Tevbe Suresi’nin 113. ayeti kâfir olarak ölenler için Allah Teâlâ’dan af dilenmeyeceğine delalet ederken Hazreti İbrahim’in, babası Âzer için af dileme isteğini delil getirmenin yanlışlığını da olayın arka plânına inerek ortaya koymaktadır. Toplumda bazı kimseler müşrik olarak ölen geçmişleri için af dilerlerken; “İbrahim peygamber de dilemişti” iddiasında bulunmuşlardır. Olayın iç yüzü bir sonraki ayette net olarak açıklanmıştır:
“İbrahim’in, (hakikati inatla reddeden) babasının bağışlanması için yaptığı duaya gelince, bu, sadece ona (ölümünden önce) vermiş olduğu bir sözden kaynaklanıyordu Ne var ki, onun Allah düşmanı olduğunu (ve bağışlanmasının söz konusu olamayacağını ilâhî uyarıyla) kesin olarak anlayınca, (onun için dua etmekten vazgeçerek) ondan uzak durdu. Doğrusu İbrahim, son derece ince ruhlu, olabildiğince merhametli ve yumuşak kalpli biriydi.”1
Vaz geçti
Hazreti İbrahim aleyhis selam, babasının sağlığında onun için, ölmeden önce Allah’tan bağışlanma talebinde bulunacağını söylemişti. Ona söz vermişti. Bu durum Kur’an’da belirtilmiştir.2 Sonunda Âzer’in tevhide olan düşmanlığı kesinleşip Hazreti İbrahim’e savaş açınca ve küfür üzerine de ölünce Hazreti İbrahim, onun için istiğfar dilemekten vazgeçmiştir. Kâfir olarak ölene istiğfar edilmez.3
Ayette net şekilde açıklandığı üzere Âzer’in, “Allah’a düşmanlığı netleşince” Hazreti İbrahim ondan teberri etmiştir; kesin biçimde uzaklaşmıştır. Onunla olan tüm ilgisini kesmiştir. Onun bağışlanması için Yüce Allah’a dua etmemiştir.4
Bu ayet üzerinden Müslümanlara şu söylenmektedir: Nasıl ki Âzer’in küfür üzerine öldüğü kesinleşince Hazreti İbrahim onun için Allah’tan af talebinde bulunmadıysa, sizler de kâfir olarak öldüğü kesin yakınlarınız için Allah Teâlâ’dan bağışlanma dilemeyin. Unutulmamalı ki Hazreti İbrahim aleyhis selam’ın anne ve babası için duası, onlar hayatta iken iman etmeleri içindi.5
Ailenden değil
Şirk üzerine ölünce onlardan uzaklaştı ve af talebinde bulunmadı.6 İmam Mâturîdî, Hazreti İbrahim’in duasını şöyle yorumlar: İbrahim aleyhis selam, onların tevhid ehli olup istiğfara hak kazanmaları için dua etti. Nitekim şirk üzerine ölen oğluna af talebinde bulunduğu için Hazreti Nuh da şu ayette açıklandığı gibi uyarılmıştır: “Nuh Rabbine dua edip şöyle dedi: – Ya Rab! Elbette oğlum, benim ailemdendir. Senin vaadin haktır, onu yerine getirirsin (Hâlbuki ailemi kurtaracağına dair vaadin vardı. Şimdi oğlumun durumu nedir?) Sen hâkimlerin hâkimisin.”7
Hazreti Nuh aleyhis selam’ın çocuğuna olan doğal merhametine Yüce Allah şu karşılığı vermiştir: “Allah, “Ey Nuh!” dedi, “O, (kan bağı yönünden senin öz oğlun olsa da, inkârcılarla birlikte olmayı tercih ettiği için) senin ailenden değildir. Çünkü o, (Allah’a isyan etmekle çok) çirkin bir davranış sergiledi. O hâlde, (ilâhî prensiplere uygun olup olmadığını) bilmediğin bir şeyi isteme benden. (Çocuğuna duyduğun babalık şefkati, zalimlere verilecek ceza konusunda seni adaletsizliğe sürüklemesin. Zira bu, senin gibi vahyin eğitiminden geçmiş birine hiç yakışmaz.) Sana, cahilce davranmamanı tavsiye ederim.”8
Bu uyarı üzerine Hazreti Nuh oğlunun bağışlanması için yaptığı duayı anında bırakmıştır. Çünkü din ayrılığı velayet ayrılığını beraberinde getirir. Yaşayan müşriklerin hidayeti için dua etmek bu ayetlerin kapsamına girmez. Çünkü Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, Uhud Savaşı’nda yüzünden yara almış ve kan içinde kalmıştır. Onlara beddua etmesi istendiğinde o kabul etmemiş ve şöyle dua etmiştir: “Rabbim! Kavmimi bağışla onlar hakikati bilmiyorlar.”9
Şirki bağışlamaz
Tevbe Suresi’nin 113. ayetinin Medine’de indiği kesindir. Bu anlamda ayete biraz da Kur’an bütünlüğü ve sure bütünlüğü bağlamında bakmak gerekir. Kur’an bütünlüğü ve Kur’an’ın tefsiri olan sünnet bütünlüğünde ayete bakacak olursak kâfir olarak ölen birisine bağışlanması için asla dua edilmez. Kur’an bunu men etmiştir. Bunu en iyi bilen Peygamberimizdir. “Allah, kendisine şirk koşulmasını asla ve asla bağışlamaz…”10
Ayetini bilen birinin ölmüş kâfirler için af talebinde bulunması Allah’ın vaadine ve vaidine muhalefettir. Resulullah bunlardan beridir. Bu ve benzeri ayetler kâfirlerle velayet bağını kesen ayetlerdir.11 Ayetlerin ifadesinde kesin hüküm yerine ruhsat varsa Peygamber Efendimiz bu ruhsatı kullanabilir. Bu uygulama Peygamber Efendimiz’in içtihadıdır. Ayetlerin lafızlarını kimse Resulullah kadar anlayamaz.
