
İmamlık vazifesine yeni başladığım yıllarda henüz 20 yaşındaydım. İlk yıllar Anadolu’nun çeşitli köylerinde bulunduk. Oralarda o kadar samimi insanlar vardı ki, yaşça bizden çok büyük insanlar bize hürmet ederlerdi. Hele onların hizmetleri, insanı gerçekten mahcup ederdi. Bu durumları halis niyetle vazife yapan her arkadaşımız yaşardı. Bir imam hatip ya da dini bütün bir öğretmen, onların sevgisine mazhar olurdu.
Onlardaki bu hürmet şüphesiz ki dinimize olan bağlılıklarından kaynaklanıyordu. Yıllarca zulüm ve yokluk altında kalmalarına ve asla dini tahsil alamamalarına rağmen, bu edep ve muhabbet nereden geliyordu? Tabi ki aile ve çevrenin verdiği terbiye idi bu. Bunun için Anadolu insanının irfanından bahsedilir çoğu zaman. Safiyetinden haber verilir hayranlıkla.
Sofra kuruldu
Vaizliğe geçtikten sonra da köylerimize gitmeye devam ettik. Bir öğle namazı öncesi vaazımızı bir camide, ikindi öncesi de başka bir camide verirdik. Cemaat öğle namazı sonrası evlerine götürmek için yarış yaparlardı. Gidilen mekâna bir kaç da cemaat katılır ve samimi sofradan âfiyet ve muhabbetle yerdik. Dağlık ve yokluk bölgelerini düşünürsek, o insanların ne kadar fedakar olduğunu takdir edersiniz.
Onlardan birini hiç unutamıyorum. Bundan takriben 20 sene önceydi. Konya’mızın dağlık bir köyünde vaaz verdim. Yaşlı bir amca ısrarla evine götürdü. Evde bir ninemiz vardı. Ninemiz bizi görünce o yaşlı haliyle o kadar sevindi ki sanki ona dünya bağışlanmıştı. Aman Ya Rabbi! Bu nasıl bir misafir sevgisiydi? Tabii bir de köyümüze gelen vaiz deyince, ninemiz adeta uçtu.
Hemen bir yer sofrası serildi. Tandır ekmeği ve yufkalar konuldu. Yeşillikler geldi. Yoğurt, peynir ve kısmetimizde olan ne varsa o güzel nimetlerden rızıklandık. Bu, habersiz bir sofraydı ama ninemiz evde olan her şeyi sofraya koymak istiyordu. “Nineciğim yeter, zahmet buyurma” dedikçe; “Olur mu evladım, Rabbim misafir göndermiş ikram edilmez mi?” diyordu. Ayrılırken de yeşilliklerden bir torba elimize tutuşturdu. Ne güzel demiş şair:
Misafirin gönlü Allah’ın tahtı,
Misafir sevenin şen olur bahtı,
Yollarını gözlerken bir bayram vakti,
Hoş geldin efendim hane sizindir…
Misafir sever
Bir dede, bir nine. Misafir seven mutlu bir yuva. Ne büyük bir bahtiyarlık Allah’ım! Bu vesile ile böylesine ilgi ve hizmet gördüğümüz o nine ve dedeye birer Fatiha okuyalım. Bu fedakar insanlardan bahsedince, Hazreti Ebu Talha ile eşi geldi aklıma. Bir gün İki Cihan Güneşi sallallahu aleyhi ve sellem bir yoksulu ağırlamak istemişti ama evinde ikram edecek hiçbir şey yoktu. Bunun üzerine ashabına; “Bu şahsı kim misafir etmek ister?” diye sordu.
Ebu Talha radıyallahu anh, adamı evine götürdü. Hanımına; “Evde yiyecek bir şey var mı?” diye sordu. Hanımı; “Sadece çocuklarımın yiyeceği kadar bir şey var” dedi. “Öyleyse çocukları uyut. Misafirimiz içeri girince lambayı söndürüp sofrada biz de yiyormuş gibi yapalım” dedi. Sofraya oturdular. Misafir karnını doyurdu; onlar da aç yattılar.
