Şeyh Müşerref paraya pula değer vermezdi

Seyda Şeyh Müşerref Özcan rahmetullahi aleyh’i anlatmak ne benim haddim ne de bu konuda yeterli bilgiye sahibim. Ama karınca kararınca, okyanusta su damlası kadar, dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışacağım. Şeyh Müşerref 1926 yılında Siirt‘in Pervari ilçesine bağlı Güleçler Köyü‘nde (Hunuk) köyünde doğar. Babası Şeyh Esad annesi ise Fatma hanımdır.

13 yaşlarındayken Halenze Köyü‘nde (Bugünkü adıyla Merkez’e bağlı Bağtepe Mahallesi) Molla Abdulhâkim Efendi’nin yanına okumaya gider. Halenze’de Molla Abdulhâkim’in yanında okuduğu yıllarda kardeşleri Şeyh Münevver, Şeyh Muhammed Nuri ile beraber Tillolu Molla Bedreddin Efendi de bulunmaktadır.

Molla Abdulhâkim Efendi’nin yanında okurken hocası Molla Abdulhâkim’in kendisine iki şey söylediği anlatılmaktadır. Molla Abdulhâkim küçük yaştaki talebesi Şeyh Müşerref’e; “Ben eğer hata yaparsam beni uyar” demiştir. Molla Abdulhâkim’in diğer sözü ise; “Ben kimseye intisab etmedim tasavvuf anlamında. Eğer ben Şeyh Müşerref dönemine yetişirsem ona intisab ederim. Eğer yetişmezsem Allah beni rahmetiyle muamele eder”

Molla Bedreddin Efendi, Şeyh Müşerrref’in hayatı boyunca sahip olduğu sükûnete çocukluk yıllarından itibaren sahip olduğunu şöyle anlatır: “Biz 13- 14 yaşlarındayken Molla Abdulhakim Efendi’nin yanına okumaya gittik. O yaşlardaki insanların çoğunda yaşın vermiş olduğu bir heyecan, bir hareketlilik vardı. Ancak, Şeyh Müşerref’te biz hep sükûnet görüyorduk. Herkesten daha sakin ve sükûnet sahibiydi.”

Tasavvufa intisabı

Seyda Şeyh Müşerref, Halenze’de Molla Abdulhâkim Efendi’den icazetini aldıktan sonra tasavvufa intisap etmek için Irak’ın Erbil şehrine gider ve orada Şeyh Mustafa Kemaleddin’den ders almaya başlar. Tarikatçılık geleneğinde, şeyhler müridlerine veya halifelerine o tarikatla ilgili çalışmalarını söylerler. Ancak Irak’taki Kemaleddin Hazretleri, Şeyh Müşerref’e hilafet verirken; “Sen diğer tarikatların da hatmelerine ve toplantılarına katıl. Onlar istifade etsinler” demiştir.

Seyda Şeyh Müşerref, Hacı Behçet Aydın ile beraber Hac dönüşünde Erbil’e uğrarlar. Orada karşılaştıkları ilgiyi Hacı Behçet Aydın şöyle anlatmaktadır: “Şeyh Hazretlerine karşı büyük bir ilgi, muhabbet ve sevgi vardı. Kendisinin Erbil’i ziyaret etmelerine o kadar sevinmişlerdi ki herkes Şeyh Müşerref’i evinde bir gece misafir etmek için adeta sıraya girmişti. Biz oradan ayrılacağımız zaman Şeyh Mustafa Kemaleddin’in oğlu olan Irak Diyanet İşleri Başkanı bizi uğurlamaya geldi. Bana Şeyh Hazretlerini gerçek manada tanımadığımızı, kendisinin değerini çok tutmamız gerektiğini söyledi.”

Şeyh Müşerref sonraki yıllarda Pervari’nin Robar Köyü‘ne yerleşerek bir yandan ilim tahsiline devam eder, bir yandan da ders okutturarak talebe yetiştirmeye başlar. Pervari’de kalan kardeşi Şeyh Münevver vefat edince babasının emri üzerine kendi köyü olan Pervari’nin Güleçler Köyü’ne (Hınuk) yerleşir ve hayatının kalan kısmını bu köyde tebliğ ve irşad çalışmalarıyla geçirir. Güleçler Köyü’nde epey talebe yetiştirir. Yaş oldukça ilerleyince güçten düşer ve talebelerine az da olsa ders vermeye devam eder.