Tevbe Suresi’nin bu ayetlerine Kur’an ve sure bütünlüğünde bakan İmam Mâturîdî, kanaatimize göre tartışmaya medar olmayacak şekilde yorumunu bildirmiştir. Belki doğru olan da budur. İmam’ın kanaatine göre bu ayetler de münafıklar hakkında indirilmiştir.12 Münafıklar dilleriyle “inandık” diyerek küfürlerini kalplerinde gizliyorlardı. İslâm, zahire göre hükmettiği için münafıklara, Müslüman muamelesi yapmaktaydı.13
Yola gelmezler
Medine’de ölen münafıklara Peygamber Efendimiz cenaze namazı kılıyordu. Onların elebaşı olan Abdullah bin Übey öldüğünde Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem ona cenaze namazı kılmak istemiştir. Hazreti Ömer bu durumu engellemek istediğinde Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem vahyin diline vukûfiyetinin bir tezahürü olarak; “Bırak beni, Rabbim beni bu konuda serbest bıraktı” demiştir.14 Tevbe Suresi’nin 80. ayetinin lafzı buna müsaittir. Bu hususta söylenmek istenen; “Şayet istiğfar etsen bile icabet edilmeyip reddedilecektir. Çünkü onlar Allah’ı ve Resulünü inkâr eden bir güruhturlar. Bu konudaki hükmümü bilirsin. Kâfir olarak ölen birini asla bağışlamam…”15
Tevbe Suresi’nin 113. ayetine Kur’an bütünlüğünde bakan bir başka müfessir Yusuf bin Hilâl Es Safedî’dir. Safedî’ye göre Peygamber Efendimiz, münafıkların yaptıkları mescitte namaz kılmaktan nehyolmuş,16 onlarla sohbet etmesi ve istiğfarda bulunması istenmemişti. Bu ayet Müslümanlara ve Peygamber Efendimiz’e müşrik ve münafık olarak ölen kâfirlere bağışlanmaları için dua etmeyi yasaklamaktadır. Ateşte olduğu bilinen bir kâfire merhamet olmaz.17
Ayetin yorumuyla ilgili genel kanaatleri açıkladıktan sonra vahiy bütünlüğünde baktığımızda küfür üzerine ölenlere istiğfar edilmeyeceğine dair ayetler açıktır. Tevbe Suresinin 80. ayeti bu konuda bir uyarıdır. Ayet şöyledir: “(Ey Muhammed!) Onların bağışlanması için ister af dile, ister dileme, (hiç fark etmez! Çünkü) onlar için (bir değil) yetmiş kere af dileyip yalvarsan bile, yine de Allah onları affetmeyecektir! Çünkü onlar, Allah’ı ve Elçisini tanımayıp emirlerine başkaldırarak inkâr ettiler. Allah ise, (kötülükte inatla direten ve ısrarla yoldan çıkmak isteyen böyle) fâsık bir topluluğu doğru yola iletmez.”18
Nihai hüküm
Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, Yüce Allah’ın kendisine bir ruhsat verdiğine kail olmuş ve bunlar için daha çok istiğfar edeceğini söylemiştir.19 Bu husus onun, ümmetine olan merhametinin kemalindendir ki böyle bir ruhsatı anında değerlendirmiştir.20 Tevbenin nihai sınırı olan yetmiş ifadesi ayette kullanılmıştır.21 Böyle dense de yetmişten kasıt çokluk bildirmektir; sayıyla tahdit değildir.22
Allah Teâlâ ise bunların af kapsamına girmediklerini gerekçesiyle beraber açıklamış ve asıl nihai hükmünü aynı surenin 84. ayetinde şöyle bildirmiştir: “Onlardan ölen hiç kimsenin cenaze namazını kılma ve mezarının başında duâ etmek için durma! Çünkü onlar, Allah’ı ve Elçisini inkâr ettiler ve (fırsat varken tövbe de etmeyip) kâfir olarak can verdiler!”23
Bu ayetle beraber Peygamber Efendimiz’den, küfür ehlinin ki münafıklar başta olmak üzere cenaze namazlarını kılmaması, defin işlerinde ve kabirlerinde bulunmaması kesin bir dille istenmiştir. Çünkü münafıklar ve diğer kâfirler Allah’ın birliğini (tevhidi), Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in peygamberliğini inkâr edip küfür üzerine öldüler.24 Bu hüküm genel bir hükümdür. Ayetin nüzul sebebi hususi olsa da tüm zamanlardaki münafıkları ve inkâr ehlini kapsar.25
Gömleği neden verdi?
