Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in getirdiği şeriata iman eden ve hayatlarına İslâm ile anlam veren Müslümanlar bir ümmettirler. Bu ümmet, Peygamber Efendimiz’in temsili ile hayatı anlamlandırdıkları için vahiyle nitelik kazanan seçkin insanlardır. Her birinin tek başlarına da olsa hakikate sarılma ve hakikatten ödün vermeme istidatları vardır.
Bu seçkin ümmetin mensupları birbirlerinin kardeşleridirler. Aralarında rahmet, şefkat, sevgi, saygı, nezaket ve dostluk hâkimdir. Birbirlerinin din, can, mal, akıl ve namuslarına kefildirler. Haksız yere hiç kimseye zarar vermezler. Din kardeşlerini incitmekten ve onlara kötülük yapmaktan şiddetle kaçınırlar.
Kardeşlik hukuku
Bu meyanda din kardeşlerinin gıybetlerini yapmazlar, iftira etmezler, madden ve manen incitmezler, yoksulluk başta olmak üzere kardeşlerinin her türlü sorunlarına çözüm üretirler, birini öldürmenin tüm insanlığı öldürmek olduğunu bilirler, hiç birinin namusuna göz dikmezler, içlerinden biri elem duysa empati yapıp uykusuz kalırlar, maddi olanlar dâhil fazlalıklarını paylaşırlar, sömürmezler ve sömürülmezler, birinin başı tehlikeye girse o belayı savmak için çalışmanın farziyetini kavrarlar ve kardeşliğin getirdiği hukuka saygı duyarlar. Müslümanların birbirleriyle kardeş olmaları işte böyle önemli bir durumdur.
Müslümanlar arasında olması gereken kardeşlik ve icapları Fetih Sûresi’nin ilgili ayetinde şöyle ifade buyurulmuştur: “Muhammed, Allah’ın Elçisidir. Onun yanında yer alan Müslümanlar ise, inkârcılara karşı son derece kararlı ve çetin, birbirlerine karşı ise çok şefkatli ve merhametlidirler. (Onlar imanlarının sağlamlığı, prensiplerinin kesinliği, düşüncelerinin netliği sayesinde, kâfirlerin baskı ve dayatmaları karşısında çelik gibi sağlam dururlar.) Onların, namazda bazen ruku edip eğilerek, bazen secdeye kapanarak Allah’ın lütuf ve rızası için yalvardıklarını görürsün. Secde izinden oluşan nişanları, yüzlerinde (tevazu, şefkat, sevecenlik ışıltısı halinde parlamakta, ibadetin kazandırdığı güzellik, letâfet ve aydınlık, bütün tavır ve davranışlarında görülmekte)dir. Bu, onların Tevrat’ta anlatılan nitelikleridir. İncil’deki nitelikleri ise şöyledir: Mümin, tıpkı filiz veren bir tohuma benzer ki (bu minicik filiz zamanla) güçlenir, serpilir ve kökü üzerinde dimdik ayağa kalkar. (Öyle ki, kendisini yetiştiren) çiftçileri hayran bırakır. İşte Allah, (her devirde böyle müminler yetiştirecektir ki) onlar sayesinde, (mazlumlara kan kusturan, onları sömüren) inkârcıları çileden çıkarsın (ve zulmün saltanatını, onların eliyle alaşa ğıetsin! İşte bu yetişmekte olan taptaze filizler var ya;) Allah, onlar arasından (Kur’an’a yürekten) inanan ve bu imana yaraşır güzel ve yararlı davranışlar gösterenlere, kendi katından bir bağışlama ve muhteşem bir ödül vaad etmiştir.”[1]