Saygı duyulurdu

Şeyh Müşerref’in gerek Siirt uleması arasında gerekse mensubu olduğu zatlar arasında büyük bir saygınlığı vardı. Evet Siirt ulemasının ona saygısı vardı fakat Şeyh Müşerref’in onlara saygısı daha büyüktü. Umre’ye gittiklerinde oradaki bazı âlimleri de ziyaret ederdi. Kendisine karşı orada ziyaret ettiği âlimlerin de müthiş bir saygısı ve muhabbeti bulunurdu. Bu ziyaretleri sırasında kendisini bir hücreye kapayarak dünyadan elini eteğini çekmiş ve hücresinden hiç ayrılmayan bir zatın Şeyh Müşerref’in Umre’ye geldiğini işittiğinde hücresini terk ettiği anlatılmaktadır.

Pervari halkı kendisini çok severdi. Bu sevgi ve saygıdan dolayı çoğu zaman kan davaları ve kavgalar Şeyh Müşerref’in sadece bir mektup göndermesiyle çözülmüştür. Kendisi genelde gitmez, mektup göndererek tarafların barışını sağlardı. Bu konuyla ilgili olarak Pervari’de çalışan bir adliye personeli şunları anlatmaktadır: “Pervari’de Şeyh Hazretlerinin olması bizim işimizi çok kolaylaştırıyordu. Adliyeye intikal etmeden büyük olayların önüne geçilebiliyordu. Çoğu zaman 2- 3 ferdini kavgada kaybeden aileler arasında bile Şeyh’in mektuplarıyla barış sağlanabiliyordu.”

Yine bu konuyla ilgili olarak farklı bir hatıra Jandarma’yla yaşanmıştı. Köyün birinde başlayan kavga büyür ve konu Jandarma’ya intikal eder. Pervari’nin kıdemli subayları o köye giderler ve kavgada bulunan tarafları barıştırmak için uğraşırlar. Ancak barış bir türlü sağlanamaz. Yetkililer çareyi en son Şeyh Müşerref‘te ararlar. Konu kendisine intikal ettirilir ve o da kendileriyle beraber köye gider. Şeyhin gelmesiyle birlikte bir türlü uzlaştırılamayan taraflar arasında sulh sağlanır ve kavganın daha da büyümesi engellenmiş olur.

Tevazu sahibiydi

Şeyh Müşerref’in tevazuu en önemli hasletlerinden biriydi. Kendisi dergâhındayken talebeleri içeri girince ayağa kalktığına çok kez şahit oldum. Molla Burhan Efendi’nin onun hakkında söylediği bir sözü hatırlıyorum: “Çok büyüktü ama kendini büyük görmüyordu. Padişahtı ama kendini padişah olarak görmüyordu…”

Şöyle bir hatıra anlatılır. Şeyh Müşerref, Şeyh Muhammed Kazım ile beraber bir cemaatte otururlarken bir kimse gelip şeyh Muhammed Kazım’a soru soruyor. Şeyh Muhammed Kazım sorunun cevabını veriyor. Şeyh Müşerref; “Efendim bunun cevabı bu olmalı, muhtemelen böyledir” diyerek kendi fikrini söylüyor. Şeyh Muhammed Kazım ise kendi fikrinin doğruluğunu kesin bir dille yineliyor. Daha sonra konu kitaplardan araştırılıyor ve Şeyh Müşerref’in ihtimal olarak söylediği şeyin doğru olduğu ortaya çıkıyor. Şeyh Muhammed Kazım bu gelişmeyi şu cümlelerle özetliyor: “Senin ihtimalin bizim kesinliğimizden daha keskindir.”

Şeyh Müşerref, İslami bir konu için kendisine danışmaya gelenleri bazen mektup yazar; “Benim bilgim yok, o size cevabınızı verir” diyerek Molla Bedreddin’e gönderirdi. Şeyh Müşerref’in bu davranışını Molla Bedreddin şöyle açıklamaktadır: “Kendisi bir şey biliyor izlenimi vermekten kaçındığı için bana mektup gönderiyordu. Oysa gönderdiği mektupta sorunun cevabı da var.”

