
Yüce Allah bütün varlıkları, evreni yaratandır. Bu varlıklar içinde insanın ap ayrı bir yeri vardır. Bütün varlıkların varoluşlarında yaşantılarında belli bir düzen içerisinde olmaları için Allah bazı emir ve yasaklar ihdas etmiştir. Bunlar insanlar için din olarak nitelendirilen ve peygamberler vasıtası ile insanlara (kullarına) bildirilen bir düzendir.
İşte bu düzenin yaşanması dini uygulamalara, bazı kurallara ve doğru ilişkilere bağlıdır. Toplum yaşantısı İslamiyet’te Cami merkezlidir. Hicret sırasında Küba mescidi ve Mescid-i Nebevi etrafında şekillenen dini hayat, Mekke’nin fethinden sonra artık imanın doğduğu şehir Mekke’de Kabe’nin putlardan temizlenmesiyle Mekke etrafında şekillenmiştir.

Cami merkezli
Bugün hala kaybolmamış olan tarihi camilerimizin çevresinde, hastane, hamam, kütüphane, medrese, aşevi ve benzeri bir külliye görüyorsanız, işte bu cami merkezli anlayışın bir uzantısıdır. Bu cami ve külliyelerin etrafında ise daha geniş halkada köy, mahalle, şehir merkezi gibi yerleşim yerleri oluşturulmuştur. Bu güzellik bugün yerini farklı şehircilik anlayışlarına bırakmıştır. Maalesef ezansız ve mabetsiz semtler peyda olmuştur.
Toplumun huzurlu, düzenli ve bazı kurallara uygun bir şekilde birbirleriyle iyilik ve güzellikte yarışarak, birbirleri ile kaynaşarak yaşaması toplumdaki huzurun teminatıdır. Elbette toplumda kargaşa kavga geçimsizlikler olacaktır. Habil ve Kabil’den beri kıskanma, çekememezlik, sert davranışlar ve nihayetinde öldürme hadiseleri devam etmiştir.
İşte burada cami ve Hoca gibi faktörlerin önemi ortaya çıkmaktadır. Toplumdaki arkadaşlık ilişkilerinden, komşuluk ilişkilerinden, ticari ilişkilerden, aile yaşantısından, mahalle düzeninden ve bunun gibi çeşitli ilişkilerden kendisini sorumlu hisseden bir imam topluma, mahallesine, etrafına çok şeyler katar. Cami yeniden merkez olursa, toplum tekrar doğru yönü bulur.
İslam dininden, dolayısıyla Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in yaşantısından ve tavsiyelerinden, özellikle örnek hal ve hareketlerinden uzaklaşırsak, Kur’an ve Sünnet’i yaşayamazsak bütün bu sosyal ilişkilerimiz bozulacak, neme lazımcılık anlayışı yayılacak ve sosyal olmayan asosyal bir hayat yaygınlaşacaktır.
Suffe örneği
Peygamberimiz zamanındaki Mescid-i Nebevi’yi düşünelim. Ashab-ı Suffe denilen yoksul ve zayıf kişiler mescidin içindeki Suffe denilen odalarda barınıyor ve eğitim görüyorlardı. İşte bu Suffe örneğini model alırsak, mahalledeki çocukların, gençlerin ve bütün halkın Kur’an’ı Kerim okumayı, dinimizi öğrenip kardeşçe yaşamaya başlayacaktır.
Münferit olarak evde kılınan namaza Yüce Allah bir sevap verirken, cemaatle kılınan namaza 27 kat sevap vermektedir. Elbette bunda bir hikmet vardır. Her şeyden evvel camide mahalleli konu komşu arkadaş ve dostlar bir araya gelir birbirleriyle olan ilişkilerini kuvvetlendirirler, dertlerine beraber çözümler ararlar, sevinçler beraber çoğaltılır, böylelikle sosyalleşmiş olurlar.
Caminin hocası tesbihin imamesi gibi cemaati bir arada tutan, kaynaştıran kişidir. Yapacağı aktivitelerle Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem aleyhis salatu ve selam’ın getirdiği prensipleri insanlara taşır. Örneğin Kur’an-ı Kerim’deki ve onun hayatındaki sosyal dayanışma ilkelerini toplumun tüm kesimlerini içine alacak şekilde uygulanmaya çalışır.
Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem toplumun bütün kesimleri ile; ihtiyarı genci, kadını erkeği, fakiri zengini, kölesi carisi hemen kesim ile irtibat halindeydi. Hastalarla, yetimlerle, akrabalarıyla, irtibat halindeydi. İlgilenmesi gereken kimselerle daima ilgilenir ve onların her türlü ihtiyaçlarını gidererek onlara çözümler buldu.