Sabahleyin o mübarek sahabi Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gitti. Efendimiz ona; “Bu gece misafirinize yaptıklarınızdan Allah Teâlâ memnun oldu.” (Bkz. Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr 10, Tefsîru sûre (59), 6; Müslim, Eşribe 172) Varlıkla değil, âdeta yoklukla gelmişti bu ilgi ve ikram. Sadece rıza-i Bari vardı onların niyetinde. Misafir de günlerdir aç olmalı ki çocuklar uyutulup yemek ona ikram edilmiş.
Anadolu irfanı
İşte Anadolu insanı da böyle misafirperverdi, nereye gitse böyleydi. Misafirin eve rahmet, bereket, huzur getirdiğini bilirdi. Bir Ramazan görevi için Avrupa’ya gitmiştik de oradaki gurbetçi kardeşlerimizin hizmet ve ilgisine hayran kalmıştım. Her şey planlı idi. Burada bir de vatan hasreti giriyordu işin içine. Buraları gören hocalarımızın pek çok hatıraları vardır. Cenab-ı Hak hepsinden razı olsun.
Evet, buna Anadolu irfanı derler. Avrupa’ya gitse o irfan oralarda da yaşıyor. Temenni ederiz ki bu irfanı devam ettirenler yine olsun. Sonuçta Resulallah sallellahu aleyhi ve sellem ve Sahabe-i Kiram’dan ecdadımıza kadar gelen bu irfan, genlerimize işlemiş. Bundan sonra görev hepimize düşüyor. Keşke yeni nesillerimize de bu irfanı aktarabilsek.
İlim ancak, irfanla tezyin olur kardeşlerim. İrfansız ilim zinetsiz olur. Anadolu irfanı, ilmin hâle yansımasıdır. Sünnet’in tatbîkatıdır. Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e ittibanın yaşanmasıdır. Ecdadımızda bu sevgi doruk noktada tezahür etmiştir. Mevlid-i Şerif’lere bir bakın! Allah onlara rahmet etsin, Sultanlarımız bile Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem’e bende olmayı tercih etmiştir. Sevdiğini seveni, sevendir Allah. Bunun zıddını asla kabul buyurmaz.
Annelerimiz de böyle değil miydi? Temizliği imanın yarısı bilip, bu sünneti hiç ihmal etmezlerdi. O bahçe güller, çiçeklerle rengârenk, evler pırıl pırıl, kapı önü süpürülmüş, her yan cilali, her taraf edeple dolu ve ibadetler devamlı… İkramlar ise hayrete şayan. Konu komşu, akraba. Fakir, yetim, öksüz… İşte Anadolu insanı; anası, ninesi, dedesi… Sonra onlardan gören yavrular ve torunlar. Daha küçükken hizmetlere katılarak pişen ve yetişen evlatlar.
Sünnet hayattır
Tam bu satırları yazmıştım ki, Kur’an-ı Kerim’i okumak için açtığımda, kaldığım şu ayete hayret ettim: “De ki: “Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin. Eğer itaatten yüz çevirecek olursanız şunu bilin ki, Peygamber kendi vazifesinden, siz de kendi vazifenizden sorumlu tutulacaksınız. Şu kadar ki, ona itaat ederseniz doğru yolu bulursunuz. Peygamber’e düşen, Allah’ın emirlerini apaçık bir şekilde tebliğ etmektir.” (Nûr, 54)
Hiç Resulullah’ın sünneti olmadan olur mu kardeşlerim? Sünnet, Kur’an’ın pratiğe geçmiş halidir. Sünnete ittiba edilmeden Kur’an-ı Kerim’i yaşamak mümkün değildir. Anadolu insanı Peygamber Efendimiz’in sünnetine pek değer verirdi. Küçük büyük yoktu gözlerinde, her bir sünnet önemliydi. Hadis kitaplarını okumaya başladıktan sonra öğrendik ki büyüklerimizden gördüğümüz irfanın temeli meğerse Sünnet’miş.
Bu irfanı yeniden vermek gerekir nesillerimize. Bu eşsiz edep ve terbiyeyi evlatlarımıza aktarmalıyız. Ama bunu nasıl yapacağız? Temeli Sünnet olan bu eğitim en başta ailede verilir. Fakat Milli Eğitim de bu manalara sahip çıkmak zorunda. Görevli ve gönüllülerimizle bu görevi asla ihmal etmemeliyiz. Kur’an’a ve Sünnet’e, ilim ve irfana, gelenek ve göreneklerimize sahip çıkmalıyız.
Muzaffer Dereli/ İrfanDunyamiz.com
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.