Nüzul sebebinin hususi olmasından kasıt, özellikle cenaze namazının kılınmaması istenen münafık kâfirlerin elebaşı olan Abdullah bin Übey’dir. O öldüğünde samimi bir Müslüman olan oğlu durumu Peygamber Efendimiz’e haber verip yardım istemiştir. Peygamberimiz de merhametinden ve samimi bir Müslüman olan oğlunun hatırına İbni Übey’in cenazeye katılmıştır. İstek üzerine gömleğini vermiş ve onunla kefenlenmiştir. Hazreti Ömer, İbni Übey’in entrikalarını ve küfrünü hatırlatmasına rağmen Resulullah aldırmamıştır. Allah Resulü onun için istiğfarda bulunmuştur. Mezarında bulunduğunda Yüce Allah Tevbe Suresi’nin 84. ayetini indirmiştir.
Bu ayetin nüzulünden sonra vefatına kadar Peygamber Efendimiz, hiçbir münafığa cenaze namazı kılmamış ve kabrinde hazır bulunmamıştır. 26 Resulullah’ın bu adamın cenaze namazına katılmasının hikmetlerinden biri de yapılan jestle Abdullah bin Übey’in mensup olduğu kabilenin tamamının Müslüman olacaklarını ummasıdır. Nitekim bu zat hastalandığında, Peygamberimize bir adam göndererek yardım istemiştir. Resulullah, münafık elebaşı olan kişinin yanına girer girmez söze şöyle başlamıştır: “Seni bu Yahudi sevdası helak etti. (Yahudilere olan aşkından geberip gittin.)27
O da Peygamber Efendimiz’e; “Ey Allah’ın Resulü! Ben seni, beni azarlaman için çağırtmadım. Bana istiğfar etmeni; Allah’ın beni bağışlaması için dua etmen için davet ettim. Sonra da kefenlenmek için Resulullah’ın gömleğini istemiştir. O da vermiştir. Cenaze namazını da kılmıştır. Daha sonra uyarı mahiyetinde bu ayet gelmiştir.28 Gömleğini niçin bir kâfire verdiğinin hikmeti sorulduğunda ise Peygamber Efendimiz şu cevabı vermiştir: “Gömleğim, onun ahirette başına gelecek olan hiçbir musibeti önlemez.29 Fakat bu iş sayesinde onun kabilesinden birçok kişinin İslâm dinine gireceklerini umuyorum.”30
Zaten bu olaydan sonra Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem, durumunu araştırmadan hiç kimsenin cenazesine katılmamıştır. Kâfirlere ve münafıklara cenaze namazı kılmamış ve asla istiğfar etmemiştir. Hazreti Ömer de Resulullah’ın bu uygulamasına hakkıyla riayet etmiştir. Peygamber Efendimiz’in irtihalinden sonra ise Hazreti Ömer, Hazreti Huzeyfe bin Yeman’ı gözetlemiştir. Resulullah münafıklarla ilgili özel bilgileri onunla paylaşmıştı. Huzeyfe bir cenazeye katılmazsa Hazreti Ömer de katılmazdı.31
Hatırlatma
Tevbe suresinin 113. Ayetini aynı surenin 80 ve 84. ayetleriyle beraber düşünüyoruz. Buna göre hiçbir kâfire istiğfar edilmeyeceğine ve cenaze namazı kılınmayacağına inanıyoruz. Bu uygulamanın çok önemli ve ıslah edici, toplumu dönüştürücü ve itikaden saflaştırıcı bir yönünün olduğuna kaniyiz. Durum Kur’an genelinde bu kadar net ve din de tamamlanmışken, Müslümanların günümüzde bu ayeti işler hâle getirmeyişlerini anlamak mümkün değildir. İslâm bir bütündür. Bir hükmünü inkâr etmek tamamını inkâr sayılır.