Peygamber Efendimiz, ümmetini birbirlerine karşı saygı ve sevgi bağlamında yeteri kadar eğitmiştir. Bu bağlamda onlara çok önemli tavsiyelerde bulunmuştur: “Mü’minler birbirlerini sevmede, merhamette ve güzel davranmada bir vücut gibidirler. Vücuttan herhangi bir uzuv şikâyet ettiğinde vücudun diğer organları da uykusuzluk ve ateşle bu rahatsızlığa ortak olurlar.”[2] Bu hadisiyle Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem, mü’minlerin birbirlerine karşı duyarlı olmalarını istemiştir. Bu sorumluluk duygusunu bir başka rivayette daha üst bir seviyeye taşımış ve şöyle buyurmuştur: “Mümin, iman ehline karşı cesetteki baş gibidir. Vücuttaki baş nasıl ki diğer uzuvların rahatsızlığında acı duyarsa, mümin de ehli iman(ın çektiği sıkıntılar) için acı ve ıstırap duyar.”[3]
Bu yaklaşım, Müslümanları tüm mü’minlere karşı uyanık tutar. Onların hayatlarının tüm ayrıntılarına karşı ilgili kılar. Bu ilgi, Müslümanları bölgesel düşünmekten ziyade evrensel düşünmeye sevk eder. Elbette duyulan bu elem, din kardeşlerinin sıkıntılarına çözüm de üretmelidir. Salt sıkıntı duyup Müslümanların sorunlarına çözüm bulmamak Sünnet’e uygun değildir. Zira Peygamber Efendimiz sorunları çözdüğü için Müslümanlar için de “sorun çözmeyi” en önemli sünnetlerinden biri olarak bırakmıştır.
Din kardeşliği
Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, merhametin en büyük tecelli yerinin bakışlar olduğunu belirtmiş ve şöyle buyurmuştur: “Her kim ki kardeşine sevgi ile bakarsa Allah Teâlâ onu bağışlar.”[4] Müslümanlara, şefkat ve sevgiyle bakmayı öven Allah Resulü, bakışlarıyla da olsa din kardeşini korkutanları yermiştir: “Her kim ki Müslüman kardeşini bakışlarıyla (bile) korkutursa (veya tehdit ederse) Allah da onu kıyamet gününde korkutur.”[5]
İnsanın din kardeşine yaptığı en ufak bir iyiliği bile küçük görmemesini tavsiye eden Allah Resulü; “Şayet yapacağınız bir iyilik yoksa bari kardeşinize karşı güler yüzlü davranın”[6] tavsiyesinde bulunmuştur.Müslümanların birbirinin aksırmasına bile kayıtsız kalmamalarını emreden Peygamberimiz, Müslümanlara, karşılıklı ziyaretleşmeyi, sıla-yı rahim yapmayı[7], hediyeleşmeyi ve birbirinin davetine icabet etmeyi[8] öğütlemiştir.
Toplumdaki fakirlerin refahı ve dulların ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmayı; “Allah yolunda cihat etmeye, geceleri namaz, gündüzleri oruç tutmaya”[9] denk görmüştür. Müslümanların heybetini, özgüvenini ve şahsiyetini yok eder endişesiyle onlara vurmayı ve dayak atmayı yasaklamıştır. Bu çerçevede “Sakın Müslümanlara vurmayınız”[10] buyurmuştur. Onları dövmek küçük düşmelerine sebep olur.
Müslümanlar arasındaki sevgi ve merhamet, İslâm’ın istediği noktaya geldiği zaman Yüce Allah’ın lütufları üzerlerine sağanak hâlinde iner ve ilahî lütuflara daha çok nail olurlar. Bütün bunları iyi tefekkür ederek Fetih Sûresi’nin 29. ayetini tilavet etmeliyiz. Bu ayetin anlamı hayatımızda ameli hâle geldiği zaman kıraatimiz hançeremizden gönlümüze inmiş olacaktır.
