı Arafat’ta helva çekmiş. Bir bakmış yerde bir poşet var, poşetin içinde de bir tabak helva. Almış onu yemiş ve tabağı da çantasına koyup evine getirmiş. Onun bu şekilde kerametleri çokmuş. Bazıları onu Hacda da görürlermiş.
Tayini durdurdu
Bizzat kendi şahit olduğum bir hatıramızı anlatayım. Konya’da meşhur bir doktor vardı. Bizim yanımızda Pirali İsmail Abi’ye dedi ki: “Beni bir yere tayin ettiler, gitmek istemiyorum.” İsmail Abi; “Kolay oğlum onu iptal ettiririz. Annem hasta, yeter ki sen onu tedavi et” dedi.
Hemen İsmail Abi’yi arabasına alıp annesine gittiler. Doktor Bey, annesini hastaneye yatırtıp tedavi etti. Doktor Bey gençliğinde Ladikli Hacı Baba’ya da hizmet etmişti. İmanlı ve ibadetli güzel insandı. Baktık ki tayini iptal oldu ve yerinde kaldı.
İsmail Abi annesi ile yaşardı ve ona annesi bakardı. Bilindiği gibi meczublar şehvetten kesilmiş olurlar. Her kadına anne, abla derler. Anlatıldığına göre o doğuştan itibaren meczupmuş. 1925’te Sille’de doğmuş olan İsmail Abi 1995’te Zafer meydanında vefat etti.
Bu vesile ile hatırlatalım ki İslam dini istikamet dinidir. Ölçümüz Kur’an ve Sünnet’tir. Yeryüzünden sırlı insanlar eksik olmaz. Allah’ın bu güzel kullarına Rahmet ve Fatihalar olsun. Allah Teâlâ kendisi ile çok hatıralarımız olan İsmail Abi’ye ve tüm geçmişlerimize rahmet eylesin. Bizleri de kulluk yolundan istikametten ayırmasın.
Muzaffer Dereli/ İrfanDunyamiz.com
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.