Tısko Mehmet Hoca derlerdi ona…

Ali Efendi ve Hatice Hanımın çocuğu olan Mehmet Bice Efendi, yaklaşık olarak 1908’de dünyaya gelmiş. Tıskolar, hoca ve âlim niteliğine sahip pek çok insanın mensup olduğu bir ailedir. Ali Efendi, kitapları epey miktarda olan bir hoca imiş.

Daha sonraları Tısko Hoca adını alacak olan Mehmet Efendi henüz küçük yaşlarında iken babası vefat etmiş. Dönemin geçim açısından zor şartları icabı, onu Fizme’nin önde gelen âlim ve ârif kişisi Abdi Hoca’nın yanına vermişler. Hem orada Abdi Hoca’nın hizmetinde bulunur hem de ilim tahsil eder düşüncesiyle. Öyle de olmuş.

Köy hocalığı

Henüz on yedi- on sekizinde iken Serkiz (Yalnızdam) Köyü’nde talebe okutması için Abdi Hoca’dan bir hoca göndermesini talep etmişler. O da talebesi Mehmet Efendi’yi önermiş. Ancak Mehmet Efendi, yetimlikle büyümüş olması ve çekingen tavrı gereği buna pek sıcak bakmamış. Lakin hocasının ve Serkizli Mehmet Ali Efendi’nin ısrarları netice vermiş ve o da, mezkûr köye hoca olarak gitmiş ve böylece hocalık hayatına adım atmış.

Serkiz’de yaklaşık on iki yıl kadar talebe okutmuş. Demek ki, (İstanbul’a) askere orada hocalık yaparken gitmiş. Muhtemelen askerlik sonrası Balcıoğulları’ndan Rahime Hanım ile evlenmiş ve bu evlilikten Necati, Sıdkı, Lütfi, Naci, Mehmet, Niyazi, Rabia, Gülfem ismini verdikleri çocukları dünyaya gelmiştir.

Tısko Hoca kışları Serkiz’de, yazları ise yaylada talebe okutmuştur. Mahalle mektebi diyebileceğimiz bu eğitim tarzında hoca, talebelerine kısa namaz sureleri- duaları, bazı ilahiler, Elif ve Elham cüzleri, Amme cüzü, Kur’an ve tecvid okuma, namaz niyetleri (neveytü’ler), ilmihal bilgileri, âdâb-ı muâşeret (görgü kuralları) bilgisi, mevlid okuma gibi temel dini bilgileri öğretmiştir.

Kendisi bir köy hocası olması itibarıyla dinî açıdan insanların ihtiyaçlarının giderilmesine katkı sağlamıştır. Bu cümleden olarak cenazeler, mevlid merasimleri, Ramazan sohbetleri ve mukabele okunması, teravih ve diğer cemaatle kılınan namazların ifası, asker veya hacı uğurlama törenleri, yağmur (kurak) duaları gibi durumları zikredebiliriz. Buna kimi hastalara şifa niyetiyle okunması hallerini de ilave edebiliriz.

Kendisi muska yazmaz, fal veya yıldızname adıyla geleceğe dair bilgi vermeye kalkışanları tasvip etmemiş, onların bu yaptıklarını doğru bulmamıştır. Diyelim kayıp bir eşya vb. var. Hocaya gelip buna bakmasını isteyenleri Mırızo Ömer Hoca’ya havale edermiş. Hatta bir keresinde kendilerinin bir eşyası (bakraç) kaybolunca bunu Ömer Hoca’ya sormuş, o da falan yerde diye bildirmiş. Nice zaman sonra, kaybolan eşya, Ömer Hoca’nın işaret ettiği yerde bulunmuş…

Tısko Hoca

Sesi güzelmiş

Talebeleri onu oldukça disiplinli bir hoca olarak anarlar. Sesi sedası çok güzel olduğundan ezanı, okuduğu Kur’an ve mevlidi dinlenilmeye değer, gönülleri ferahlatan türden imiş. Hatta Serkiz’e ilk geldiğinde onu cüssesiz bulup; “Bu daha çocuk!” demişler. Lakin Tısko Hoca, sabah ezanı okuduğunda hemen herkes; “Bizim düşündüğümüz gibi değil, hocalığı yerinde” demek ihtiyacı hissetmişler.

Benzer durum, oğlu Lütfi Efendi’nin de başından geçmiş. Kendisi; “Bir keresinde İzmir’deyim. Oradakilerle tanıştık. Bana; ‘Sen Tısko Mehmet Bice’yi tanıyor musun?’ diye sordular. ‘Oğluyum’ dediğimde oradakiler beni yere göğe sığdıramadılar! Meğer babam, daha önce orada bulunmuş, bir miktar çalışmış. Oradakiler babamı güzel ezanları ile tanımışlar…” diyor. Tısko Hoca’nın Fizme’deki evi, Korgan’a müteveccihtir. O da beş vakit ezanı oraya yönelik (oradakiler duyacak) şekilde okur, cemaatle namaza dururlarmış.