Fasıklık alameti
Müslümanlardan hoşlanmamak fasıklık alametidir. Özellikle de bu hoşnutsuzluğun nedeni dine ve dini sembollere dayanıyorsa durum daha da vahimdir. Kur’an, Ehl-i kitabın Müslümanlardan hoşlanmadıklarına şu ayetle atıf yapmıştır: “(Ezan okuyup insanları) namaza çağırdığınız zaman, (münafıklar ve Kitap ehli) onunla alay edip eğlenirler. (Kâfirler, İslâm’ın en önemli sembollerinden biri olan ezandan rahatsızlık duyar, onu susturmak için ellerinden geleni yaparlar. Çünkü onlar, akıllarını kullanmayan anlayışsız bir toplumdur. “Ey Peygamber ve O’na iman eden Müslüman! Yahudi ve Hıristiyanlara) de ki: “Ey Kitap Ehli! Siz bize, Allah’a iman ettiğimiz hem bize hem de bizden önce indirilen vahiylere inandığımız ve sizin pek çoğunuz yoldan çıkmış kimseler olduğunuz için mi düşmanlık ediyorsunuz?”[11]
Kitap ehlini fasık sıfatıyla açıklayan ayetin öncesinde onların ezandan nefret ettiklerine ve ezanla alay ettiklerine işaret vardır. Özellikle Yahudiler, ezan okunurken gülerler ve sözleriyle alay ederlerdi.[12] Bilumum kâfirlerin ortak hastalığı, ezandan hoşlanmamak ve rahatsız olmaktır. Çünkü ezanda beş vakit, Yüce Allah’ın yaratma ve emretmede tek oluşuna, Peygamber Efendimiz’in de O’nun elçisi oluşunun tüm evrene ilanı vardır. Bu ilan tevhidin ilanıdır. Tüm ideolojilere reddiyedir. Yahudilik ve Hristiyanlığın inanç sistemlerini temelden yok etmektedir. Bunu bilen Kitap ehli de İslâm’a ve Müslümanlara nefretle bakmaktalar ve Müslümanlardan hoşlanmamaktadırlar. Çünkü onlar mevcut inanç yapılarıyla tam bir fısk (vahiy karşıtı hayat tarzı ve sapıklık) içerisindedirler.
Maide Sûresi’nin 59. ayetinin nüzul sebebiyle ilgili anlatılan şöyle bir olay vardır. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem bir grup Yahudi gelmiş ve elçilere iman ile alakalı bir soru sormuşlardı. Resulullah ise elçiler arasında ayırım yapmadıklarını söylemiştir. Hazreti İsa aleyhis selam dâhil tüm peygamberlerin hak olduklarına vurgu yapmıştır. Bunun üzerine, gelen Yahudi heyeti Meryem oğlu İsa’yı peygamber sayıyorsan biz sana iman etmeyiz diye bahane üretmişlerdir.[13] Aslında bu durum bir hoşlanmama sebebi olmamalıdır. Çünkü ilahi kitaplar birbirlerini tasdik ederler.[14] Bu ayetle Rabbimiz imanın bütünlüğüne işaret etmiş ve zarûrât-ı diniyeden birini inkâr edenin, dinin tamamını inkâr ettiğini vurgulamıştır. Bu inanç şekliyle Kitap ehli fıska düşmüşlerdir ki karşılığı imansızlıktır.
Bidat dinler
Meselenin daha da açığa kavuşup anlaşılması için Yahudilik ve Hristiyanlıkla ilgili kadim dönem ulemasının görüşlerini kısaca vermek istiyoruz: Yahudilik ve Hıristiyanlık, Hazreti Musa aleyhis selam ve Hazreti İsa aleyhis selam’a gelen dinlerin aslı bozulduktan sonra ortaya çıkan muharref yapılarının adıdır. Allah celle celaluh’un gönderdiği hak dinin orijinal adları değildir. Allah celle celaluh, Yahudilik ve Hristiyanlık adında bir din göndermemiştir. Bunlar, “Tevhidin içerisine zulmün/ şirkin karışmasıyla”[15] oluşmuş bidat dinlerdir.