Ehl-i Beyt sevgisi

Seyyidlere müthiş derecede bir sevgisi vardı. Kendisi Pervari Güleçler Köyü‘ne gitmeden önce o civarda bulunan iki köyde seyyidler yaşardı. Seyyidleri orada bulunan vatandaşların çeşitli lakaplar takarak çağırmaları alışkanlık haline gelmişti. Şeyh Müşerref Güleçler’e yerleştikten sonra seyyidlere olan özel ilgi ve sevgisinden dolayı köylüler lakap takma işini kaldırırlar. Daha sonra seyyidlere karşı bakış açıları da değişir. Daha çok saygı ifade eden “Şeyh” veya “Seyyid” şeklinde hitap etmeye başlarlar.

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in soyundan gelen seyyidlere öyle çok büyük bir hürmeti vardır ki, sokakta bekli de bizim birçoğumuzun selam vermeyeceği bir çocuk dahi Şeyh’in bulunduğu mekana gelse, o çocuğun seyyid olduğunu biliyorsa ayağa kalkar, çocuğu karşılar, yanına oturtur ve çocuğun elini öperdi.

Maddiyata değer vermezdi

Şöhretten uzak bir hayat yaşamaktaydı. Gizli kalıp, bilinmemek istiyordu. Bir seferinde ben Şeyh Hazretlerine kendilerini bir arkadaşıma anlattığımı, arkadaşımın da çok hayran kalıp hayırlı dualarını talep ettiğini arz ettim. Şeyh Hazretleri bana şu cevabı verdi: “Evladım, beni kimseye anlatma. Beni kimse bilmesin. Molla Bedreddin Efendi beni bilsin yeter.”

Şeyh Müşerref’in dünya ile ilgili en ufak bir beklentisi, en ufak bir sevgisi yoktu. Dünya malına hiçbir muhabbet beslemiyordu. Ona mensup olan nice zenginler gelirler ve para verirlerdi. Şeyh Müşerref, tabir yerindeyse elini paraya sürmeden, miktarını bilmeden fakirlere dağıttırırdı. Parayı tanımadığı söylenmektedir. Ben tanıyıp tanımadığını kesin olarak bilmiyorum ama sezinlediğim kadarıyla tanımıyordu. Birkaç defa para verirken bana, parayı buruşturur; “Evladım al bu kâğıdı” diye önüme bırakırdı.

Kendisine mensup olanlardan kaldığı yeri betonarme yapmak için teklifler gelirdi, Şeyh Müşerref hiçbir zaman kabul etmez ve “Bana toprak kokusu, beton kokusundan daha güzeldir” derdi. Biz küçükken anlatılan bir hadiseyi hala hatırlıyorum. Biri gelir ve hediye olarak bir araba, bir televizyon ve bir çanta içerisinde para getirir. Şeyh Müşerref bu hediyeler karşısında; “Allah’ın verdiği araba var ayaklarımızı kullanıyoruz. Tv bize lazım değil, parayı da muhtaçlara sadaka olarak verin” şeklinde cevap verir ve hediyeleri kabul etmez.

Vefatı

Vefat etmeden önce hep Hazreti Osman radıyellahu anh’ın 83 yaşında vefat ettiğini vurgulardı; hep bunu dile getirirdi. Kendisi de aynı yaşta vefat etti. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem vefat etmeden önce 13 gün hasta olarak yatağında yatmıştı. Seyda Şeyh Müşerref de çok ama çok sevdiği Peygamberi gibi 13 gün hasta yattı ve 2008 yılının mart ayında; Hicri takvime göre 12 Rebiülevvel’de vefat etti.

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in doğum yıldönümünde yani Mevlid kandilinde aşık olduğu zata kavuştu. 12 Rebiülevvel aynı zamanda Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in vefat tarihidir. Allahu a’lem bu bir rastlantı değildir; kendisini o yola adayan bir zata Cenab-ı Hakk’ın bir hediyesidir.

M. Abdullah Özcan / İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Siirt Çevresi İrfan Dünyamız

Şunlara Gözat

Mehmet Feyzi Efendi farklı bir zattı…

İmam hatipte okurken yaz tatillerinde İstanbul gibi manevi üstadların bol olduğu bir şehirde birçok güzel …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.