Bir keresinde bir dua cemiyetinde; “İkindi namazını geçirmeyen ve yüz oğlu olan beri gelsin” denildiğinde Tısko Hoca kalkıp oraya gitmiş. Oğlu Lütfi Efendi; “Baba, bu da nedir böyle?” diye sorduğunda; “Oğlum, yüz oğlu olmak demek yüz tane fidan dikmek anlamına gelir” diye cevaplamış.

Bir keresinde sabah namazını vaktinde kılamadığı için gün boyu kendisine eziyet (çile) çektirdiğinden, tövbeler ettiğinden, göz yaşı döktüğünden söz ederler. Fidanlardan söz açılmışken o dönemlerde köylerde arzu edilir seviyede meyve fidanlarının olmadığını bilmek gerekir. Bu konuda Tısko Hoca, nerede güzel bir meyve fidanı bulsa onu ilgili kişilerin bilgisi dahilinde edinir ve Fizme’deki kendi bahçesine dikermiş. Bu konuda epey meraklı bir kişiliğe sahipmiş. Bugün, diktiği meyvelerin çeşitliliği ve bolluğu onun geriye bıraktığı “oğulları” (!) mesabesindedir.

Serkiz’den sonra Karaağaç Köyü’ne gelmiş mahalle mektebi hocalığı için. O kadar uzun yolu yaya olarak çok kısa sürede kateder, kendisine sunulan binekleri kabul etmez, elinde yük olsa bile yola gitmekte epey maharet gösterirmiş. Karaağaç’tan kendi köyüne gelirken bazen şekerin henüz bulunmadığı dönemlerde şeker getirir, onu sulandırıp/ ekmeği bandırarak yerlermiş ki, bu durum onlar için adeta bir bayram havasında geçermiş.

Karaağaç’ta yaklaşık otuz yıl kadar hocalık yaptığını ifade ederler. Demek ki bir kuşak onun rahle-i tedrisinden geçmiş anlaşılan. Kendisinden sonra mahalle mektebinde hocalık yapacak olan Osman Zengince, Mehmet Çapku gibi isimler onun talebesi olmuşlar. Yemek esnasında; “Dünya üzerinde şu anda ne çok aç insan vardır!” diyerek ellerini açıp onların bu sefalet halinden kurtulmaları için dua edermiş.

Tısko’nun yakın dostları: Sabri Hoca ve Kayo Hoca (Yakup Elbir)

Bazı halleri

Tasavvufi dersini Abdi Hoca’dan alan Tısko Hoca’nın, bazı durumlarda keramet hallerinden söz ederler. İlginç bir anekdot olması itibarıyla Lütfi Efendi’nin anlattığı şu hikaye dikkat çekicidir. Babası Ali Hoca’dan epey kitap kalmıştır Tısko Hoca’ya. O da gençlik yıllarında ve siyaseten din eğitiminin sıkıntılı olduğu dönemlerde Abdi Hoca’sına; “Hocam ben bunların hepsini okuyamıyorum, ne yapayım?” diye sorar.

Abdi Hoca ona bir yer eşmesini ve o kitapları oraya koymasını salık verir. O da evlerinin yakınında bir yere kitapların bir kısmını gömer. Bir iki gün sonra pişman olup onları çıkarmak istediğinde görür ki, kitaplar yok olmuştur! “Acaba birileri almış olabilir mi ?” sorusuna Lütfi Efendi; “Bu mümkün değil. Öyle bir durum olsa oradaki eşilen yerden falan bu anlaşılırdı” diye cevap veriyor.

Benzer bir hadiseyi mahalle muhtarı Kafaso Fahri’den naklen şöyle anlatırlar. Köye yol yapılmaktadır. Yol yapımı Dikmece Yokuşu denilen yere kadar gelmiştir. O günün sabah namazı sonrası Tısko Hoca, elinde kazması ile oraya gelir. Muhtar, Tısko Hoca’ya sabahleyin niçin geldiğini sorduğunda; “Yol yapmak hayır işidir. Benim de katkım olsun istedim” diye cevap verir.

Ancak yol yapım aleti (kepçe) bir noktaya geldiğinde Tısko Hoca, muhtara; “İşte şurada bir şehit mezarı var. Oraya dokunmasın kepçeci” der. Lakin kepçe operatörü buna pek ihtimal vermediği için aldırış etmez. Gel gör ki oradan elbiseleri içinde bir şehit asker belirir. Ve herkes adeta donakalır!…

Tısko Hoca, o şehide yeni bir mezar yapar ve onu bir güzelce oraya defneder. O zaman Kafaso Fahri anlar ki, Tısko Hoca, gerçekte bu şehit için oraya gelmiştir… Onun için Kafaso Fahri, Tısko Hoca’nın adının anıldığı her yerde, gayri ihtiyari, kendini tutamaz sevgi- saygısıyla gözyaşlarını tutamaz, ona saygıda kusur etmezmiş… Tısko Hoca her Cuma sabahı mezarlığa koşar; “Orada herkes yolumu gözlüyor, dua bekliyorlar” dermiş.