İlk dönem âlimlerden Hasan el Basri konuyla ilgili şu açıklamayı yapmıştır: “Yahudilik ve Hristiyanlık bidat dinlerdir, Allah Teâlâ tarafından gönderilmiş dinler değillerdir.”[16] Tevrat’ın Hazreti Musa’ya nüzul döneminde Yahudilik, İncil’in Hazreti İsa’ya nüzul döneminde de Hristiyanlık diye bir şey yoktu[17] Taberi’nin (ö.h:309) deyimiyle; İsrailoğulları Allah’ın hak dinini değiştirmişler ve Hazreti İsa’ya gönderilen dine muhalefet ederek Hristiyanlaşmışlar ve Yahudileşmişlerdir.[18]
Hazreti Musa’ya gelen İslâm unutulduktan sonra İsrailoğulları arasında Yahudilik dininin oluşması beş yüz yıldan fazla bir süreçte gerçekleşmiştir. Hazreti İsa’ya gelen İslâm’ın değiştirilerek Hıristiyanlık dininin oluşturulması ise iki yüz yıldan fazla bir zamanda olmuştur.[19] Kur’an yüzlerce ayette Yahudi ve Hristiyanları tanıtarak Allah’a ihanetlerini anlatmakta ve dinlerine yaptıkları eklemelerden ve çıkarmalardan bahsetmektedir.[20]
Müslümanları sevmezler
Hiçbir kâfir grup Müslümanları sevmez. Sevgi gösterisinde bulunsalar bile samimi değildirler. Zira küfür ehli, Müslümanlar için hayırlı kararlar almadığı gibi onlarla ilgili iyi şeyler de düşünmezler. Müslümanların dünyada etkin bir konumda olmamaları için kararlar alırlar. Nesillerini de İslâm’a düşman olarak yetiştirirler. Tüm bunlardan dolayı Müslümanların uyanık olup kâfirlerle beraber hareket etmemeleri gerekir. Özellikle de Müslümanların aleyhine olan hususlarda dikkatli olmaları şarttır. Bu bağlamda şu hadis çok önemlidir: “Kim ki bir zalime/kâfire, onun zalim olduğunu bilerek Müslümanlar aleyhine yardımda bulunacak olursa o kişi kesinlikle İslâm’dan çıkmıştır.”[21]
Bir başka önemli rivayette Peygamberimiz; “Bir Müslümanın yanında mü’min birisi küçük düşürülür ve o kişi gücü yettiği hâlde Müslümana yardım etmeyecek olursa Yüce Allah kıyamet gününde o yardım etmeyen kişiyi bütün insanların huzurunda rezil eder”[22] buyurmuştur. Birçok Müslüman ve onların oluşturduğu nebevi kurumlar kâfirlerin yanında küçük düşürülüp kanları dökülürken Müslüman(!) siyaset adamları ne yaptılar? Bu soru üzerinde düşünülüp gereği de Müslümanca yapılması gereken bir sorudur. Meşhur rivayette olduğu gibi, “Kişi sevdiği ile beraberdir.”[23] Müslüman, Müslümanı seviyorsa onunla ortak hareket etmek, onları ve Müslümanların kurumlarını korumak ve siyaset yapmak zorundadır. Kâfir velayeti ve muhabbeti üzerinden Müslümanca siyaset yapmak imkânsızdır.
