
Medeniyetimizin su medeniyeti olduğunu söyleyenler vardır. Zira su; ab-ı hayattır, hayat suyudur, hayatın membaıdır, kaynağıdır. Bazıları da söz söylemede derinliğe kavuşmuş olduğumuzdan dolayı söz medeniyeti olduğunu söylerler. İnsanlık tarihinde sözün gücü hep olagelmiştir. Derler ki: “Aklın süsü dil iken, dilin süsü sözdür.” Dolayısıyla söz dili, dil de aklı taçlandırır.
Üslubumuzu düzenleyen, dengeleyen dildir, sözdür. “Yanlış üslup, doğru sözün celladıdır” der Sadi Şirazi. Sözlerimiz; ilime, hikmete, irfana ve tasavvura dayalı olursa, insanlığın hayran kaldığı medeniyetimizin fesahat ve belagat dili ortaya çıkar. Söz medeniyeti derken, bizim sözlerimiz, boğazdan değil gönülden çıkar. Kurucu düşüncelerimiz, kalp süzgecinden geçer ve medeniyeti inşa eder.
Akleden kalp
Onun için medeniyetimiz kalp medeniyetidir aynı zamanda. Bir bilge kişi der ki: “Geçmişin bilgeleri kalbin ancak dikkat ve niyet etmekle dönüşebileceğini söylüyorlardı. Kalbimizle görebilir, kalbimizle düşünebilir, kalbimizle hüküm verebilir ve nihayet onunla yaşayabilirdik.” Müslümanlar olarak bizler tam da burada ifade edildiği gibi kalbimizle düşünen insanlarız.
Kalple düşünme derinliğini Müslümanlara kazandıran Kur’an-ı Kerim’de bu gerçek şöyle ifade edilir: “Bu inkârcılar, hiç mi yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar ki, düşünüp taşınacak kalplere ve gerçeğin sesini işitecek kulaklara sahip olsunlar. Şu bir gerçektir ki, kör olan yüzlerdeki gözler değil; asıl kör olan sinelerdeki gönüllerdir.” (Hac, 46)
Prof. Dr. Kemal Sayar; ”Son yıllarda yapılan çalışmalar kalbin düşündüğümüzden daha akıllı olduğunu gösteriyor. Kalp beyinden sinyal alıyor evet, ama kendisi de vagus siniri yoluyla beyne bilgi gönderiyor” diyerek kalp ve beyin arasındaki ilişkiye dikkat çekiyor. Nasıl paslı bir demir iletkenlik özelliğini kaybederse, inkar ve günahlarla paslanmış kalp de iletkenliğini kaybediyor ve beyinle iletişimi kesiliyor.
Konuyu biraz daha açan Kemal Sayar; “Kalp kendi hormonlarını üretip vücuda bırakıyor, beyinden binlerce kat daha güçlü bir manyetik alan yayıyor. Kalbin üzerinde yer alan kırk bin sinir hücresi, tıpkı beyin gibi yapılanıyor. Kalbin beyni, kendi dopaminini salgılayabiliyor” diyerek kalbin fonksiyonlarını ve beyinle olan ilişkisini ilmi bir perspektifle açıklar. Böylece Kur’an-i Kerim’deki “Akleden kalp” kavramını da izah etmiş oluyor.
Allah’ın rızası
Toplumda sıkça kullanılan “kalp kırmak, kalbin gözyaşları, kalp ağrısı, gönül yarası” gibi kavramlar, kalp medeniyetinin ne kadar köklü esaslar üzerine inşa olduğunu göstermektedir. Medeniyetimiz, Allah Teâlâ’nın rızasını merkeze alan bir medeniyettir. Allah Teâlâ’nın sevgisi üzerine bina edildiğinden, O’nun yarattığı gönlü kırmak hoş karşılanmaz. Yaratandan ötürü yaratılanı sevme düşüncesi insanı bu cürümden alıkoyar.
Cenab-ı Allah’ın rızasını merkeze alan bütüncül bir yaklaşımla, olayları ve olguları değerlendirmek, her türlü hırstan, açgözlülükten, tamahkârlıktan ve dünyevileşmekten sakınarak, kocaman bir yürekle; merhameti, diğerkâmlığı ve hasbiliği kuşanmak insanlığa yepyeni bir dünyayı muştulamak zorundayız. Sokrat; “Önemli olan dünyada çok şeye, çok mala sahip olmak değil, az şeye ihtiyaç duymaktır” diyerek, erdemli bir hayatın nasıl olması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Akıl kalp birlikteliği
Medeniyetimiz; akıl- kalp birlikteliğini önemser ve esas alır. Bu yaklaşım tarzı, bütüncüldür. Bütüncül yaklaşımlar; ilmidir, mantıklıdır. Aklı esas alıp, kalbi dışlayan ya da kalbi esas alıp, aklı dışlayan yaklaşımlar, parçacı yaklaşımlardır. Parçacı yaklaşımlar, ilmi olmaktan uzaktır ve hakikati parçalar. Her zaman da söylediğimiz gibi, parçalanan hakikat, hakikat olmaktan çıkar.
Bu hakikatleri aklı gözüne inmiş, madde zindanlarından kurtulamayan insanların anlamalarını beklemek yersizdir. Kalple iletişim hatları kopmuş bir akıldan iyilik zuhur etmez. Kemal Sayar der ki: “Som akıl insana kılavuzluk edemez. Böler, ayırır, çözümler. Bütünü göremez, yapısı gereği böler ve ayrıştırır. Dolayısıyla, tek başına iyinin ve kötünün ilkelerini sağlamaz. Ancak kalbin olma ve bilme biçimlerine teslimiyet iledir ki, insan insana ve tabiata merhameti öğrenir.”
Kalbin temel karakteristik bir özelliği vardır, o da hatırlamaktır. Kaybedilmiş, unutulmuş ve görmezden gelinmiş olanı hatırlamak. Hatırlamak, beraberinde vefayı, merhameti kuşanmayı sağlar. Günümüz dünyasında, merhamet, vefa, diğerkâmlık, hasbilik gibi temel insani özelliklerin varlığından söz edilemiyorsa, akıl- kalp dengesinin bozulduğunu ve kalbin devre dışı bırakılarak, yok sayılarak parçacı bir yaklaşımla hayatın inşasına çalışıldığını göstermektedir.
Bu yaklaşım tarzının, insanlığın felaketine zemin hazırladığını söylersek asla abartmış olmayız.. Kalpsiz bir dünya narkotik suçları ve cinayet şebekelerini doğurur. Bu şebekelerden en büyüğü bugün Gazze’de insanlığı yok ediyor. Oysa insanlığın huzura, refaha, sükûnete, mutluluğa ihtiyacı vardır. Bu katiller ve bunların tetikçileri bilmiyorlar ki bütün insanlığın kurtuluşu olmayan bir kurtuluş, hiç kimsenin kurtuluşu olamaz.
Bizim davamız, bütün insanlığın kurtuluşunu bir bütün olarak ele alan bir idealdir. Geleceğimizi inşa ederken, planlarımızı, programlarımızı, projelerimizi ve projeksiyonlarımızı bu bütüncül perspektifi dikkate alarak ve uzun farları yakarak hayata geçirmeliyiz. Geleceğe dair planı, projesi ve projeksiyonu olmayanın geleceği olmaz. “İki günü eşit olan zarardadır” kutlu sözünün gereği olarak sürekli ileriye doğru adım atmamız, çalışmamız ve çabalamamız gerekmektedir.
Prof. Dr. Şemsettin Dursun/ İrfanDunyamiz.com
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair çok güzel yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.