Tısko’nun dayısı A. Ali Belci ve Tısko Hoca

Pek uyumazmış

Bir keresinde Almanya’dan ailesi ile birlikte izine gelen oğlu Lütfi Efendi’nin çocuklarından birinden, falan duayı okumasını istemiş. Torunu duayı tam okuyamayınca oğluna çok kızmış! Lütfi Efendi’nin Almanya’ya geri döndüğünde yaptığı ilk iş, oğlunu bir Kur’an kursuna vermek olmuş.

Lütfi Efendi; “Ben babamın doğru dürüst uyuduğunu pek görmedim. Elinde tesbihi sürekli zikir halinde veya bir işle meşgul idi” demektedir. Kendisinden geriye kalan fotoğraflarında da bunu görebilmek mümkündür. Eğlenceli düğünlere katılmaz, müziğe pek sıcak bakmaz, çocuklarından gençlik icabı türkü vb. söyleyen olursa onları da uyarırmış. “Azrail sana değil sen ona koşarak gidersin” sözü onun sıkça tekrarladığı cümlelerdendir.

Karaağaç’ta hoca iken bir keresinde Jandarma teftişi ile karşılaşır. Köyde mahalle mektebinin okutulduğu dönemler, Kur’an eğitimi açısından biraz sıkıntılı dönemlerdir. Onun için mahallenin aşağı ve yukarı yerlerine nöbetçi talebeler dikilir, onlar herhangi bir durumda haber ederlermiş. Nasıl oldu ise, asker aniden mektebin penceresinden görülünce içerideki talebeler, ellerindeki Elif cüzlerini, Kur’an’ları önceden belirlenmiş bir yere saklamışlar.

Asker mektebin içine gelip, birkaç tahtayı şöyle kaldırınca oradaki ders kitapları ve Kur’an’lar görünür olmuş. Tısko Hoca epey zor durumda kalmış. Ancak Ömer Faraşoğlu’nun anlatımıyla, köyün muhtarı Mustafa Efendi, ortamın yumuşamasına ve hocanın kendi işini yapmasına epey katkı sağlamış. Tısko Hoca başında sarıkla gezen, şehre girerken yanında taşıdığı şapkayı başına koyan ve siyaseten Menderes çizgisine yakın duran biri olmuştur. “Kime oy verelim?” diye soranlara; “Araplara verin!” diye latife yapar ve bu konuda kendi düşüncesini saklı tutarmış.

Vefatı

Ahir ömründe hastalanmış ve takatten düşmüş. Lütfi Efendi tanık olduğu bir manzarayı şöyle anlatır: “Almanya’da idim. Dayım bana telgraf göndermiş. ‘Babanız ağır hasta, acele geliniz’ diye. Hemen uçakla memleketime geldim. Köye inince baktım ki, Mırızo Hoca, Kayo Hoca falan babamın başında okuyorlar. Babamın yanına vardım şöyle eğilip kulağına; ‘Baba ben Lütfi, Almanya’dan geldim’ dedim. O da bana; ‘Hoş geldin’ dedi ve elim alıp şöyle başının ardına götürdü. Orayı biraz ovaladım. Sıkıntısı orada imiş.”

Doktor çağırmışlar. “Üç gün içinde bir ışık olursa bana haber verin” demiş doktor ancak Tısko Hoca, bütün çocukları kendisini bu ağır hastalığı esnasında ziyaret etmiş biri olarak, Mart 1978’de yetmişli yaşlarında iken Hakk’a yürümüş. Hastalığı bir hafta kadar sürmüştür. Cenazesini köyün hocaları, önümüzde Mırızo Ömer Hoca, Halil Hoca gibi büyük hocalar varken biz yıkayamayız demişler ancak hep birlikte yıkanılmasında hemfikir olmuşlar.

Oradaki önde gelen hocalar, Tısko Hoca’nın ailesince onun ilim-takva mirasının Allah’tan devamını dilemişler. Aynı şekilde mezkûr önde gelen hocalar, Tısko Hoca’nın aile fertleri içinde hiçbir gönül kırgınlığı olmaması hasebiyle vefatı sonrası da onun evini ziyarete gelmişler ki, bu gelenek hâlâ devam edermiş. Oldukça kalabalık bir cemaat eşliğinde cenazesi  (Aşağı) Fizme’de Büyük Cami kabristanlığına defnedilmiştir. Kendisine rahmet diliyorum.

Not: Yukarıdaki bilgilerin temininde yardımcı olan Lütfi Bice, Mehmet Bice ve Ömer Faraşoğlu’na, yazının oluşumuna ve tashihine katkı sağlayan Gökhan Bice’ye teşekkür ediyorum.

Prof. Dr. Ahmet Çapku/ İrfanDunyamiz.com

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Mehmet Sait Şimşek’in ardından…

Başlığı boş yere atmadım. Sakarya Üniversitesi, günümüzde iz bırakan tefsir alimlerine bir vefa olmak üzere …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.