Siyasal şirkin kadrosunda bulunmak ve Müslümanlara karşı kâfirlerin safında olmak fısktır. Bu konuda şu ayetin mesajı açıktır: “Şimdi elini koynuna sok, herhangi bir hastalıktan değil, (sana verilen bir başka mucize olarak, koynundan ışıl ışıl) bembeyaz olarak çıkacaktır. (Az önce büyük bir şok yaşadın); korkudan açılan kollarını şimdi göğsüne kavuştur (ve bundan böyle ne zaman bir tehlikeyle karşılaşırsan böyle yap. Göreceksin ki, kalbinde zerre kadar korku kalmayacak). İşte bu ikisi, (yani yılana dönüşen asa ve parlayan el,) Rabbin tarafından Firavun ve ileri gelen adamlarına göstereceğin iki büyük mucizedir. Çünkü onlar, (işledikleri zulümler yüzünden hak) yoldan çıkmış (sapık) bir toplum hâline geldiler.”[24]
Ayet-i kerime, Hazreti Musa’nın verdiği tevhidi mücadeleden bir kesiti haber vermektedir. Siyasal şirkin sembolü olan Firavun, Hazreti Musa’ya ve inananlara karşı her türlü işkenceyi reva görmektedir. Peygamberin verdiği tevhidi mücadelenin yanında olması gereken insanlar, Firavunun yanında yer alarak tercihlerini batıldan yana kullanmışlar; imana karşı küfrü seçmişlerdir. İmana karşı küfrü seçip kâfirlerle ortak pakt oluşturmak tam bir fısktır.
Ayetin mesajı evrenseldir. Buna göre herkes safta duracağı yeri bilmelidir. Kişinin, iman ehlinin yanında yer almayıp kâfir kitlenin içinde bulunması, aktif çalışmasa bile onların sayılarını çok göstermesi fasıklıktır. Safta sapıklarla yer tutmak haktan ve hak ehlinden uzaklaşmaktır ki gerçek fasıklık budur. Beş vakit namazda saf olan Müslümanlar, bu duruşlarıyla hiçbir kâfirin yanında yer almayacaklarını taahhüt ederler. Bu taahhütlerini velayet anlayışlarına yansıtırlar. Kâfirlerle, zalimlerle, münafıklarla ve fasıklarla siyaset yapmazlar.
Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com
1 Fetih 48/29
2 Ahmed, Müsned, c.IV, s.270; Müslim, 45, Birr ve Sıla,17, h.no:2585,c.III, s.2000
3 Ahmed, Müsned, c.V, s.340
4 Acluni, Keşf'ü-l Hafa, h.no:2638, c.II, s.283
5 Abdurrezzak, Musannef, h.no:9187, c.V, s.139
6 Tirmizi, 30, Et'ime, h.no:1883, c.IV, s.274
7 Bak: Abdurrezzak, a.g.e, h.no:20232,.c.XI, s.17; Ahmed, Müsned, c.V, s.283
8 Heysemi, Zevaid, c.IV, s.52
9 Buhari, Edeb'ü-l Müfred, (tah:Fadlullah Ciylani), c.I, s.217
10 Heysemi, Zevaid, c.IV, s.146; Ahmed, Müsned, (tah:Muhammed Şahir,h.no:286),
11 Maide 5/58-59.
12 El-Kârİ, Ali, Envâr'u-l Kur'an ve Esrar'u-l furkan, c. I, s. 303.
13 Mukâtil, tefsir, c. I, s. 308; taber3i, Cami’u-l Beyan, c. IV, s. 632; Safedî, Keşf’ü-l Esrar ve Hetk’ü-l Estar, c. II, s. 50.
14 Mâturîdî, Te’vilât, c. III, s. 548.
15 Bak: En’am 6/82; Hakim,Müstedrek, Had. no: 3648, c. II, s. 487.
16 El-Basri, Hasan, Tefsir, c.I,s.37.
17 Maturidi, Te’vilât, c. IV, s. 321.
18 Taberi, Ebu Cafer, Cami’u-l Beyan, c. XI, s.690.
19 Konuyla ilgili detaylı bilgi için bak: Bir Hristiyan Dogması Teslis, Mehmet Bayraktar, Ankara okulu Yay, Ankara, 2007.
20 Daha geniş bilgi için bkz. Mehmet Sürmeli, Dinlerarası Diyaloga Reddiye, Atlas yay. 2021, Ankara.
21 Heysemi, Zevaid, c. IV, s. 205.
22 Ahmed, Müsned, c. III, s. 487
23 Ahmed, Müsned, c. I, s. 392.
24 Kasas 28/32
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.