Peygamber Efendimiz’in, Allah Teâlâ’dan getirdiği şeylerin tamamına iman eden kimselere Müslüman denir. İdeolojilerin dayatıldığı bir dünyada felsefi mektepleri din olarak görenler ve bunun uzantısı olarak ülkelerindeki resmî ideolojiye mutlak olarak teslim olanlar Müslüman değildirler. İfadelerimiz yersiz tekfir hastalığı asla değildir. Müslümanın olmanın yolu Kur’an ve Sünnet ile mukayyettir. Örnekleri de Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’dir. Hayatlarına vahyi merkeze alarak Resulullah’ın yaşayışla anlam verirler.
Buradan hareketle halkı Müslüman ülkelerdeki ulema açıktan şu hususu beyan etmelidirler. Mevtaya cenaze namazı kılmak ve ölene Allah Teâlâ’dan istiğfar dilemek Müslümanların hakkıdır. Onlara özeldir. Hiçbir kâfire; Yahudi’ye, Hristiyan’a, masona, pozitiviste, ateiste, deiste, materyaliste ve İslâm’a karşı din olarak görülen herhangi bir ideolojiye iman edene asla cenaze namazı kılınmaz. Yetmiş defa da kılınsa işe yaramaz. Ölen küfür ehli rahmetle anılmaz. “Merhum ve mağfur” ifadeleri kullanılmaz.
Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in bile yardım edemediği ve cenaze namazı kılmak şeklindeki duasının reddedildiği bir durum karşısında Müslümanların basiretli olmaları elzemdir. Buna göre herkes tarafından bilinmeli ki kâfirin cenazesi kılınmaz, kâfir de küfründe samimi ise cenazesinin kılınmamasını açıktan vasiyet eder. “İnanmıyorum. Beni gömün” der. Var mı böyle yürekli kâfir?
Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com
DİPNOTLAR
1 Tevbe 9/114.
2 Bak: Meryem 19/47; Mümtehine 60/4.
3 Mukatil, Tefsir, c. II, s. 74;
4 Taberî, Câmi’u-l Beyan, c. VI, s. 492.
5 Mâturîdî, Te’vilât, c. V, s. 393.
6 Zemahşerî, Keşşaf, c. II, s. 304.
7 Hud 11/45
8 Hud 11/46
9 Şevkanî, Feth’u-l kadir, s. 750.
10 Nisa 4/48[11] Şevkanî, Feth’u-l kadir, s. 750.
12 Mâturîdî Te’vilât, c. V, s. 492.
13 Zemahşeri, Keşşaf, c. II, s. 289.
14 Taberî, Cami’ü-l beyan, c. VI, s. 435.
15 Mâturîdî Te’vilât, c. V, s. 436.
16 Bak: Tevbe 9/108.
17 Safedî, Yusuf b. Hilâl, Keşf’ü-l esrar ve hetk’ü-l estar, c. II, s. 328.
18 Tevbe 9/80; ayrıca bak: Münafikûn 63/6
19 Taberî, Cami’ü-l beyan, c. VI, s. 435.
20 Havva, Said, El-Esas fi’t tefsir, c. IV, a. 2336.
21 Mâturîdî Te’vilât, c. V, s. 436.
22 Havva, Said, El-Esas fi’t tefsir, c. IV, a. 2337.
23 Tevbe 9/84[24] Taberî, Cami’ü-l beyan, c. VI, s. 439.
25 İbni Kesir, Tefsir’ü-l Kur’an’i-l azim, c. II, s. 362.
26 Taberî, Cami’ü-l beyan, c. VI, s. 439-440; Zemahşeri, Keşşaf, c. II, s. 288; İbni Kesir, Tefsir’ü-l Kur’an’i-l azim, c. II, s. 362.
27 Metni okurken böyle bir anlamı da takdir edebiliriz diye düşündüm. (M. S.)
28 Taberî, Cami’ü-l beyan, c. VI, s. 440-441; Zemahşeri, Keşşaf, c. II, s. 288; Tefsir’ü-l Kur’an’i-l azim, c. II, s. 363.
29 Bu ifadeler kâfire şefaatin olamayacağının sünnetten delilleridir. (M.S.)
30 Zemahşeri, Keşşaf, c. II, s. 289.
31 Tefsir’ü-l Kur’an’i-l azim, c. II, s. 363.MEHMET SÜRMELİ
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.