Cafer Bin Ebu Talib radıyallahu anh Peygamber Efendimizin amcasının oğluydu. 20 yaşlarında Habeşistan‘a hicret ettiğinde Habeş kralı Necaşi‘ye hitaben söylediği şu sözler çok manidardır. Özet olarak nakledelim: “Ey kral biz putlara tapan, ölü eti yiyen, her türlü fuhşiyatı yapan, akraba ilişkilerini koparan, komşuya kötü davranan, cahil bir toplum idik. Bizden güçlü olan zayıf olanı ezerdi. Şimdi ise İslam dini ve Peygamber efendimizin yaşantısı ile birbirimizi sevmeyi, Allah’ın emir ve nehirlerini tutmayı öğrendik.”
Tersini yaptık
Şeyh Raşit Camii işte böyle bir camidir. Hocası da tesbihin imamesi gibi cemaati, mahalleyi bir arada tutan örnek bir hocadır. Biz Osman Gülşen hocamızı böyle görmekteyiz. Allah kendisinden razı olsun. Şimdi biraz camilerde dikkat edilmesi gereken bazı hususlardan bahsetmek istiyorum.
Osman hocam bize; “Camiye girerken sağ ayakla girin, Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e salavat getirin, boş olan bir yere oturup Allah’ı sessizce zikredin” diyor ama biz camiye rastgele giriyoruz, salavat getirmek de aklımıza gelmiyor. “Camiye girince sesli olarak selam vermeyin zikredenler olabilir” diyor biz ise hem yüksek sesle selam veriyor hem de camide muhabbet ediyoruz.
İki üç kişi bir araya gelip sırtımızı duvara dayayıp dizimizi dikip oturuyoruz. Hem de kahvehanedeymiş gibi yüksek sesle konuşuyoruz. Bir latife yapayım; “Ne olursun kusurumuza bakma, öğreniriz yaşımız genç daha.” Öğleden önce ve yatsıdan önce sohbet ediyor; “Erken gelin, istifade edin, yanlışlarınızı düzeltelim” diyor, ikindiden sonra bir ayet bir hadis-i şerif okuyup manasını anlatıyor.
Bir de ilmihal bilgisi veriyorsun, biz derse kalmayalım diye tesbih duasını etmeden camiden kaçar gibi dışarı çıkıyoruz. Sonra da Allah affetsin, kapı önünde dedikodu yapıyoruz. “Camiye erken gelin” diyor. Biz ise ezan okunurken aşağıda ezanı bastırırcasına bağıra bağıra konuşuyoruz. Ezanın sözlerini, müezzinin sözlerini tekrar edeceğimize muhabbete devam ediyoruz.
İftitah tekbiri almadan önce her namazın başında; “Saflarınız sık ve düzgün olsun, Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun” diyor. Biz ön safta yer varken doldurmuyor, saf sıkışık oldu diye geriye çıkıyoruz. Ne yapalım, biz sıkıntıya gelemiyoruz, biz böyleyiz. Bu safların hali bizim sanki toplumsal halimizin de bir prototipi gibi.
“Namaz kılarken imamdan önce hareket etmeyin, imamın hareketine bakmayın sesine göre hareket edin, böyle yaparsanız başınız merkep başı gibi olur” diyor. Biz hala acele ediyoruz, bir de utanmadan bizi uyaranlara; “Sen kendi kusurlarına bak” diyerek cahillik ediyoruz.
“Cuma günleri hiç olmazsa farzdan sonra cumanın son sünnetini de kılın” dediği halde cumaları farzdan sonra bir an önce kaçma yarışına giriyoruz. “Dedikodu ederek içeride kazandığımızı dışarıda kaybetmeyelim” dediği halde biz hep kaybedenlerden oluyoruz. Ne yapalım nefsimize yenik düştük.
Camimizde çok güzel bir uygulama başlatıldı; 52 haftada 52 hatim… İyi de biz doğru düzgün Kur’an okumasını bilmiyoruz ki… Camimizde akşam kursları da var ama bizim takip ettiğimiz diziler var ne olacak? Derbi maçımız var, gelemeyiz. Sonra bu yaştan sonra utanıyoruz gelmeye… Kusura bakma derslere gelemiyoruz, bizim ölmüşlerimize de sen dua ediver hocam. (!)
Cengiz Bodur/ İrfanDunyamiz.com
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Dünyamız Kendi İrfanımızı Keşfet!

